- 544 Okunma
- 3 Yorum
- 2 Beğeni
626 – DÜRKOPP
Onur BİLGE
“Dürkopp,
Sorunun cevabını buldum ya… İçim içime sığmıyordu. Elimdeki oyuncak siparişlerini hazırladım, boya ve cilasını sonraya bıraktım, kendimi attım dışarıya! Günlerden cumartesi… Vakit ikindi… Sokaklarda çocuklar, yollarda caddelerde kızlar erkekler, aileler… Kaptan’a doğru yollandım. Maksadım onu alıp şöyle bir Tophaneye kadar uzanmaktı.
Kaleiçi’ne Saat Kulesi’nin yanından inerken Paşa Camii önünde ona rastlamayayım mı! “Kalp kalbe karşıdır, ağabey! Bu ne güzel tesadüf!..” diye sırıttım. “Tesadüf diye bir şey yoktur arkadaşım! Tevafuk!” dedi.
Ben “Artık yaşlandım, gençler beni anlamakta güçlük çekiyor. Tedavülden kalkmış sözcükleri sürüp durmayayım piyasaya! Kalp para gibi geçmiyor işte!” diyordum. Ben de Kaptan’ın ne dediğini anlayamıyorum. Her konuşmamızda, bir ya da birkaç yeni kelime ekliyor, kelime hazneme. “Yeni değil, eski kelime ekliyor dağarcığıma!” demeliydim. Bu adam benden çok büyük değil. Olsa olsa on yaş vardır aramızda. Arapça mı konuşuyor, Farsça mı bilmiyorum.
“O da ne demek Kaptan?” diye sordum, yan yana yürürken. O da dolaşmaya çıkmış anlaşılan. Tophane tarafına gidiyordu zaten ama nereye gideceği henüz belli değildi. Ben ona uydum. Öğretmenler Bankası’nın önünden Devlet Hastanesi’ne doğru gidiyoruz.
“Tesadüf: Rastlantı, rast geliş, kendiliğinden oluş… Tevafuk: Allah öyle uygun gördüğü için varlıkların ve vakaların birbirine denk gelmesi mânâsına gelen İslami bir terimdir. Allah takdir etmemiş olsaydı burada karşılaşamazdık.” diye cevapladı.
Ne çok tanıdığı vardı. İki üç adım atıyoruz biri selam veriyor, biri elini öpüyor, biri sarılıyor. Bir sevgi seli ki değme gitsin! Benim de çok tanıdığım vardır Antalya’da ama bu kadar değil… Ekseriya gençlerdir benim çevremdekiler. Kaptan’ın ise yaşlı genç, kadın erkek, çocuk… Demek ki Antalya’lın yerlisi olmak böyle bir şeymiş! Yolda yürütmezlermiş adamı! İki gittik bir durduk. Kalekapısı’ndan Tophane’ye, yalan olmasın, yirmi beş dakikada vardık. Halbuki taş çatlasın, iki üç dakikalık mesafe…
Neyse… Denize karşı oturduk. Her zamanki gibi evvela: “İki demli çay! Tavşankanı…” dedi garsona. Sonra önümüzdeki uçsuz bucaksız maviliğe daldı gitti. “Yoruldu mu acaba?” diye geçirdim içimden. Derdim, hemen sorunun cevabını bulduğumu yetiştirmekti. Hiç vakit kaybetmeden:
“Hani geçenlerde bir soru sormuştun ya bana. “Akıllı kimdir?” diye… Bu iki kelime epey bir meşgul etti beynimi. Sonunda cevabını buldum. Bunu bulmamda senin rolün büyük… Biliyorum. Anladım bana o evliyanın sözünü boşuna kaydettirmediğini. Akıllı dünya için değil, ahiret için çalışandır. Doğru mu?” dedim heyecanla.
“Aşağı yukarı öyle ama tam değil… “Akıllı, nerede daha çok kalacaksa oraya daha çok yatırım yapandır.” Bu bir hadistir.” dedi.
“Şeytanın helakine aklı mı sebep oldu, bilgisi mi?”
“Şeytanın, Azazil adlı akıllı bir melek olduğunu söylerler. Onu yanılgıya aklının sürüklediği iddia edilir. Aptalın ta kendisidir! Akıllı olsaydı, emre itaat eder, büyüklenmezdi. Melek olsaydı, asla isyana tevessül edemezdi! Adı ne olursa olsun kıskançlığından ve benliğinden mukayese yaptı: “O topraktan, ben ateşten... “ diyerek akıl yürüttü. Orada ondan istenen, isyan değil, itaatti. Muhatabının kül akla sahip olduğunu unutarak küstahça akıl yürüterek akılsızlık etti. Gerçekten akıllı olsaydı, aklını kullanacak, emre itaat etmesi gerektiğini düşünebilecek, kendisini kurtaracaktı. Gücünün ne kadar olduğunu, sonunun ne olacağını bildiği halde gururu, benliği, ukalalığı helakine sebep oldu.
Kısacası onu aklı değil akıl yürütmesi mahvetti. Askeriyede: “Git, şu ağaca selam ver! ..” denildiğinde: “Neden? Ağaç selam almaz ki! Duymaz bile...” diye akıl yürütülür mü! O emri o şekilde verenin bir bildiği vardır. İsyan edilirse müeyyidesi gelir!”
”Düşünüyorum da... Şeytan, Allah’a secdede kusur etmedi, insana secdeyi reddetti... Günümüz insanı da tersine, paraya secde ediyor da Allah’a etmiyor. Bu durumda, şeytan, bizden daha itaatkâr gibi geliyor bana. Öyle değil mi Kaptan?”
“Öyle ya… Vay halimize!.. Sevgili kardeşim, doğru söyledin. Seninle iftihar ettim. Beni irşat etmeye başladığının farkında mısın?”
“Şeytan neden kötülük kurup duruyor?”
“Bütün kötülüklerin sebebi kıskançlıktır. Kıskandığı zaman kıskancın şerrinden Allah’a sığınırız. Onlar haset ettikleri zaman gözleri döner! O anda her türlü kötülüğü yapabilirler! Hırs da sebeptir. Hırs da kıskançlıktan kaynaklanır. “Onun var da benim neden yok?” diye içi içini yer!
“Yeni doğan bebek kıskançlığı bilmez. Onun için masumdur. Kıskandırılarak ona kıskançlık aşılandığı zaman şiddete yönelir. Halbuki o zamana kadar zulme yanaşmamıştır bile. Arzu ettiği şeylere şiddetle ulaşabildiğini deneyerek anladığında şiddeti silah olarak kullanmaya başlar. İşe yaradığı için zulümden zevk alır olur. Sadistleşir, Zalimleşir. Allah, zulmetmez, zalimleri sevmez.
Zulme yol açacağı için o zararsız gibi görünen, aslında mayından farksız olan kıskançlık, hırs gibi kötü duyguları çoğaltmamızı istemez. Bir yerde yara çıktı mı hemen tedavisi gerekir. Onun gibi içimizde az da olsa haset gibi bir duygu baş gösterir göstermez kafasını kesip atmamız lazım.”
“Aklıma bir günahım geldi. Şimdi burada sana onu itiraf etmek istiyorum. Küçüklüğümden beri benim bir bisiklet merakım vardı. Çocukluğumda onu çok istedim, alınmadı. İçimde ukde kaldı. Etraftaki arkadaşlarımın hemen hemen hepsinin bisikletleri vardı. Bir benim yoktu. Artık var ama neye yarar!
İlkokul beşinci sınıfa gidiyordum. Okula bisikletle gelenlerden birini gözüme kestirdim. Okul çıkışında, tam bisikletine binerken yapıştım yakasına, savurdum yere! O pul gibi yere yapıştı. Yıldız oldu. Beş köşeli… Kendisi bir tarafta, çantası bir tarafta…
Atladığım gibi o bisiklete, bastım pedala… Canımın istediği tarafa istediğim gibi, rüzgârlarla yarışırcasına uçtum, süzüldüm… Güldüm, eğlendim… İyice hevesimi aldıktan sonra götürdüm, evlerine önüne bıraktım.
Bunu neden mi yaptım? Kıskançlıktan. O bisiklet Dürkopp markaydı! Ona çok özeniyordum eskiden beri. Özendiğim zaman zarfında ona zorbalık etmek aklımın ucundan geçmemişti. Daha sonra arttı, kıskançlık halini aldı. Ona içten içe kızmaya başladım. Halbuki yakın arkadaşlarımdandı. Ona kızmam için hiçbir sebep yoktu. Yani onun hatası yoktu. Hata bendeydi ve sebebi kıskançlıktı.
Ben de vardı o sırada. “Neden ben o değilim? Bende neden yok? O benden daha mı üstün?” gibi sorular getiriyordu aklıma benliğim.
Şimdi sen dedin de aklıma geldi. Dedin de kendime baktım. Hayatımı düşündüm ve bu ilk suçumu gördüm. Sana da anlatmak, sıkıntısını hafifletmek istedim.”
“İlahi Necmettin!.. Neden bana anlattın? Bugün günlerden pazar değil, ben de papaz değilim.” diyerek güldü.
O güldü ben üzüldüm. Vicdanım sızladı. Çocuğu yerden kaldırmadım bile… Kalkamamasını ganimet bildim, bisikleti kaptığım gibi kaçırdım. Oysa o benim malım değildi. Onundu. Hiçbir hakkım yoktu o mal üzerinde. Ben onu gasp ettim. Hem de şiddet uygulayarak…
Kendimden utandım. Keşke bisiklet alamayacak kadar yoksul bir aileye mensup olmaktan değil de ona öyle davrandığım için küçük görseydim kendimi! Keşke Kıskançlığım beni çıldırtmasaydı, hırslandırmasaydı da o günahı işlemeseydim!
O zamanlar vicdanım yok muydu benim? Ne kadar bencilmişim! Yakından bakılınca görülemiyormuş demek ki uzaklaşmak gerekiyormuş o fiillerden. Halbuki ben onları yakama rozet gibi takıyordum. Yaptığım her kabadayılığı apoletime yıldız olarak ilave ediyordum. Kendimce terfi ediyordum ama “Allah ne der?” diye hiç düşünmüyordum.
Sen de bana ait değildin. Yaşım ve konumum müsait olsaydı kaçırırdım seni! Dua et ki yaşlı ve çok fakirim. Gerçi şair bozuntusu da neredeyse benim yaşımdaydı ama onun artısı vardı. Zenginliği avantajıydı. Ailen, yani annenle anneannen de zenginlik meraklısıydı. Seni de kendileri gibi yetiştirmişler.
Gördün mü zenginliği? Nasıl zengin olduklarını anladın mı? Fakirden çok daha hesaplı oldukları için parayı paranın üstüne koyduklarını “Para parayı çeker!” diye yemeyip yedirmeyip biriktirdiklerini, kendilerine gelince ona buna hava atmak için harcadıklarını, en yakınlarına bile zırnık koklatmadıklarını deneyerek öğrendin mi? İşte cimrilik budur!
Ben çok fakirdim ama neyim varsa sererdim ayaklarının altına… Öyle de yaptım zaten. Ondan bu hale geldim. Canımı bile esirgemezdim senden! İşte bu da çok sevmekti!
Göreceğiz bakalım kuzeninin ne mal olduğunu da… Yakında kokusu çıkacak. Beklemedeyim. Dilerim ben yanılmış olayım! Dilerim ideal eş olur sana. Fakat ilk düğme yanlış ilikte… Diğerleri de onun gibi iliklenecek. Mecburen geri dönülecek.
Yakından iyi görünmüyormuş bazı şeyler. Biraz uzaklaşmak, belli bir mesafeden bakmak gerekiyormuş. Buna da görüş mesafesi diyorlar!
Durum buradan çok vahim görünüyor!
Zorba”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 626
YORUMLAR
Nedense son iki yazıda takılıp kaldım.:)
Ayla ve Dürkop yok yazıdan değil zamansızlıktan. Yine ikisini okudum.:) Dilerim yine biri gelmez ve devam ederim okumaya.
Akıllı kimdir sorusuna Aldığımız cevap ve ilerleyen satırlar.
Cevap neydi ."Nerede uzun kalacaksa oraya yatırım yapmak"
Buradan hareketle Şunu söyleyebilir miyiz ?
Şeytan çok akıllı.
-Neden ?
-Çünkü nerede uzun kalacağı kendisine En baştan Yaratıcısı tarafından söylenmiştir.
Ya da akıllı olmayı başka bir zaviyeden mi ele almak lazım.
Ve deliler. Onlar nerede daha uzun kalacaklarını biliyor mudur ? Ya sonradan deliren iyi amel sahipleri ?
Aklıma hücum eden soruları buraya yazacak olsam muhtemelen epey zaman alırdı.
Ve sonra aklımdan alt yazılar geçiyor.
Elbette akıl sahipleri için ibretler vardır.............Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp düşünmez..............Hiç akletmezler mi ? .........ve benzeri ayetler.
Aklı olsa emre itaatsizlik eder miydi. Onu iteatsizliğe iten şeyi Bu cevapla ilintilersek
"En çok kalacağını bildiği yere çalışmak" Onu üstün akıl sahibi mi yapar.Zira O mel'un
Mühlet ver kullarının çoğunu azdıracağım demiş. Allah da Kıyamete kadar izin verirken Neden ; AKIL sahipleri değilde ,gerçek iman sahiplerine zarar veremeyeceğini buyurmuştur. ?
Notlarını düşüp geçeyim. Belki ilerleyen zaman içinde Kaptan bunları izah eder.
Sevgi ve Selam.
.Shakespeare: “İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor… Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için. Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için. Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için. Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için. Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.”
KADIKUYULU tarafından 18.11.2020 13:20:40 zamanında düzenlenmiştir.