- 531 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Ayrılık Acısı Hüzündür - Acının Onyedinci Ayı
Bu gün, bu yeryüzünden ayrılışının 16. Ayı (480. gün), sana her gün yeniden mektuplar yazmaya devam ediyorum, adresi yüreğimde ki, o yeryüzünün en güzel, en değerli, en kıymetli, en seçkin, en temiz, en narin, en mütevazi, en münnever, en nezaketli ve kibar, en candan bir hayat arkadaşı uygar ve yüreğinde iyi bir insanın taşıyabileceği bütün güzel özelliklerin hepsini taşıyan senin sırlarınla, bu yüzden bende hem ruhumu, hem gönlümü, gönlümde taşıdığım sevgimi sana teslim ettiğim satırlarla anlatılmayacak kadar yüce bir insandın. Her zaman gezdiğimiz şehirler de, güneşin batışını, seninle izleyişimiz geliyor aklıma ey Gül Yanaklı Prensesim. Seni her anışımda, düşündüğüm her saniyemde nutkum kuruyor ve nefesim kesiliyor. Sevgiyle bakan gözlerin, gülümseyişlerin, iş yapışın, yürüyüşün, ben alışverişe gidiyorum deyişin, tatlı sözlerin, sessiz düşlerin hep aklımda, vakur halin, yardımseverliğin, cennet gibi bakışların özlemini çektiğim hasretliğin ta kendisisin sen. Sensilikte kimsesiz olduğumu bir değil milyonlarca kere anlamış oldum. Hayatın anlamsızlığını, her şeyin yerle bir oluşunu, yıkılışımı, yıpranışımı anlatmak belki de hiç, ama hiç bir zaman başaramayacağım bir durumdur. Uğuldayan ruhum harman makinası gibi kendisini gelişigüzel savurarak beni fırtınalara bırakarak anlamsızca ilerliyorum şu hayat denen cehennemin ortasında! O yaşanan, yaşadığımız günleri şimdi sadece özlemle değil yüreğim yanarak anıyorum ve arıyorum.
Öyle özeldim ki, seni, o yaşanan günleri! Hasretin vuruyor güneş yerine her sabah pencereme. Kuşlar yok artık o akasya ağacında ve sen gidince onlarda terkettiler bu elleri. Her şey, ama her şey kurudu bu alemde, otlar, çiçekler, bahçler, sen gidince tarihin kayıtlara geçmiş en kurak yılını yaşadı insanlık 2020 yılında! Hayat, senin ugradığın, ayağını bastığın her yerde sekteye uğradı, birşeyler hep eksik kaldı ve tamamlanmadı sen gitiğin günden sonra!
Bilmiyorum ki, böyle kısa bir mektupla senin gibi birine olan özlemi ve hasretliği, acaba ne kadar iyi anlatılabilir ki? Sesin çınlıyor hala kulaklarımda. Gülümseyişin her an gözlerimin önünde. Adın, siman, suretin her zaman sözlerimde, eylemlerimde. Seni düsünmeden geçen bir saniyem bile yok! Böyle bir şeyi denesem de zaten başarılı olamam, çünkü insan sevdiğine doymazmış! Çok özledim seni canıma can veren ceren gözlü Melegim, canımın içi. Yanımdayken bile sana duyduğum hasretlik şimdi uzaklarda öldüresiye bir hançer gibi ruhuma saplanmış bir şekilde yaşıyorum sensiz.
Her ne kadar uzakta olduğunu bilsem de, sol yanımda ki yerin, biraz değil tonlarca hüzün ve acı verse de, bir gün sana geleceğimin bilinciyle bilmek ayrı bir duygu katıyor dünyama. Bir gün birbirimize kavuşacağız benim Gül Yanaklı Prensesim ya nasıl olsa? İşte sana kavuşmanın düşüncesi bana verilen tek teselli. Bu duygu, böyle bir duygu ancak seven bir kalbin içinde olabilir. Hasretinle alev alev yanarken, vuslatı bilmektir belkide hüzünlü bir ruhla sana kavuşmak. Kim bilir şimdi neler yapıyorsun? Sende beni ne kadar özlemişsindir?
Bu sefer ki öyle bir vuslat olsun ki, bir daha hiçbir şekilde ayrılık olmasın, ayrılığın adı bile hem ruhumuzdan, hemd toprağımızdan sıyrılıp gitsin. Bu çektiğimiz acılar ve özlemler bir daha hiç yaşanmasın. Canaımın cananı, gözümün nuru, başımın tacı, ruhumun yapısı. Hayatıma anlam katan güvercinim. Seni çok, ama çok seviyorum. Ben zorlayan tek şey bunu yazabilecek kadar bir kapasiteye sahip olmamanın derin acısı. Bu acı içimi incitiyor, acıtıyor ve iğne gibi batıyor, battıkça ruhumun derinliklerinde dayanılmaz acılar ortaya çıkıyor.
İnan ki ölesiye özledim seni. Şimdi yanımda olsan, yanıbaşına uzanmış olsaydım bu kadar inletmezdi acılar bu çürümüş naçiz bedenimi. Belki yine sorardın. Beni ne kadar özledin Hasan Hüseyin? Diye sorardın belki de… Benim cevabım da her zaman şu olurdu sana: „Seni, uzayın sonsuzluğunun sonu kadar benim iğde kokulu, gülümseyince nar çiçekleri gibi al al gülümseyen gamze yanaklım“ diyerek cevaplardım ve de öyle cevaplıyorum bu soruları her zaman kendi kendime. Eğer sonsuzluğun bir sonu varsa, onun sonu kadar özledim ben seni derdim. Sensiz hasret kokuyor her yanım. Sensiz doğan güneşe, gecemi aydınlatan ay ve yıldızlara bile düşmanım şimdi. Çünkü şimdi ay sensiz geçip gidiyor benim üzerimden, onlar sensiz aydınlatıyorlar gecelerimi ve gündüzlerimi. Oysa benim ruhum artık karanlıkta kalmış, bütün aşklar ölmüş, sensizlik öyle bir tuhaf duyguymuş ki, bunu anlatmak imkansız. Aşk, sevdiğinden olduğundan uzak olunca, uyku düzenin bozuluyor, yaşam dengelerin kendiliğinden dağılıyor, her parçan bir tarafa saçılıyor. Uykuların huzursuz özlem dolu oluyor. Ben şu anda bunları yaşıyorum. Yine de sen, beni merak etme Gül Yanaklı Prensesim, iğde kokulu Deryam. Ben yine bildiğin gibiyim, yaşamak daha zor senden sonar, sensiz günler hep, ama hep tatsız, kuru, soguk ve içi boş geçiyor. Yine de gecem de, gündüzüm de sen oluyorsun, sen dolduruyorsun tüm boslukları. Her ne kadar uyumasam da, gecelerimi ve düşlerimi, gündüz de hayallerimi sen işgal ediyorsun. Dinmeyen derin bir özlemin var içimde sevdiğim. Tek temennimin, buu hasretliğin daha fazla uzamaması, uzatılmaması!
Sen gittin ya.. Tüm hayallerim yarım kaldı bir anda. Sensiz yapabileceğim şeylerden dahi uzağım. Yapsam da bir tadı olmuyor ve de olmayacak biliyorum. Hepsini sana kavuştuğum gün beraber kavuşacağız, bu yüzden her şeyimi bir sır gibi o güne saklıyorum. Hep hasretten bahsettim ama, bir yandan da umut dolduruyorum içime tıka basa. Bütün yorgunluğa, uykusuzluğa, yıpranmışlığa rağmen, yılmaz bir savaşçı gibiyim adeta. Sensizliğin her perişan edici sillesinde, yeniden daha güçlü bir umutla bekliyorum vuslatı. Bu ayrılıkta elbet bir gün geçecek, bütün çektiğim acılar o gün dinecek. Ellerin elimde, gözlerin gözlerime değecek. İşte o günkü bir gülüşün, benim için yine bir ömre değecek. Seni hep sevdim, seni senin düşündüğünden daha çok sevdim, seveceğim can yoldaşım. Öpüyorum saygıyla o insan üstü bir vasıfa ve özelliğe sahip olan o ruhundan! Öpüldün.
Ruh İkizim, Can Yoldaşım, Sırdaşım, Hayat Arkadaşım, Gönül Sultanım, Yaşama Kaynağım! Sanatım, Zanaatım, Kainatım, Kavimim, Soyum, Sevgim hep sendin!
Senin Hasan Hüseyin’in – 16/17.11.2020
Sana Özlem
Bu gün, günlerden 8 Kasım Pazar 2020. Sonbahr tüm hızıyla hazana doğru ilerliyor. Biraz yürüdüm, seni anarak, ruhuna sarılarak, nehiri seyrettim, ağaçlar yapraktan elbislerini atarak çırılçıplak seyrediyorlar etraflarını. Ben her adımda seni düşünüyorum, seni düşünerek yürüyorum, ruhen yorgunum ve yanlızım. Senden önce içimi dindiren, beni anlayan, ruhuma inen hiç bir insana rastlamadığım gibi sen gittiğin günden sonrada senin benzerine rastlamadım, rastlanmasıda imkansız. Hangi nedenle olursa olsun, hatta cümlelerim kalsik ve hep aynı içeriği kapsasa da, seni ne kadar sevdiğimi anlatma gücünü ve becerisini hiç bir zaman bulamadım. Ben bu konuda sınıfta kaldım, edebiyat sınıfta kaldı.
Zaten böyle büyük bir sevgiyi, sevginin içini dolduran saygıyı şu nacizane ve kısacık satırlarla anlatmanın ne çaresi, ne de böyle bir şeyin imkanı var. Ey ceylan gözlü meleğim, gülünce gamzelerinde binlerce bahar gülü açan Gül yanaklı Prensesim. Önce kağıda sığdıramadığım içimin derin depreşimini kalemi elime alıp saatlerce oturup içimi sana döksem de hiç bir kelam, hiç bir cümle, hic bir senin kesip atmış olduğun tırnağının degerini bile veremiyor. Hasretin, sana duyduğum hasretlik, yüreğime inen felç gibi beni hep hüzünlere boğarak sana geleceğim güne kadar ağır bir yükün altında ezmektedir bedenimi ve ruhumu! Bu büyük sevginin yüklediği sorumluluk duygusuyla yön verdiğim duygularım bir çemberin alanı gibi içimde hesaplar yaparak beni etkilemeye devam ediyor.
Ey benim dokunmaya, koklamaya kıyamadığım güvercin ruhlu mahzun bakışlı Prensesim, hasret kokulu ceylanım, seni hep eksaltik ve lirik duygularla sevdim, şu gudubet ruhlu yüzüm sadece seninle gülmüştü. Seni senden, düsündüğünden daha çok sevdiğim gibi şimdi daha da derin duyguların içli musikileri eşliğinde seviyorum. Sensizliğimi teselli eden hiç bir nesne yok elimin altında. Şimdi sevgiden daha çok özlüyorum seni! Her an çıkıp gelecekmişsin, belki tren gecikmiştir, yolda bir kaza olmuştur gibi duygularla kendimi teselli ediyorum. Yüreğim uğulduyor! Yıldız yıldız bakan gözlerinle aydınlığa kavuşan gecelerim, bedenim ve ruhum, artık kabuslarla dolu bir hal aldı. Yazmak da teselli vermiyor artık, yazamıyorum, çünkü duygularım her zamankinden daha yoğun. Özellikle sana duyduğum hasretlik, herhalde dünya da yaşadığım ve yaşanılan en büyük cehennem olsa gerek!
Bu acı, ancak sana kavustuğumde bitecek, bu cehennem cennete dönecek ve ben bütün bu sorumluluklarımdan o zaman feragat edeceğim! İşte o gün, benim yaşadığım ve yaşayacağım en güzel günüm ve en özgür anım olacaktır.
Sen varken, sen yanımdayken hiç bir sıkıntım, hiç bir derdim, tasam ve endişem yoktu ve hiç böyle bir şeyim olduğunu da anımsamıyorum. Sen gittiğin günden beri bütün olumsuzluklar hayatıma musallat olarak bana huzur vermiyor, neye elimi atsam yüzüme gözüme bulaşıp bana saldırıyor, beni yoruyor. Ey benim korkularımı yenen yağmur gözlüm, materşahım, canıma can veren cananımın özü, ruhumun iki gözü, inan ki, seni bütün tahminlerinin üzerinde bir özlemle anarak yaşıyorum! Seninle yaşadığımız o muhteşem güzel günlerin ardından bir gün bile senden ayrı kalmak, bana sensiz yapamayacağımı çok iyi göstermiş oldu ve göstermekte. Bu hasreti, bu acıyı, bu sıkıkıntıyı, bu sızıyı, bu kederi sanırım hiç bir acıya benzemeyen bir acıyla çekerek yaşıyorum.
Onca yıl, umutların en zirvesinde sabretmesini öğrenen bir insan olarak, sana ait eşyaların kokusuyla teselli bulan bir ruhum kaldı geriye şimdi! Çaresi yok umarların, içimde sakladığım her şey tükendi, unutamadığım dönüşü olmayan yolların gittiği bir yanlızlık kaldı geriye. Çıkmazların çaresi yok! Öğrendiğim tek şey bu oldu senden geriye kalan! Yokluğunda hiç bir şeyle hesaplaşmadım acılardan başka, yüklendim sadece seninle olan sevgimizin aşkına! Bütün muhasebelerin tümünün sonuçları sıfıra eşitlendi! Bir aşk ateşi, bir de yana gönlüm kaldı yanlızlık içinde! Sana kavuşamamanın acısıyla yalpalayarak ilerliyorum bunun adına ilerlemek denirse!
Oysa, biz seninle kalbimizi, ruhumuzu, hasretliğimizi seninle yaşamak ve seninle yaşlanmak üzerine planlamıştık. Hasretliğin çok zor olduğunu biliyorduk, ama hasretlikte bir de vusulatın umutları, bu umutların rüzgarları eserken ruhumuz bir ömre bedel olacak güzellikler yaşardı. Yine de her vusulatta ilk olarak uzun yürüyüşler yapar ve hemen uzak kentlere, köylere, güzel beldelere gitmenin hazırlıklarını yapardık ve el ele verirdik gökyüzünde ki yıldızları izleyerek. Ben ise o geceye hükmeden aya ve yıldızlara bedel gözlerini seyrederek severdim hayatı. İçini doldurmadığımız hiç bir anımız olmazdı zaten seninle. Ama şimdi bu yokluğun acısını nasıl bir teselliyle gidereceğimi dahi bilemiyorum. Ey benim dünyaya bedel Gül Yanaklı Prensesim! Oysa sen benim Sahara da bulduğum su, ölümcül hastalığımda deva, sen bana sırf sevdiğim ve saydığım bir saydığım bir insan değil, hatta daha fazlasıydın, dünyaydın, bütün gezegenleri kapsayan! Nerede ve ne durumda olursam olayım, seni seviyor olacağım ve seni incitmeyeceğim!
Sensiz boşlukta savrulan bir yaprak gibiyim şimdi. Hayata seninle anlam yüklemiş ve bu anlamla yaşamak istemiştim. Her zaman en özlediğim özelim olarak durakcaksın kalbimin baş köşesinde! Seninle beraber bulduğum mutluluğu ve huzuru bulmak imkansız artık. Ruhumun dengelerini, hayatımın neşesini seninle gidişinle bitti. Bu gün seni kaybedişimin 16. ayındayım ve hiç bir şey içimde ki acılarımı dindirmeyi bırak, az da olsa hafifletecek kadar bile bana teselli veremiyor.
H. Hüseyin Arslan - 09.11.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.