Yaşamın penceresinden..
Bu sabah gün ağırırken Ankaranın üzerinden, sıyrılarak uzaklaşan, gecenin ardında bıraktığı izlerin, usulca silinip gidişini izliyorum, güneş yükseldikce, özlemlerde artıyor, akşama misafirlerim vardı. Eşim ve Çocuklarım, Karadeniz’den Ankara’ya dönüyorlar, bir hasret daha son bulacaktı...
Bu sabah Ezan sesi ile kaçtı uykularım,
Balkondan güneşin doğuşu ile karanlık çizgiler yerlerini yavaşca gün ışığına bırakışını izliyordum...
Zaman ilerledikce, sessiz sokaklarda yaşama dair bir telaş başlamış, gecenin sessizliği, güneşin ilk ışınları ile bozulmuş.!
geçen zaman dün olmaya doğru, hızla geriye dönüp giderken...
Gelen Zaman’ saat yönünde ilerlemeye çalışıyor yelkovan saniyelerin ardından zamana geç kalma telaşı ile koşturmaya devam ediyor...
Saat 10 30’u gösteriyor, kapı zili çaldı, kapıyı açtım, kızım Aynur torunum Boran ve Kuzey ile yanıma gelmişler. Kuzey kapıda kollarını açarak geldi kollarımın arasına, gözlerime gözlerini dikerek, apo, ayşe ayşe diye tekrarladı...
Anne annesini soruyor, ben içimde büyüyen özlem ile, bu gün akşama gelecekler oğlum dediğimde. Kuzey derin bir iç geçirdi belliki oda Anne annesini çok özlemişti...
Kuzey’e Annesi, evden çıkmadan, Anne’Anne gelecek haydi apo dedeye gidiyoruz dediğinde, Kuzey ayakkabılarını alarak kapıya koşmuş Annesinin hazırlanmasına bile zaman vermeden Annesine, haydi Ayşeye diye kapıda bağırmaya başlamış, Eve geldiğinde ben Kuzey’e akşam gelecek dediğimde derin bir iç geçirmesi ondandı..
Çocuklarımız; onlar yarınlara araladığımız umut kapılarımız, ki onları kendimiz gibi değil, ama, kontrollerimiz altında hiç bir şeyi, dayatmadan kendileri gibi yetiştirmeliyiz...
Bizim görevimiz, onlara daha yaşanır korkusuz başları dik güzel bir ülke vermek.! ve ahlaklı dürüst adaletli yalansız bir dünya için yönlendirmek olmalı çocukları...
Çocukları büyütürken kesinlikle olmayan hayali şeylerle o masum ter temiz beyinlerini karartmak olmamalıdır öğretilerimiz...
Kızım evi temizlerken ben torunum Kuzey ile çocukluğumu yaşıyorum, bir başka sevda idi bu bir çocuğun bakışlarında o an’ı yakalamak..
Ben büyümeyi Çocuklarımdan öğrendim...
Torunlarımdan da olgunlaşmayı öğreniyorum...
Torunun Boranın dünyaya gelişi ile başladı olgunlaşma derslerim onların gözlerinde yaşamı tanımlamayı, sevgiyi aşkı yaşama dair güzel olan ne varsa her şeyi onların hayata çocuksu içten ve çıkarsız tertemiz bakışlarından öğreniyorum..
Bu gün torunum Kuzey’in gözlerinden masumiyeti kararlılığı hayatın içindeki saf berrak temiz bir yaşamı öğreniyorum yeniden...
Yaşadıkca anlıyorum ki. biz büyükler önce çocuklarımızdan çocuklarımız ile büyümeyi öğreniyoruz...
daha sonra torunlarımız dan olgunlaşmayı öğrenerek kendi hayat yolumuzu belirliyoruz...
Kendi kirlenmişliğimizi, yeni nesile dayatmadan önce, onlar ile birlikte büyümeyi ve olgunlaşmayı onlardan öğrenmeye devam etmeliyiz...
Saatler 17 00 geçip zamanın yukarılarına duğru tırmanır iken kapının zili çaldı..
torunum Boran gelenleri karşılamak ve bavulları taşımaya yardımcı olmak için evin önüne inmiş, dayısı Sinan’a yarım ediyordu. Eşim kapıdan içeriye girdi.
Kuzeye kucağımdan ayşe ayşe diye sevinç çığlıkları atarak anne annesine koştu.. Eşim bana gelme oğlum ben hastayım dediğinde gösterdiği sevgiye karşılık bulamamamanın şakınlığı ile Kuzey olduğu yerde öylece hayalleri yıkılmış gibi kalı verdi...
Eşimin Arkasından teyzesinin geldiğini görünce yeniden zeze zeze diye sevinç çığlığı yükseldi. Kızım Sevgi Kuzey’i kucağına aldığında Kuzey’in gözlerindeki o sevincin tarifi imkansız, öylesine saf ve temiz ki, sevgiye ve aşk’a dair tüm sözler kifayetsiz kalır..
işte geçen yıllar içinde bir türlü bulamadığımız
gerçek adını bile unuttuğumız sevgi buydu...
Bana’da Eşime karşıdan hoş geldin demek düşmüştü, Eşim korona virüsten daha yeni kurtulmuştu, bu yüzden bizi korumak için aramıza mesafe koyuyordu,
Çocuklarımı yanıma toplamış olmanın huzuru evde bir bayram havası estirse de, bir tek Kuzey, Anne annesinin kendisini yanına yaklaştırmamasının şaşkınlığını atamamış neler olmuş anlamaya çalışıyordu hala. Ki yinede teyzesinin kollarında mutluydu...
Bu hafta Mesaneye Altı haftalık ilaç tedavisi bitmiş. şimdi,
Ekimin ikinci haftasına yeniden hastaneye yatış için gün almıştık..
14 Ekim de yeniden mesaneye stestkopi yapılacak 6 hafta uygulanan ilaç tedavisi Kanser tümörlerinin oluşmasını durdurabilmişmi? Bu sorunun cevabını alacaktık..
stestkopi yapıldığında doktorlar mesanede kanser tümörlerinin yeniden çoğaldığını görünce der hal müdahale ederek yeniden kanser tümörlerini kazımışlar,..
operesyon bittiğinde beni uyandırdılar, kendime geldikden sonra, odama çıkardılar. Odam’da yatağım yatakda içimdeki sancılar depreşip dururken.
Doktorlar hastaları görmek ve durumları hakkında bilgi vermek için, vizit’e çıkmışlar. Sırasıyla odaları dolaşıyorlar nihayet,
Benim Odama geldiler, doktorum durumun kötü olduğunu kanser tümörlerinin yeniden oluştuğunu ve kanserin çok kötü huylu olduğunu söyledi, ve patoloji raporu sonucuna göre yeni bir tedavi uygulanacağını bildirdiler..
Doktorlar başka odaları görmek için odandan çıktıklarında. İçimde amansız bir kanser ile daha fazla savaşmam gereğini kendime anlatmaya çalışıyorum...
Bir yandan da kendime teselli veriyorum ben kurtulsam ne olacak’ki, Ülke kanser olmuş gidiyor, hemide öyle bir kanser musibet olmuşki ülkenin başına, temizlemeye hiç bir cerrahın gücü yetmiyor..
Korona virüs (Covit19).
Tüm! Yaşam alanlarını hayat ormanları dağları içten içe yok ediyor, yaşama dair güzel olan ne varsa göz bebeğimiz çocuklarımızın geleceği telef edilirken bizler sessiz sedasız seyrediyoruz. sesini çıkaranların sesleri artık duyulmuyor...
Görünen o ki Covit19 salgını insanlığa Dünyadaki. Din ve İnançlar gerçeğinin iç yüzünü gösterdi..
artık duva’lar yakarmalar, insanlığın şuursuzca kirlettiği bu güzel dünyamızda hiç bir şeye çare değil...
İnsanlığı bu illetten kurtarmak sadece sağlık çalışanlarının özverilerine kalmıştı...
O yüzden artık duva’dan daha çok, şansa ihtiyacımız vardı, ki. Bende ise şans neredeyse hiç yoktu,
30 ocakta ilk ameliyata girdiğimde
Ameliyat öncesi Facebook da arkadaşlarıma şans dilemelerini yazmıştım, biliyorum duva’ya değil şansa ihtiyacım vardı.
İlk Ameliyat sonrası kalp’de yaşanan sorunlar yüzünden yoğun bakım odasına aşmışlardı, kendime geldiğimde.!
Karşımda duvarda asılı duran bir saat
Akrep yürümeye nazlanıyor, yelkovan zamanı bir an önce yakalamak için sabırsızlanıyor, saniyeler saatin onikisine doğru dolu dizgin koşturup duruyordu,
Gözlerim yoğun bakım odasında, takılı kalmış yelkovanın ucuna,...
Ameliyat olduğum bölümde 12 yoğun bakım odası varmış ve 11 tanesinde tv var, bir tanesinde tv yok, o da bana denk gelmiş, Anladımki insanın duvaya değil, yaşamak içinde, şans’a daha çok ihtiyacı var, ki zaten tesadüfen yaşıyorduk...
Bazen çevrendeki onca kalabalığa rağmen bir başına öylece kala kalırsın, o an zamanın içinde geçen, zamanı, Geleceğin kör ve sağır duvarlarına çarparak.! Ani bir dönüş ile geriye doğru ters yüz olup nasıl hızlanarak, tersine aktığını görürsün.
Şaşırıp kalırsın, hayatın içinde savrulurken su gibi akıp geçen zaman içinde..
Geleceğini, düşlemek, geçmişin ile’ bağlarını koparmadan yüzleşmek gerekliliğini’ ve algılamayı gerekir, ki ellerinde yükselen yaşamın, daha sonra, hızla dibe vuruşlarını izlemek gibi bir şey bu..
her koşulda hayatın acı ama gerçek yüzleri ile yüzleşmesidir insanın,
Ki o yüzden düşünen sorgulayan ve hayatı yorumlayan herkes potansiyel suçlu sayılır...
İnsan güneşin batışına engel olamadığı gibi
Zemheri rüzgarda savrulmakdan kendini kurtaramayacağını da anlaya bilmeli..
ki ayaklarının üzerinde sağlam durmayı öğrenmeli önce..
Konu olamadığın öykülerde kimlerin tarihinde kimler kimleri anlatacak, yada nasıl bunca yıllık hayatın yaşadığı dünyada, geriye dönüp bir bakmalı kimlerin isimleri söyleniyor hala.! anladığım o ki, direnen insanların isimleri karışmış sam yellerine ve yurtsuz ezgilerle dolanıp duruyor dünyanın her yerinde..
Bazen o kadar dolusundur’ki yaşam ile, sadece sen ve sokağındaki kimseleri görürsün ki yaşayan herkesin hayatı kendine uyarlanmış her hayat kendi öyküsünü yazar.
Oysa milyonlarca insan var kendi masalında sıkışıp kalmış esamesi bile okunmaz..
Ama yinede herkes kendi öyküsünü yazıp anlatmalı.. belki okunmaz, her öykü; olsun yılmamalı anlatmaktan insan, kim bilir belki bin yıl sonra da olsa, bir insan okunur, yazılan o öyküyü, diye umut ederek o yüzden yazmalı, anlatmalı kendi tarihini..
her çağın farklı bir yüzü vardır farklı adalet anlayışı, insana ve emeğe karşı yaşanan farklı bir yaşam biçimi. On binlerce yüzyıldır insan emeğinin hala kurtulamamış sömürüden, ki hala sömürü devam ediyor olduğunu anlatmalı geleceğe..
İşte bu yüzden geleceğe ışık tutmak adına, içindeki İnsanı yok etmemeli yazmalı anlatmalı yaşadıklarını insan...
Abdullah Oral.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.