SEVGİNİN YOLU
SEVGİNİN YOLU
Sevgi, üzerinde en çok konuşulan, hakkında cilt cilt kitaplar, makaleler, hikâyeler, romanlar yazılan ve yazılacak olan insana bahşedilmiş yüce bir duygudur. Kimilerinin sevgisi onu, insanlara yüzlerce belki binlerce yıl geçmesine rağmen unutturmamış, unutturmayacaktır da. Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Ferhat ile Şirin….. Muhtaçtır insan sevmeye sevilmeye. Dünyamızda, maddenin ön plana çıktığı şu zamanda geçmiş zamanlardan daha çok muhtaçtır aslında insan sevmeye sevilmeye.
Dünyaya geldiğimiz andan itibaren bizimledir sevgi. Annemizi severiz farkında bile olmadan. Kokusundan tanırız belki onu, kucağındayken korkumuz yok olur, sevdiğimiz bizi gözünden bile korur çünkü. Babamızı da severiz, Arada bir birbirimizi hırpalasak ta kardeşlerimizi de severiz! Komşumuzun akranımız olan çocuğunu da severiz. Öyle ki ondan ayrılacakken onu hatırlatması için bir oyuncağını da yanımıza alırız bazen gizlice! Büyükler de böyle yapmazlar mı zaten. Gittikleri, gezdikleri yerden bir hediye ile evlerine dönmezler mi? Gördüklerinde o yeri hatırlatması için.
Evet, insan sevdiğinin her halini sever, sevmelidir. Onu hatırlatan her şeyi de sever insan, onun sevdiklerini de. Sevdiğiyle, sevdikleriyle kıymetlenir adeta insan. O kadar çok şeyi severiz ki say say bitmez elbette. Sevdikçe büyüyen, genişleyen bir gönlümüz vardır, sevgiye doymak bilmeyen, sevdikçe sevilecek yeni şeyler arayan, bazen ne aradığını bilmeden arayan bir gönül. Fakat insan sevgisinin başka bir yeri vardır sevdiklerimizin içinde. İşte o sevgidir ki “gel, ne olursan ol yine gel” dedirtmez mi sevene? Zaten kâinattaki her şey bizim için, insan için değil midir?
Pekâlâ, sevelim de ölçümüz ne olmalıdır sevgimizde. Neyi, nasıl, ne kadar, ne için sevmeliyiz. Seviyoruz derken acaba sevgimiz gerçek sevgi midir? Yoksa sevdiğimizi zannettiğimiz aslında kendimizi sevmemizden başka bir şey değil midir? Yoksa sevgimizin sebebi elde ettiğimiz-edeceğimiz menfaat midir?
Evet, sevgimiz bir menfaat için, bir dünyalık için veya kendi nefsimiz için olmamalıdır. İnsanı sırf insan olduğu için sevebilmek gerekmez mi? Sevdiklerimizi hangi ölçüler içerisinde nasıl, ne kadar sevmemiz gerekiyorsa öyle sevmemiz gerekmez mi? Önemli olan sınırlarını bilerek, ölçüyü kaçırmadan sevebilmek değil midir? Sevdiğimizi başkasının yerine koymadan, sırf kendi olduğu için sevebilmek, gerektiğinde sıkıntısına katlanmak pahasına. Ne demişler “ gülü seven dikenine katlanır. “
Vatan, millet, bayrak sevgisi başkadır bizim için. Hiçbir toplulukta olmadığı kadar derin bir sevgidir bu. Gerektiğinde anadan, babadan, yardan, evlattan geçerek uğruna canlar verecek kadar kutsal bir sevgidir bu.
İnancımız gereği olan bir sevgimiz daha vardır ki diğer bütün sevgileri de kuşatan. Bahsettiğimiz şeyleri sevmemizi bize öğreten, sevmemizi isteyen. Evet, severiz Rabbimizi ve o’nun elçisini (elçilerini) layık oldukları şekilde sevememenin acizliğini bilerek. Severiz sevdiklerini kararında. Nasıl, ne kadar sevmemiz gerekiyorsa öyle severiz-sevmeye çalışırız. Biliriz ki sevdiklerini sevmeden ne Rabbimizi ne de O’nun elçisini (elçilerini) sevmekten bahsetmek mümkün değildir. İşte o sevgilerdir ki sonunda sahibini ilahi sevgiye götüren bir yol olur, olmalıdır. Mademki Rabbimiz sevdiğine sevdiğini bildirmiş Halil’im, Habib’im diye hitap etmiştir. Neden bizler de sevdiğimize sevgimizi ifade etmeyelim.
Unutulmayan sevenlerden, sevgilerden bahsetmiştik. Bir de ilahi sevgiye mazhar olmuş unutulmayanlarımız vardır. Şems’ler, Mevlana’lar, Yunus Emre’ler…….ve daha niceleri gibi. Rabbimiz insanlara sevenlerini unutturmamış ve kıyamete kadar da unutturmayacaktır.
Zamanının büyük velilerinden birisi Muş ilindeki Veysel Karani Hazretlerinin kabrini ziyarete gider. Bu durumu öğrenen çevre köylerden, kasabalardan insanlarda onu ziyarete gelirler. Ziyaretten sonra oradaki insanlara “ Bana Alay Beyin kabrini gösterin de gelmişken bir de onu ziyaret edelim” der. İnsanlar şaşkındır, Alay Beyi tanımamaktadırlar çünkü. “ Efendim, bilemedik Alay Beyi “ derler. Veli olan zat “ Nasıl bilmezsiniz Alay Beyi. Şu kadar arazisi, şu kadar malı-mülkü, şu kadar yanında çalışanı vardı” der. İnsanlar tanımamaktan mahcup olarak “ bilemedik” diyebilirler ancak. Veli zat “ Pekâlâ siz Veysel Karani Hazretlerini tanıyor musunuz?” diye sorar. İnsanlar tebessüm ederek ” Efendim onu kim tanımaz ki” derler. Veli zat “ Siz şimdi 1.300 yıl önce vefat etmiş Veysel Karani Hazretlerini tanıyorsunuz. Henüz vefatının üstünden 50-60 yıl geçmiş olan Alay Beyi tanımıyorsunuz öyle mi?” der. İnsanlar yine mahcup “ evet “ diyebilirler. Veli zat “ bakın Veysel Karani Allah c.c. dostuydu. Allah c.c. dostlarını unutmaz, unutturmaz. Kıyamete kadar insanlar onlara Fatihalar hediye ederler. Alay Bey ise dünya dostuydu. Dünya ise dostunu unutur, unutturur. Etini kemiğinden ayırır. Siz, siz olun kendinize dünyayı değil, Allah c.c. dost edinin.” Buyurur.
Ne mutlu ifrata ve tefrite kaçmadan, kararınca sevene-sevilene……..Yolunun sonu, ilahi sevgiye ulaşana…….
YORUMLAR
Evet sevginin yolu bir ne de olsa. Elinize sağlık.
Güzel başlamış güzel bitmiş bir yazı elinize sağlık.
Hoş nasihatinizden de istifade ettim. Hamd olsun.
Ahlak ve sevgi. Yer yüzünü mamur ve harap eden iki nimet. Ne buyurmuş Peygamberimiz. Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim. O zaman Güzel sevmekte lazım.
Peki Güzeli ne belirleyecek. Tabii ki inananlar için Allah. İnançsızlar için vicdan.Yani yine Allah. (CelleCelalihu) Allahın sünnetullah dediğimiz kanunlarından olup kalplere nakşedilmiş bizim için doğru olan dan ziyade, her işin doğrusunu tain eden duygu.
İnsan durduk yerde sever mi ? Asla sevemez sevmek sevimli olanı sevmekse bunun adı acz.Ki ekseri bizde tezahür eden bu acz daha sonra saldırganlık olarak kendini gösterir. Fakat insanın kendini sevdirmesi mümkün kılınmış ve Dini açıdan da sosyal açıdan da ölçüler halk edilmiştir. Tamda bu evrede Güzel dediğimiz şeyi ya inanç ya da sosyal ölçü ile sevginin önüne getirip gereğini yapmak lazım.
Yoksa. Zalim zulme aşıktır. kedide serçe sever.
Deme gereği duydum.
Sevgi ve Selam.