- 324 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
BOŞLUK
BOŞLUK
İstanbul/Kasım 1995
Saat sabaha karşı 5’ti. Apartmanın sabah sessizliğinde bir kapı sertçe kapatıldı. Telaşlı adımlar birbirini kovaladı. Birisinin acelesi vardı. Dışarısı soğuktu. Sabahın o mükemmelliği, evlerin arasından ışıyan güneş, o mavili, kırmızılı, sarılı ıssız sızıntı, mavi denizin üstünde daha açık bir gökyüzünün altında dünyayı sarıp sarmalamıştı. Küçük evler uyuyorlardı. Apartmanlarda ışıklar tek tek yanmaya başlamıştı.
Hava ılımaya başlıyor, bu sessizlik ;doğanın kendi sesi ve renginin iç içe geçtiği bir ahenkle yeryüzünün üzerine sonradan kondurulmuş evleri bölüyor, kıyıda uyumakta olan şilepler, o şileplerin makine dairelerinde uyuklayanlar, çımacı çocuklar hepsi cansız, hiç bir zaman hareketlenemeyecek heykeller gibi zamanı bekliyorlar. Sessiz ve huzur içinde tüm şehir. Renkler, sessizlik, soğuk, huzur, kimsesizlik, doğaya ait olma, doğanın içinde olma, zamanın alnından süzülüp denize akıyor.
’O’ duymak istiyor. Kuş seslerini, kahkahaları, ağlamaları, su sesini, telefon tellerinden çevreye yayılanları, rüzgârı, gökyüzünü, ses çıkaramayanların suskunluğunu, ağacın söylediklerini, yılanın tıslamasını, vapurun düdüğünü duymak istiyor. Duyurmak istiyor sesini, hiç konuşmadan sadece varlığıyla. Yanı başında insanlar olsun istiyor ya da ağaçlar ve uzaklarda dağlar. Ayağının altında toprak olsun istiyor, sert ve güçlü. ’O’ hala insanların içinde kor halinde yanmakta olan bir gücün varlığına inanıyor. Neden inanıyor biliyor musunuz? Çünkü insanlarla konuştukça gözlerinin parladığını hissediyor. Ne zaman duygularını anlatmaya başlasalar, yaşadıklarını, acılarını ya da mutluluklarını, ne zaman şiirlerinden küçük parçalar okusalar gözleri pırıl pırıl parlamaya, sesleri titremeye başlıyor. Bu bir ressamın gözbebeklerine canlılık kazandırmak için bir fırça darbesiyle koyuverdiği o beyaz noktadan çok daha sahici. Yanıyor, parlıyor ve içinde bulunduğun şehrin, sokağın, evin rengi değişiyor, kokusu, insanların yüzleri değişiyor, daha güzel oluyorlar, en güzel oluyorlar.
O insanların yanında olmak istiyor yeniden ama biliyor ki hiç bir şey gerçek değil, öte yandan. Ya da gerçek denilen şey sürekli değil. Bazı anlarda gerçeği yaşadığını hissediyorsun ve hepsi o kadar. Gerisi koca bir avuntu ve avuntular, kandırmacalar. Bir hayatın parçasısın ama kendi hayatının değil. Yaşıyorsun, bir bölümsün, bütün değil. Uyuyor, uyanıyorsun, dış dünyaya dokunuyorsun, insanların arasına katılıyorsun, onlarla mucizevî şeyler yaşıyorsun sözcüklere dökemediğin. O duygu ya da enerji alışverişini sevdiklerinin ya da sevmediğin ama en azından tanıdığın insanların yanındayken hissediyorsun. Sonra düşünüyor ’Bir insanın gerçekten tanıdığı birini sevmemesi mümkün mü?’
O’nun duymadığı bir ses ’ evet mümkün, ama kulağına fısıldamayacağım bu sırrı’. diyerek susuyor.
Bu azla yetinme zorunluluğu O’na fazla geliyor. Daha fazlasını istiyor, hep daha fazlasını istedi. Terasa çıkıyor, sabah sessizliğinde bir kapı daha açılıp kapanıyor. Kendisinden habersiz, hızla, her günkü devinimine başlamış durağan olmayan, saatlerin tıkırtısıyla örülmüş zamanda, hem duran hem ilerleyen akışın kendisine sunduğu fotoğrafa hayranlıkla bakıyor. Dünya çok uzakta ve o yüzden de bu kadar kıpırtısız. Ayrıntılara daldığında o dünyanın canlandığını hissedecek. Ağaçlar rüzgârda ılık ılık dans edecekler, yapraklarını savuracaklar, vapur dumanları gökyüzüne çıkacak, sonra o fotoğraf renklenecek, çiçeklerin dünyaya açışları duyulacak, deniz dalgalanacak kıyıya vuracak. Sesleri kuş seslerine, rüzgâra, dumanlara, kahkahalara, yağmur damlalarına karışacak.
Terasın soğuk demirlerine tutunuyor. Kendinin dışında var olan dünyaya dokunuyor. Soğuk ama tutulabilir, hissedilebilir. Cansız... O, demirin farkında, soğukluğunun, sertliğinin, ya demir, demir O’nun farkında mı? Bir martı ve ardından birçok martı çığlıklar atıyor. Dünya sesiyle, hareketliliğiyle, rengiyle ben buradayım diyor. Kanat sesleri duyuluyor.
Oyuncak evlerin arasında, gökyüzünün altında çok geniş bir boşluk var. Sanki o boşlukla buluşsa, bir kaç saniyelik bir bütünleşme ve sonrasında acılarının boğuluşu, yok oluşu, bir yanılsama olan kendinin bir bedene indirgenişi. Acılı bakışları hak edişi, gökyüzündeki buluttan daha cansız oluşu... Ve huzur sonsuza kadar sürebilecek, bir taşın huzuru gibi. Kendisinin hiç bir zaman parçası olamayacağı o döngünün parçası olmak, doğanın, bütünün parçası olmak. Gerçek anlamda, yani o bütünün parçası olduğunun farkına varamadan, varmadan, varma gerekliliği duymadan o bütünün parçası olmak. Kendi kısır döngüsü de doğanın kısır döngüsünün bir parçası ve bu hayata sığdırmaya çalıştığı yaşantılar çok acı veriyor. Acaba yaşadıkları da acıyı hisseder mi diye düşünüyor. Nasıl olacak ki bu? Olmaz diye mırıldanıyor. Yaşantılar duygu birikimleridir, yaşanmışların ortaya serilmişlikleridirler. O kısa mutluluk anlarının müsvetteleridirler olsa olsa … Onlar acı duymazlar ve en güzeli de budur. Hem güzel hem anlamsız hem de basit olan budur işte.
Eğer doğa-yaşadığı- ya da olduğu kısır döngü içerisinde böylesine küçük ve farklı kısır döngüleri de barındırıyorsa ve bu döngüler gerçekten nefes alabiliyorlarsa; yani duyan, düşünen küçük insanları taşıyorsa bu ne anlama gelir, bilir misin diye kendine soruyor. Doğa da düşünür ve duygulanır ve ağlar ve güler ve mutlu olur ve üzülür diye cevaplıyor sorusunu.
Üzgün bir doğada mutlu insanlar ve mutlu bir dünyada kimisi üzgün insanlar. İşleyen çarklar, tersine hep tersine... Bir makine duyarlılığında işleyen zaman. Doğan güneş ve batan güneş, dönen dünya, ölen kuşlar, doğan kuşlar, kuşların sesleri, kanat sesleri, bulutların sessizliği, insanların ağlayışları, yağmurun damla damla gökyüzünü sıyırıp süzülüşü, hızlanması, denize, ormana, evlerin soğuk duvarlarına yağışı, ağaçların kıpırdanışı. Hep yaşayan doğa ve belki de hep devinim halinde olduğundan yaşamıyormuş gibi görünen dünya. Bazen uzaklardan, çok uzaklardan –kıpırtısız-sessiz-durağan-hareketsiz-soluksuz-akıntısız olarak gözlenen doğa. Ve hayatın küçük mitokondrilerini, hayatın akışının, yaşayan bir varlığın-hep mutlu olma eğiliminde ya da belki de hep duygusuz olma eğilimindeki bir varlığın parçası olanı; insanların mutlulukları ve üzüntülerini, dünyaya karşı koyuşlarını taşıyan yaşamı; hepsini ama hepsini düşünüyor o boşluğa bu kadar yakınken.
Başını kaldırıyor ve yan apartmanların üst katlarında, ,yalnız,-yüzleri belirsiz-soğuk demirlere tutunmuş insanlar olduğunu fark ediyor.
....."apieceofrose"-1995
YORUMLAR
mimoza2023
Çok teşekkürlerim,saygı ve sevgilerimle...İyi geceler dilerim.. :) Sağolunuz...