- 222 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAŞAMAK ŞAKA GİBİ BİR VARSIN BİR YOKSUN!
Yağmurun karşımdaki evin kiremitlerine düşüşünü izliyorum. Dışarı soğuk, pencere kapalı. Her ne kadar güneşli günlerin tadını hergün Boğazın serin sularında çıkarmış olsam da şimdi ise eve hapis olmanın sıkıntısından kurtulmak için beynimi devinim halinde tutmaya çalışıyorum. Etrafımızda ölüm kol geziyor, yine de herşeyi kanıksadığımızı düşünüyorum. Trafik, kadın cinayetleri, Corona-19, depremler hayatımızdaki rutin gelişmeler gibi görünmekte. Bu yüzden psikolojim yeteri kadar tavan yapmış durumda zaten.
Neyse hayatın başka yanlarına göz atalım. Elimdeki Nasıl Yapmalı? romanını bitirmek üzereyim. Roman her yönden tartışmaya açık ama benim en çok dikkatimi çeken 160 yıl öncesindeki Rus toplumu bu romanda irdelenirken karakterlerin operaya, tiyatroya gitmeleri o zamanki sanatsal faaliyetleri sohbet konusu yapmaları.
Kızım ortadaki odada online ile ders takibi yapıyor. Almanca hazırlığını geçince ondan çok ben rahatladım. Bayağı gergindim. Hayalleri büyük. Mikro biyoloji dalında bilim insanı olmayı kafasına koymuş bir kez.
Eşim sigortasını doldurmak için evimize yirmi dakikalık mesafede ki otelde kat hizmetlisi olarak çalışmaya devam ediyor. Otelde neler olup bittiğinin kritiğini yapıyoruz her akşam. Kat hizmetlisi olarak çalışan kadınlardan bir kaçı virüse yakalanıp ayrılmak zorunda kalmışlar. Müdürler, gelişmeleri online ile evden takip ediyorlarmış. Yemekler, çalışanlara iyi çıkmıyormuş. Beş yıldızlı otellere beş yıldızın hakkını verenlerin perde arkasındakilerin kimler olduğunu sorsalar hiç şüphesiz kat hizmetlileri, porter’ler, aşcılar, meydancılar olduğunu söyleyebilirim. Yani en alttakiler. İsimsiz kahramanlar...
Dün, alt kata yeni kiracılar taşındılar. İstanbul’da her milletten insanlar var. Hoşgeldin, diyorum yeni kiracıya. Kırık Türkçesiyle yanıtlıyor. Özbekliymiş. Tip olarak melez. Mavi gözler, sarışınlık. Ben sormadan o başından geçenleri anlatıyor. Annesi Rus, babası Özbek’miş. Memlekette iki çocuğu olduğunu, onlara yaşlı annesinin baktığını, burada ise eşiyle birlikte çalıştığını söylüyor Eşinin Kadıköy’ de yatalak bir kadına baktığını, beş günü hastayla iki günü de kendisiyle kaldığını söylüyor. Ayrılık, burada bile yakalarını bırakmamış. Çocuklar, sılada. anne- baba ekmek parası için yaban ellerde. Buraya gelişleri ise tam bir kaos. İnsanları, yurt dışına binbir vaatle kandıran şebekeye "Türkiye’de bin dolar kazanırsın," diye para kaptırmış.
Yağmurun hızı yavaşladı. Kiremitlerden aşağıya süzülen yağmurlar azaldı. Damla damla düşüyorlar. Sokaktan kadın çığlığı duyuyorum. Bu da neyin nesi diye kulak kabartıyorum. Yoksa kadın cinayeti mi, diye işkilleniyorum. Balkona çıkıyorum. Karşı komşu bayan, ağlamaklı olarak yere bakıp yüksek sesle ağlıyor. Yerde kanlar içinde yatan kedi, son çırpınışlarını yapıyor. Arabanın biri üzerinden geçmiş besbelli.
Hayat böyle işte ölümün ne zaman nerede kime geleceği hiç belli değil.
Üzerime yağmurluğumu alıp çıkıyorum. Dışardaki çöp kovasına kediyi yerleştirirken diğer kedilerin umutsuzca bakışlarını, miyavlamalarını umarsız bir şekilde izliyorum.
Sanki yaşamak şaka gibi bir varsın bir yoksun...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.