SARIMSAK, BAL VE KİTAP
Hava güzel… Yazdan kışa geçişin en güzelini sunuyor sonbahar bu gün: Sakin sakin esen bir meltem saçlarınızı okşayıp geçerken, koku alma duyunuza baştan çıkarıcı kokular göndermeyi de unutmuyor. Nem rahatsız etmeyecek seviyede, sıcaklık terletmeyecek… Güneş tüm çekici renklerini kuşanmış, gökyüzünde asılı duruyor tam da olması gerektiği yerde. Yaprakların sararması ve yerlere dökülmesi nedense bugün içinizi karartmıyor. Uzaklardan serçelerin keyifli ötüş sesleri de geliyor, kargaların sert gaklamaları da… İşleri, uzun zamandır marketlerin varlığı karşısında kötü giden bakkal bile neşeli; yoldan geçen erkeklere müstehcen, kadınlaraysa kibar şakalar yapıyor. Biri, tanımadığı birine park etmesinde yardım ediyor; bir diğeri ters yönden gelenle kavga etmek yerine ona yol veriyor. Biri beş yaşlarında, diğeri daha paytak paytak yürüyecek yaşlarda iki çocuk babalarının ellerini tutmuş belli ki parka gidiyorlar.
İnsanları boş ve saçma sapan şeyler yapan sayıp sevmeyen bir mizantropistim. Duyguları zarar verici, hatta tehlikeli bulan, bu nedenle de toplumdan ayrışma pahasına duygulanımlarını kontrol eden bir şizoidim. Narsistik kişilik biçiminin verdiği dürtüyle sırça köşkünü Kaf dağına gidemediğinden bir bodrum katında inşa eden biriyim. Dedim ya harika sayılacak bir gün. Benim gibi, obsesiflikle pesimistliği karıştırmış, üzerine bolca paranoya sosu katmış depresif birini bile gülümsetecek bir gün. Evet, ben bile gülümsüyorum… demek ki benim bile bu güzel günde keyfim yerinde.
Yürüyorum, önüme, sağıma, soluma, hatta arkama bile bakarak yürüyorum dudaklarımda tatlı bir gülümseme… Nereye gittiğimi bilmeden, öylesine yürüyorum. İçimden “Ya âşık olunur böyle bir havada ya da ölünür.” diye geçiriyorum. Bu düşünce gülümsememi daha da arttırıyor. Gülümsememe gülümseme ekleyince artık yüzümdeki gülme oluyor. Kendi kendime yürürken gülüyorum. Beni zaten yarı deli zannettikleri için, deli zannedeceklerini düşünüp kaygılanmıyorum. Keyifliyim, en azından her zaman ruhumu kaplayan, beynimi zorlayan nefret duygusunu hissetmiyorum. Yürüyorum, yürüyerek caddenin mesafelerini kat ediyorum. Derken her hafta cuma günü kurulan pazarın girişi olan sokağın başına varıyorum. Rasyonel beynim bugün izin yapıyor, nöbeti kalbim tutuyor. Ve beni pazarın sokağına sokuyor kalbimin kararı. Sokağın girişine yakın bir yerde bir kitapçı var. Ön tarafa iki tezgâh koymuş, üzerine de kitapları dizmiş: Okunmaya değer kitapları… çok satan popüler kitapları… Kitapçının önüne ilerleyip okunmaya değer kitapları bakmaya başlıyorum. Sahibiyle tanışıyoruz. Beni görünce yanıma geliyor. Hâl hatır soruyoruz, havanın güzelliğinden konuşuyoruz. Çay söylüyor iki bardak. Ayakta duruyoruz öylece kitapçının hemen girişinde. Popüler kitapların hemen yanındaki tezgâha demet demet dizilmiş sarımsaklar görsel olarak gözüme takılıyor, kokusal olarak da burnuma doluyor. Sarımsakçının hemen sağında da bir bal tezgâhı… Şişe şişe, petek petek, polen polen ballar… ironik geliyor bana bu denkleşme, yan yana geliş. Kitapçıyı unuttum artık, tüm algılamalarım kitap, sarımsak, bal üçgeninde. Pazar, ana baba günü, insanlar birbirilerini iterek ilerleyebiliyor. Kitapçınınki dışında her tezgâhın başı kalabalık, müşterilerin isteklerine zor yetişiyorlar.
“En çok kim satış yapacak, balcı mı, sarımsakçı mı, yoksa kitapçı mı?” sorusunun verdiği itkiyle olduğum yerde duruyorum. O kadar olaya şartlanmışım ki on iki yaşlarında, zayıf ve esmer bir çocuğun çayımı vermek için önümde dakikalarca dikildiğinin bile farkında değilim. Sonuçta çayı elime tutuşturup gitti. Çayı içmeden merakımın cevabını almak için izlemeye koyuldum. Bir saate yakın olanları izledim. Balcı beş kavanoz bal, üç kavanoz polen, dört petek bal sattı. Sarımsakçı, yirmi altı demet satış yapıp tezgâhını neredeyse boşalttı. Kitapçıya uğrayan kimse olmadı, kitaplara yan gözle bile olsa bakan… Sekiz yaşlarında bir çocuk bize doğru yönelse de annesi olacak, bir kadın tarafından ellerinden tutulmak suretiyle pazarın içine doğru götürüldü.
Güneş rengini kaybetti birden. Rüzgâr üşütmeye başladı. İnsanların kalabalığı ve yürürkenki kabalığı kalbimi sıkıştırmaya başladı. Bir serçe sinirimi bozacak kadar başımın üstünde uçup durdu. Daha fazla orada kalamayacağımı anlayarak eve dönme arzusuyla hızlı hızlı yürümeye başladım. Eve giden sokağa girdiğimde ellerimde bir şeylerin olduğunun farkına vardım: Bir kitap, bir demet sarımsak, bir kavanoz bal… Ne!.. Evet, aynen öyle! Bilincim kaybolmuş, şuurum kapanmış olacak… Kitabı sokağımızın kitap okuduğunu bildiğim gencinin eline tutuşturdum, balı çöplerden bir şeyler toplayan adama verdim. Sarımsak demeti elimde, eve döndüm. Sarımsak demetini dörde ayırıp herbir parçayı evin farklı yerlerine astım. Kötü ruhları değilse bile; kötü duyguları, kötü insanları kovar diye…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.