- 533 Okunma
- 1 Yorum
- 3 Beğeni
615 – KARAM
Onur BİLGE
“Kara’m,
Yağmurla ıpıslak gelmiştin yanıma. Esmer güzeli, ay yüzlü, karakaşlı kara gözlü, kapkara saçlı inadına iri iri masmavi gözlü, önlüklü liseli bir kızdın. Başını kaldırıp ıslak ıslak yüzüme baktığında kıvrık kirpiklerin geri devrildi, kaşlarına değdi ve mavimsi beyaz içindeki lacimavi gözler, gözlerimi deldi. Kimin nesi, neyin fesi olduğunu bilmiyordum.
“Ey Yabancı! Kimsin sen? İns misin, cin misin?” diye sorsaydım sana, masallardaki karşılaşmalarda olduğu gibi.
“Ne inim ne cinim. Senin gibi bir beniademim.” deseydin. İn, mağara demektir. O zaman masallarda değişikliğe uğramış olmalı. “İnsanım!” deseydin de iki yaratık arasında kalmış gibi olmasaydın.
“Nerden gelir, nereye gidersin?” diye sorduğumda, masal icabı:
“Yağmurdan geldim, yağmurlar getirdim. Bundan sonra hep ağlayacaksın.” diye cevap verseydin de hazırlıklı olsaydım uzaklara gittiğinde yaşayacağım ruhsal olaylara.
Bilmem ki hangi masaldan çıkıp gelmiştin. Islak bir martıydın. Islanmamış tek tüyü kalmamış. Sarkmıştı kanatların. Sular akıyordu her tarafından. Üşümüştün, ürkektin. Kekrektin, boğazımda kaldın.
Ne kadar kısaymış hayat! Merhaba ile elveda arasına sıkışıp kalmış. Hayat, seninle birlikte yaşanandan ibaretmiş. Onlarca yıl arasına saklanmış. Uzadıkça uzayan bunalım yüklü sıkıntılı zamana oranla, göz açıp kapayıncaya kadar yaşanıp biten bir anmış. Sıkıntılı dönem ayak direrken, geçmek bilmezken, sen rüzgâr gibi esip geçtin hayatımdan.
Bu gece rüyamda gördüm seni. “Sen o sen değilsin!” dedim sana. “O ben nasıl bir bendi?” diye sordun. Sen, sendeki seni bilemezken, bendeki seni nereden bilecektin! Sen İzmir’deyken ben Antalya’da yaşamıyordum ki! Antalya’da azar azar ölüyordum! Yavaş yavaş gömülüyordum Andızlık’a.
Yastık değişir, kader değişmez. Bende böyle oldu, sende de öyle olacak. Kaderin, sen gitmeden gidecek, geçip başköşeye kurulacak. İzmir’de oynanan piyesin ilk perdesinden sonra kısa bir ara… Şimdi ikinci perde burada açılıp kapanacak. Bilmem kaç perdelik bir oyundur hayatın. Neler yazıldıysa, nasıl sergilenmesi gerekiyorsa o şekilde sürecek ve neticelenecek.
İnsan çekeceği çileye de âşık olurmuş. Ben de âşık olmuştum âşka. Çünkü o, dünyanın en güzel, en yaşanası duygusuydu. O yönden piyango bana vurmuştu!
Gerçek karakterini nerden bilebilirdim ki! Kavun değildin ki koklasaydım, karpuz değildin ki yarıp içine baksaydım. Yüzü güzel olanın huyu da güzel olur sanıyordum. Yüzü güzel değil de huyu güzel olanın sevilmesi tavsiye ediliyordu.
Yalnızca fotoğrafını mı görmüştüm senin? Gerçeğinden ne kadar da uzakmış! Dışından bakmışım sana, içinden değil. Bir süreliğine görmüşüm, tanıyamamışım. Karakter, uzun sürede verir kendini ele. Öyle birkaç günde, birkaç ayda anlaşılmaz. Yıllarca gizli kalabilir, saklandığı delikte. Hayranlık mantar gibi büyür de karşıdan bakılınca, sonsuza kadar süren karakter, zamanla anlaşılır.
Sık sık yakınıyorum ya fakirliğimden, cahilliğimden… Cemiyette saygın bir yer edinememekten… Arzu ettiğim okulları bitirip, yıldızlarla süslü şık üniformalar giyememekten… Hayal ettiğim yerde olsaydım, istediklerime kolayca ulaşabilirdim. Zaman farkı belimi bükmeseydi, seni bile elde edebilirdim belki.
“Bir şeye benzemeyen hayatımı yırtıp atmak, tertemiz bir sayfa açarak yeni baştan yaşamak istiyorum. Yaptığım hataları asla yapmadan… Keşke mümkün olsa da başa sarabilsem! Bir hayat hakkı daha tanınsa bana! Böyle yılanlar gibi sürünen değil da kartallar gibi yükseklerde uçan biri olsaydım! Bana yüksekten bakanlara inat, herkese yüksekten baksaydım! Gözüme kestirdiğimin tepesine inip, kaptığım gibi götürseydim, paramparça edip yeseydim! Böyle şeyler geçiyor içimden benim!” dedim bir defasında Kaptan’a.
“Bu âlemde ne olursan ol, nasıl yaşarsan yaşa, kendine saygını yitirme! Kendini kınadığında tövbe ederek yırt at hatalarını. Tertemiz bir sayfa daha aç, hayatına. Atide tekrarlamamak için mazideki hatalarını unutma! Unutma ki mezar taşına ne yazılırsa yazılsın, itibarınla alakalıdır, mühim olan, Allah’ın huzurunda açılacak olan defterinde yazılı olanların sebebi olan karakterindir.” dedi sakin sakin ve devam etti:
“O karakterdir seni mutlu veya mutsuz eden. Güç durumda bırakan, isyan ettiren, günaha sürükleyen… İnsan yaratılmak, Allah’ın lütfudur, insan olmak kolay değildir. Allah insanı eşrefi mahlûkat olarak yaratmıştır. O ise kendisini, dolayısıyla Yaratan’ı ve haddini bilmezse esfeli safiline kadar iner.”
“Nankör Kedi!” diyorum, sana kızdığımda. O zaman da ikaz ediyor beni.
“İnsanların kusurlarını belirtirken neden masum ve mazlum olan zavallı hayvanların adlarını zikrediyorsun Necmettin? İnsana ait sıfatla tarif etsene! Kedi olmak kusur mu!” diyor.
Adamlık boya bosa, güzelliğe bağlı değil ki! Adam olmayanın üstünü çizmek lazım… Ona düşman bile olunmaz. Ne renk giyersen giy, bundan sonra benim
için karasın! Yılanın derisi değişir, huyu değişmez. Aşkın, gönlümdeki sönmek bilmeyen ateş olsa da bendeki saygınlığını kaybettin.
Hayvanlar kendi hallerinde yaşar giderler, şikâyetsiz. Belki de kendilerini beğendiklerindendir. Maymun memnundur maymunluğundan. Koşar, oynar, ağaçlara tırmanır. Dilediği meyvelere rahatça ulaşır, alır, yer. Çeviktir. Oyunculukta ustadır. Zeki sayılır. İnsanları hayran eder bu özellikleriyle. İkiyüzlüleri ona benzetiriz.
Ayı daha güçlüdür. Meyve bulamazsa et yer. Aç kalmaz. Ağaçlara tırmanamaz ama suda yüzecek kadar yeteneklidir. Kaba insanları ona benzetiriz.
Fil, hortumunu ustaca kullanarak ağaç dallarını koparır, körpe otları toplar yer. Suyu da onun vasıtasıyla içer. Dilediği zaman koca cüssesiyle yıkanır. O haliyle çok hızlı koşar. Çok yemek yiyenler ona benzetilir. Obur insanlara “Mohini” denir.
Nedense herkes övünmeyi sever. İki taraflı heybesi omzundadır. Göstermek istediği özelliklerini önündeki cebe koyar, gizlemek istediklerini arkasındaki cebe atar. Üstün görürler kendilerini. Ben daha çok sevimsiz taraflarımı görüyorum. Mutlaka değerli özelliklerim de vardır ama sergilemek için çırpınmam. Olduğum gibi görünmeye çalışırım.
İyi ki ekabirden değilim. İyi ki cemiyette arzu ettiğim yere gelememişim. Öyle olsaydı belki büyüklenmekten kendimi alamazdım. Kibir kıvılcım kadar olsa, bütün iyi amelleri ve ibadetleri yakar, kül edermiş. İyi ki iler tutar yerim yok!
“Kendini kınamaktan vazgeçme ama başkalarını oldukları gibi kabul et. Doğruyu yanlıştan ayırma konusunda hassas ol! Yaptıklarından sorumlu olduğunu asla unutma! Kendi gidişatını düzeltmek için kesin kararlı ol! İnandığın şey uğruna elinden ne geliyorsa yap! Sevmekten vazgeçme, sevilmeyi talep etme! Hayatta her yapacağın şeyi, en ince teferruatına kadar düşünmeden yapmaya girişme! Burada atacağın her doğru adım, cennete doğru attığın büyük bir adımdır. Sakın unutma!” diyor, Hazreti Kaptan! Aynı şeyleri ben de sana diyorum.
Sen kendin için ne diyorsun, bilmiyorum ama ben ademim. Adem yokluktur, hiçliktir. Âdem oğlu değil miyim! Topraktan gelmişim, toprağa gidiyorum. Başka ne olabilirim!
Beniadem”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 615