- 261 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bir Halil Sezai kolay yetişmiyor beyler!
Umarım hafızam yanıltmıyordur arkadaşım. Denzel Washington’ın ülkemizde ’Gazap Ateşi’ ismiyle gösterilen ’Man on Fire’ filminde şöyle bir sahne hatırlıyorum: Washington, koruduğu çocuğun kaçırılmasında payı bulunan kimi enselese, ondan şöyle birşey duyuyordu: "Dostum, kişisel birşey değildi, sadece işti." Kimi yakalasa söylediği buydu. En nihayet şu kem tekerrürden iyicene bezen adamımız da içlerinden birisine hikmetle patladı: "Hep aynı lanet cümleyi işitip duruyorum. ’Kişisel birşey değildi.’ Bana bak serseri. Bir çocuğu öldürmüşsen bu kişiseldir."
Farketmişsindir sen de. ’Profesyonellik’ tabiri şimdilerde iki kasıtla da kullanılabiliyor. Yani hem ’ahlakîlik’ için hem de ’ahlakdışı’ kalabilmek için. Evet. Şaşırma. Davranışlarını duygularının ’tahrip edici’ yanlarından koruyabilenler de aynı başlığa sığınabiliyorlar, ’onarıcı-sağıcı’ taraflarından kaçabilenler de. Sözgelimi: Muhatabının tüm manipülatif tavırlarına rağmen sâkin kalabilen de ’Profesyonelim!’ diyebiliyor, kırk yıllık çalışma arkadaşını tek hatasında gözünü kırpmadan işten atabilen de. İki kesim de aynı ’robotik meşruiyet’in duvarlarında gölgeleniyorlar.
Hal böyle olunca amatörlüğün rağbet edilesi yanları da ortaya çıkıyor. Büsbütün profesyonelliğin hegemonyasını kıramasalar da daha başka bazıları şöyle ifadeler kullanabiliyorlar mesela: "İlk başladığımız günkü amatör ruhla ama aynı zamanda yılların kazandırdığı profesyonellikle hizmet vermeye devam ediyoruz..." Yanıltmasın. Burada teberri edilen şey yukarıda kötülediğimiz şey değil. Burada profesyonelliğin amatörlüğe nazaran sahip olduğu istiğnasına kem gözle bakılıyor. Duygusuzluğun müşterilerle ilişkilerde ilgisizliğe dönüşmeyeceğine tevbe çekiliyor. Yoksa bizim büyümesinden endişelendiğimiz ahlakdışı alanın pek örselendiği yok.
Aynı ikircikli neşv ü nema sanatçının sanatla olan ilgisinde de artmakta. Örneklerini sıklıkla yaşıyoruz. Halil Sezai’nin eylediği bunlardan yalnızca birisi. İslam’ın, ferdi, hayatın her alanında sorumluğu tuttuğu ’istikamet’ ne ulemasını ne vüzerasını ne de sanatçısını dışında bırakırdı halbuki. Hiçbirisine iltimas geçmezdi. Misal: Bilgin bilginin ahlakını taşıdıkça bilgeydi. Güzel güzelliğini iffetle sarıyorsa güzeldi. Ağa ağalık yaptıkça ağalığına inanılırdı. Yani kemal ahlakıyla tartılırdı. Mihengi oydu. Bir meziyetin ahlakta yansıması yoksa varlığına inanılmazdı. Adamlık ayrı bir pahaydı. Güzel ahlakla alınırdı. Başka şekilde gelen müşteriyi tanımazdı.
Fakat Batılılaşmayla birlikte bizde de ’iyi’ ve ’güzel’ birbirinden ayrılmaya başladı. Şimdilerde iffet bakımından ne kadar pejmürde olursa olsun bir kadın sûretinden prestij kazanabiliyor. Veya bireysel hayatında ne kadar falso yaparsa yapsın ticarî başarısı işadamının itibarını kanıtlayabiliyor. Gözlemi başka alanlara da taşıyabiliriz. Ressam, yazar, komedyen veya diğer birşey. Onun sahne gösterisini ahlakından ayrı görmeye başladık artık. Ölçülerimizi salladık. Boşverdik. Bedelini de giderek daha sığ insanların ’sanatçı’ unvanını yakasına takmasıyla ödüyoruz.
Tecrübeler gösteriyor ki: Sanatı ahlaktan ayırmak hem sanatı hem ahlakı öldürüyor. Çünkü gündelik yaşamında ahlakın gereklerini yüklenmeyi öteleyen sanatçı, gün geliyor, sanatına karşı da aynı ahlakî yükümlülüğü hissetmez oluyor. Yani ahlakını sanatlaştıramayanlar en nihayet ahlaksızlığı sanatlaştırıyorlar.
Bunlar aklıma nereden geldi? Oraya geleyim arkadaşım: Geçenlerde Maide sûresini okurken 63. ayetin hikmetine takıldım. Arapçam maalesef yok. Biraz tefsirlere biraz da meallere baktım. Nesil Yayınları’nın mealinde şöyle ifade edişe rastgeldim: "İleri gelenlerinin ve âlimlerinin onları günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırmaları gerekmez miydi? Onların sanat haline getirdikleri ne kötü birşeydir!" Kur’an’da âlimlere en sert hitabın bu ayette geçtiğini söylüyor kimi müfessirler. Evet. Fakat burada şuna da dikkatinizi çekmeliyim: Çoğu mealde ayetin ahirindeki mana "Onların yapıp durdukları ne kötüdür!" gibi şekillerde aktarılmaya çalışılıyor. Meal Kur’an değildir. En açık delili de bu tarz farklılıklardır. Her neyse.
Sadede gelirsem: ’Yesneun’ kelimesinin ’sanat’ ile bağı nedeniyle, ’sanat haline getirdikleri’ manası büsbütün reddedilecek birşey değilse, ki o mealin heyetindekiler sorun görmemişler, ondan kalbime damlayanı arzetmek isterim. Hani, deyimdir, halk arasında kullanılır: "(...) yapmak sanatı olmuş..." Sözgelimi: Sözünde durmamak sanatı olmuş. Yalan söylemek sanatı olmuş. Vaktinde gelmemek sanatı olmuş. Sivas’ta bu gibi tabirler bahsi geçen kişinin kem özelliklerinden artık gocunmadığı, yüzüne söylense dahi alınmadığı, hatta aldırmadığı manasına sarfedilir. Yani o insan bu özelliğinden dönmez. Değiştirilmez. Kendisiyle bütünleşmiştir bu hamlık artık.
Ben bu tabirde şöyle bir incelik daha görürüm ki, zikrettiğim ’profesyonellik’ eleştirisiyle de ilgilidir, şöyledir: Kişioğlu birşeyi sanatı haline getirdiğinde o kemlikle duygusal bağını da kesmiş olur. Duygusal bağını kesmek ne demek? Ahlakî sorumluluğu artık hissetmemek demek. Yani eylediğini ahlakdışı bir alana taşımak demek. En azından kendince öyle sanmak demek. Çünkü ahlakın duygusallıkla yakın bir bağı vardır. Evet. Bir insan yaptığı-ettiğiyle hissiyatça bir etkileşim içinde değilse modern dünyada bu ’profesyonelleşmek’ olarak algılanıyor. Garibanın birisi borcunu ödeyemese mesela, vazifeli memurun da erteleme imkanı olsa, fakat bankasının kârı adına yapmasa, bu ’profesyonellik’ oluyor. Duygunun zayıflatıcılığı(!) dışarı ediliyor.
Yani âdemoğlu-kızı mesleğini âdemiyet alanından uzaklaştırıyor. Robotlaşıyor. Betonlaşıyor. Kurumlaşıyor. Bu tarz bir sorumluluğu umursamıyor bile artık. İşte, Allahu’l-a’lem, sanki yukarıdaki ayetin içeriğinde de böyle bir mana katmanı bize gözkırpıyor arkadaşım. Nasıl? Açalım: Adam âlim. İlmine denecek birşey yok. Ancak o ilmin kendisine yüklediği duygusal gerilimden yoksun. Sorumluluk hissi kalmamış. Bu yüzden ilim sahipliği onda ancak bir sanat olarak kalmış. Bir meslek olmuş. İşini yapıyor. Evine dönüyor. Halbuki, yukarıda da ifade etmeye çalıştığımız gibi, İslamca o ilmin ’amatörlüğünü’ arttırması lazımdı. Ruhî gerilimini çoğaltması lazımdı. İnsanları doğruya çağırmak için daha fazla sorumluluk hissetmesi gerekirdi. Ancak öyle olmadı. İlmiyle ahlakının bağını kopardı. Meziyeti sanatı oldu. Tasannulaştı.
En doğrusunu Allah bilir. Ben kalbime gelen birşeyi paylaşmaya gayret ettim. Kusuruma karşı güvencem yine Rahman u Rahîm’in rahmetidir arkadaşım. Gazabını aşan şefkatidir. Cenab-ı Hak’tan hepimiz adına dileğim: Bize taşıyacağımız ilmi versin. Verdiği ilmi taşıtsın. Yine Kur’anî tabiriyle ’kitap yüklü merkep’ yapmasın. İlmimizi imtihanımız kılmasın. Sanattan önce ahlakımız olsun. Âmin. Âmin. Âmin.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.