Vaşak
Bir cennet varmış, bir de vaşak. Vaşağın gözleri pırıl yeşil, kürkü altınmış.
Vaşak çok mutluymuş, çok da zeki. Bu cennete seçildiği için dua üstüne dua edermiş.
Ama hiç arkadaşı olmazmış. Olsa bile ona sahte yapay gelirlermiş. Onun üstün zekasına yetişemezler, ince mizacını kavramazlar, onu yanlış anlayıp zor durumda bırakırlarmış.
Ama vaşak çok sıkılmış. Bu kadar güzel olup yalnız kalmak nasıl bir kader anlamazmış.
Bir gün feleğe meydan okumaya karar vermiş. Ve o anda bir kaplumbağa fark etmiş.
Hemen yanına gitmiş. Tanışmışlar. Kaplumbağayı yiyemez nasıl olsa. Kaplumbağa rahat.
Vaşak cennetin güzelliklerinden bahsetmiş, ve az ötedeki nehri seyretmeye davet etmiş kaplumbağayı. Ama kaplumbağa o kadar yavaşmış ki vaşak sessizce orayı terk etmiş.
Aradan birkaç gün geçince, vaşak bir ağaca bakmış bakmış durmuş. İçinde bir özlem fark etmiş. Masumiyete, duruluğa duyulan koca bir özlem. Çok zayıf ve kötü hissetmiş kendini. Uzun süre ağlamış.
"Keşke" demiş "kaplumbağa yanımda olsaydı en azından."...
Meğerse kaplumbağanın özel gelişmiş yetileri varmış. Vaşağın asıl aradığının doğa güzelliği değil iç güzelliği olduğunu ta o zaman biliyormuş ki o yüzden yavaş yaratılmış. Ve nehrin akan suyu değil de, vaşağın içine akıttığı göz yaşlarını dilemişmiş...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.