- 396 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SESİMİ DUYAN VAR MI
✔️ SESİMİ DUYAN VAR MI? ✔️
1999 senesinin Ağustos ayının 16. gününü 17. güne bağlayan ve hemen herkesin diline tarifi imkânsız bir acıyla "pi sayısı 3,14" gibi pelesenk olan o iğrenç rakamın, 7.4 şiddettindeki depremi yaşadık önce. Merkezi güzel İzmit’in Gölcük ilçesiydi..
İşim gereği neredeyse ayda bir kez ziyaret ettiğim Eskişehir’den İstanbul Esenler otogarına henüz yeni inmiş ve iner inmez de anlık bir karar vermiştim..
"Saat 02:47 bu saatte eve kadar taksiyle gitmek yerine, İsmail Ayaz seyahat firmasının servisiyle Bakırköy’e gitmek ve sabahı orada karşılayıp çoluk çocuğu da alarak öğle saatlerinde kendi evime mi geçsem acaba? Evet öyle yapayım."
Oldum olası çok çabuk düşünür ve düşündüğümü de aynı hızla hayata geçiririm.
-Öyle yaptım yine-
Çocuklarımın annesini gecenin bir yarısı; "uyumuyorsan oraya geleyim" telefonumla uyandırdım. Allah var; "bekliyorum" dedi hiç oflayıp puflamadan..
Servis aracı henüz Bakırköy sapağını geçmiş ve İncirli caddesinde ilerliyordu..
Neyin nasıl olduğunu hâlâ zihnimde bir zemine oturtamadığım o korkunç sahnenin perdelerinin açılma vakti gelmişti!
Kocaman servis minibüsü geliş ve gidiş yollarını ayıran yolun ortasında bulunan setin üzerine, adeta bir yaprak gibi savruldu ansızın!
İlk anda ne olduğunu anlamadığımız bu dehşet sarsıntının sebebinin, 7.4 şiddetindeki Gölcük merkezli deprem olduğunu anladığımız an, yüzlerce aracın tonlarca yükü karşısında bile tepkisiz kalan asfaltın üzerinde ayakta durmakta zorlanıyorduk!
Bugün bile o günü o anı soranlara hep şu ifademle izah etme çabasında olurum; " Hani yanan bir ateşin üzerinden herhangi bir objeyi izlersin ya, hani izlediğin objelerin ateşin üzerinde adeta titrediğini yahut da dans ettiğini zannedersin ya, heh işte tüm o nesleri yol boyu sağlı sollu dizili kocaman apartmanlar olarak düşün, aynen öyle bir durumdu gözlerimle şahit olduğum!"
Cadde ve sokaklara dökülen korkmaya fırsat bulamamış yüzlerce insanın feryatları nasıl bir dehşet anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
Büyük kızım tam kırk günlük bir bebekti o gün ve çiçeği burnunda yirmi beş yaşındaki babası ben; işte tam o gece saatler 03:02’yi gösterdiği an "kırk bir bin milyar" parçaya bölünmüştüm!
-Yaydan savrulan bir ok gibi koştum.-
Kızıma ilk defa kırk gün önce hastanenin bebek odası dedikleri o yerde sarıldığım gibi değil, bu defa korku ile karışık bambaşka bir duyguyla, ağlaya ağlaya sarıldım! Nasıl mı? Anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
-Bitse de gitsek!-
Aylar sonra Bolu’da bir esnafın mütevazı işletmesinde çaylarımızı yudumluyor ve havayı suya, siyaseti spora, siyahı beyaza bahane ederek ekonomi odaklı ateşli bir sohbet ediyorduk..
Kelimelerimi birbiri ardına dizerek Galatasaray taraftarı müşterimi sinirlendirmek anına gelmiştim ki.. Dibimiz Düzce merkezli 7.2 şiddetinde olduğunu dakikalar sonra öğrendiğimiz o korkunç sarsıntı ile devrildi tavana asılı tüm avizeler!
-Bu defa koşacak bir yerim yoktu!-
Hiç iyi değilken "iyiyim, yaramazlık yok" demek zorunda kalan laf olsun işte cevabı ile konuştum telefonumu her arayanla! Bolu seyahatimin o andan sonrası ile ilgili hiçbir şey hatırlayamıyorum! Neden mi? Anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
Erciş ilçesinde büyük kayıplara sebebiyet veren 23 Ekim 2011 tarihli 7.2 şiddetindeki depremin haberini, deprem anında Van’ın Cumhuriyet caddesi üzerinde esnaf olan bir müşterilerim ile yaptığım telefon görüşmesi esnasında, belki de bir çok haber merkezinin bile haberi yokken istemeye istemeye aldım ben! Karşımda konuşan insanın sesi nasıl mı bir anda buz gibi donar? Anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
-Saatler sonra enkaz görüntüleri-
Her zaman olduğu gibi Van’ın Erciş ilçesinin yaralarını sarabilmek için de aynı milli şuur ile adeta yardım seferberliği ilan etti devlet millet el ele.
-Ürettiğim cihazların hemen hemen bütününe yakın kısmını tüketirdi Van ili ve ilçeleri.-
-Erciş çadır kent dedik istikamet-
Aracımızı tıka basa erzak kolileri ile doldurarak koyulduk yola. İlk defa herhangi bir iş için değil yardım için düşmüştüm yollara. Çadır kent içinde şahit olduğum o boncuk boncuk ıslanan yorgun, tedirgin ve yaş dolu gözleri unutmam, unutamam yani, unutulamaz!
"Bir iki gün sonra Bayram yahu nereye?"
Bu cümlenin bayram kısmı ile ilgili yüzlerce yazı yazarım da neyse!
Kasım kasım kasılarak yürüyenleri getirip; "bak ulan, bak burası koskoca Van ili ve burası da onun en büyük caddesi Cumhuriyet caddesi" demek isterdim onlarca onursuza yalan yok!
Erciş’te gözyaşları ile dağıttık beraberimizde getirdiğimiz erzak kolilerini ve dönüş öncesi konaklamak için Van’a geçtik.
Ekseriyetle Van’ın merkez PTT’si bitişiğinde bulunan ASUR otelde konaklardım. Bir sebebi yoktu ama o PTT’ye bakan tarafında harika bir balkonu vardı ve adeta bir bahçeyi andırıyordu bana. Belki debu sebeple seviyordum kim bilir?
-Karar verdik Bayram Otel-
Daha önce defalarca konaklamış olmama rağmen sevmedim, sevemedim Bayram oteli. Yani ne bileyim, resepsiyon bir yerde lobi üst katta falan, bir acayip gelirdi bana, sevmezdim yani.
Bayram otel kararı yol arkadaşım Hakan’ın fikriydi. Aklı fikri gösteriş merakında olduğu için belki de bilmiyorum. Bayram otel dedi kırmadım.
Eşyalarımızı üçüncü katta bulunan odalarımıza bırakıp, yemek için indik Cumhuriyet caddesi üzerine. Caddeler ve sokaklar bomboş, adeta terk edilmiş bir haldeydi. Bir çorbacı bulup doğurduk karnımızı alelacele. Bayram otelin kapısında karşılaştık Asur otelin sahibinin oğlu ile.
"Samim ağabey hayırdır yahu bayram üzeri Van’da ne işin var?" Bu sorunun cevabını bile utana sıkıla verdim. Neden mi? Anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
"Vallah bırakmam, bizim otele gidiyoruz" ısrarına "yahu ayıp olur yerleştik Bayram otele" diyerek cevap vermeyi denedim ama dinlemedi. "Ne ayıp olacak yahu, zaten uzaktan akrabam olur onlar yabancı değiller, hem ben senin sohbetini özledim be ağabey, de haydi bizim otele" dedi.
-Dediğini de yaptı-
Asur otel’in PTT’ye bakan balkonunda evvelâ çaylarımızı yudumladık karşılıklı. Bayram otelde olduğu gibi Asur otelin de içinde arama kurtarma ve sağlık çalışanları vardı. Kimi ailesi ile elindeki telefon aracılığı ile görüşüyor, kimi de sevdiklerine mesajlar yazıyordu.
Bir kaç dakika sonra lobiye doğru hareketlendik sohbet ederek. Otel müdürü ile merhabalaşmamış olduğumuz için sanırım oldu bu hareketlenmemiz.. Tokalaşma faslı sonrası hal hatır merasimi derken ayak üstü kahvelerimiz de geldi.
"Yahu müdürüm, en kötü şartlarda bile Van gerek ticari gerekse de günlük telâşe anlamında dehşet kalabalık olurdu, ne bu şehrin hâli, in cin top oynuyor?" her şeyden habersiz sorduğum bu anlamsız soruma, evvelâ tebessümle cevap aldım. Sonra; "herkes korktu ama yakında ....." cümlesinin bitmesine imkan vermedi 5.7 Edremit merkezli o dehşet verici uğultu ile birlikte başlayan sarsıntı!
Lobiden caddeye kendimizi nasıl atmayı başardık hâlâ anlamış değilim ama artık. Hatta o anın en net ispatı da bir mobese kemara kaydı ile film gibi yayımlanmıştır.
Otel kapısına inmek için toplam 3 ya da 5 basamak vardı ve acaba ayaklarım hangisinde iken yukarıdan kopan bir mermer parçası omuzuma düştü hatırlamıyorum! Bildiğim ve hatırladığım tek şey, kendi kendime "yine mi lan" dediğim!
Otel kapısından yolu ikiye ayıran bölüme geçişimiz ne kadar bir sürede oldu derseniz, anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
İşte tam da o iki yolu birbirinden ayıran bölüme ulaştığımız an devrildi büyük ve dehşet verici bir gürültüyle Bayram Otel dört yola!
Gerçekte neyin yıkıldığını ve neden yıkıldığını bile anlamıyor, anlayamıyorduk! Sanki bir el bir düğmeye basmış ve tüm algılarımızı devre dışı bırakmıştı o an!
Dehşet bir toz kaplamıştı her yanı! Nefes almakta zorlanıyor hatta "boğulma hissinin kardeşi" dediğim yepyeni bir hisle tanışıyorduk! Enkazdan kalkan o dehşet kokulu tozdan sakınmak için arkamızı döndüğümüzde, ikinci bir gürültü ve ikinci bir toz bulutu kapladı ortalığı! Nefes almanın nasıl büyük bir nimet olduğunu işte tam o an anladım, anladık!
Sadece bir kaç dakika önce konaklamayı düşünerek içinde olduğumuz Bayram Otel önümüze, onun enkazından kalkan tozdan dolayı nefes alamadığımız için döndüğümüz yolun diğer tarafında ise bir başka bina, dersanenin yıkıldığını haykırıyordu daha önce hiç duymadığım sesler!
Dakikalar sonra toz bulutu dağıldığı an gördüklerimi anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
-Sadece şu kadarını hatırlıyorum-
Kocaman Bayram otelin enkazından yükselen ve sadece kulaklarımı değil yüreğimi parça parça eden iniltiler duyuyordum ve enkazın en üstünde yer alan, ayak parmak uçlarımızla ise neredeyse yan yana duran o devasa çatının, bir ucuna da benim ellerimin kenetlenişi ve bizde az evvel bu binanın içinde, buradaydık diyerek ağlaya ağlaya çatıdan bir parçayı kaldırabilme çabam/ız!
Siren seslerini, gaz kaçağı var anonslarını, ve hiç unutamayacağım; " enkaz altından yükselen çaresiz iniltileri" ile kocaman ama kocaman bir yaradır yani "deprem" kelimesi şuramda! Bu sebeple belki de, anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
İzmit’ten İzmir’e kadar depremler ile kaybettiğimiz tüm canlarımıza herkes gibi Allah’tan rahmet dilerken, yaraların sarılması için adı"devlet baba" olanın en üstünden en altındaki makamına kadar kim varsa yalvarıyorum; "Allah rızası için milletten aldıklarınızı ne idüğü belirsizlere değil, bu ve benzeri durumlar için namusunuz gibi muhafaza ederek, lüzumu halinde gerçek sahipleri olan millete verin artık" diyor ve ilave ediyorum; "gün için değil dünü düşünerek yarınları inşaa edin artık!
Neden böyle bir cümle kullandığımı sormayın n’olur. Anlatamam, anlatılmaz çünkü, anlatılamaz!
Ramak Kaldı / (Samim İĞDE)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.