- 580 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
613 - BAĞ
Onur BİLGE
“Bağ’ım,
Bana o kadar yakındın ki ben gibiydin. Kendimi sana o kadar yakın hissediyorum ki biz kalmamıştı. Ben desem ben değildim. Sen kalmış bir ben olmuşum, biz yerine.
Birbirimize o kadar yakındık ki tek ruh gibiydik. Ben sende değildim muhakkak, sendin bendeki. Aynada yüzüme bakan da sendin, ben değil. Senin gözünle bakıyordum dünyaya emin ol!
“İnsan kendisi olduğu bilinciyle yaşamaya devam ederken, her an kendi varlığını hissederken, biri çıkar karşısına ve ona öylesine sirayet eder ki onu ihata eder. O zaman o kişi kendisini unutur, aklına bile getirmez onu düşünmekten ve hissetmekten... O zaman o, onun hissettiklerini hissetmeye başlar. Karşılıklıysa, diğeri de kendisini değil, onun duygularını algılamaya başlar. “Çok fazla sevgi ve kalbi kalbe raptetmekle olan olaydır. İrtibat kurmaktır. Rabıtadır bunun adı.” diyor Kaptan bu işe.
Benliğimi o kadar çok etkilenmiştin ki, ansızın adımı sorsalar, bir süre düşünmem gerekecekti. Herhangi bir işe koyulduğumda, otomatikleşen hareketlerle, robot gibi çalışıyordum. Nasıl ki benliği yoktur onun, aynen öyle… İyice daldığım esnada, öyle bir an geliyordu ki hayalin beliriyordu bakmakta olduğum nesneyle gözlerimin arasında, boşlukta. Diyelim ki kapıdan giriyor gibisin, bir de bakıyordum ki kapı çalıyor, sen gelmişsin.
Nerede olursam olayım, bir anda iki kulağım birden kapanıyordu dış seslere, “Vın!..” diye farklı bir sinyal almaya başlıyordum. O anda ev telefonumun çalmakta olduğumu düşünüyordum. Eve döndüğümde, ben yokken ara ara aradığın için tekrar arıyordun. İlk sorduğum o oluyordu. Cevap hiç sekmiyordu. Her zaman aynıydı. Yani bahsettiğim sinyali aldığım anda sen beni aramış oluyordun.
Böyle mükemmel bir telepatik bağ, anne ile evladı, bir de ikizler arasında kurulabilirdi. Onların da hepsi değil, bazıları aynı anda aynı şeyleri hissederler, her türlü duyguyu aynen hissederler. Bu bağ eşler arasında da kurulabilir. Ancak ortada ortak bir varlık varsa… Eşi doğum yaparken sancı çeken erkekler vardır. İkisi de bebeğe odaklanmışlar, sevinç ve heyecanla onu beklemektedirler. Aynı yere yoğunlaşanlar birlikte transa geçebilirler.
Sen benim neyimdin ki! İkizim mi eşim mi! Kan bağımız da yoktu. Bu bağlantı nasıl bu kadar güçlü olabiliyordu? Bunu da paylaştım Kaptanla. “Aranızda bir irtibat meydana gelmiş. Onda da aynısı oluyor muydu, bilmem ama sen senlikten çıkmışsın, o olmuşsun. Beyninin tamamını ona tahsis etmişsin. Her an onu düşünmüş, düşüncelerine başka bir şey katmamışsın. Haliyle aranızda bir rabıta başlamış. Bunu sen, beyninle yapmışsın.” dedi.
“Rabıta ne demek Kaptan Ağabey? Bağlantı mı demek istiyorsun?” diye sordum. Meğer tasavvufi bir terimmiş. Ben doğru dürüst dinimi bilmiyordum ki tasavvufa dair bir terimi nerden bileceğim! Haliyle merak ettim. Zaten bu bahsettiğim durumun nasıl gerçekleştiğini merak ediyor, işin imini cimini öğrenmek istiyordum. Anlatsın da ne kadar anlatırsa anlatsın!
“Rabıta da ne demek Ağabey? Şu işin nasıl olduğunu bana bir anlat da istersen saatlerce anlat! Usanmadan dikkatle dinlerim. O kadar düşündüm, sebebini anlayamadım. Cinlendim falan sandım, inan ki! Kimseye de bir şey diyemedim. Aslında periye cine de inanmam ya… Tek ihtimal kalıyordu, o da oydu!”
“Cin şeytan işi değil o arkadaşım! Hissikablelvuku… Yani sizin deyiminizle telepati bağı… Tasavvufta rabıta denir buna. Salik zikre başlamadan önce…”
“Sözünü balla kesiyorum Ağabey. Salih ne demek? Kim o? İyice anlamak istediğim için soruyorum.”
“Salih değil, kardeşim, salik…”
“Nedir o? Anlamadım.”
“Süluk eden… Tırmanan… Allah’a ulaşmak için mânâ âlemindeki basamakları çıkmaya çalışan… Seyri sülûk eden… Yükselerek, tırmanarak ilerleyen…”
“Aklıma sülük geldi. O kan emici de mi tırmanır acaba? Yoksa ondan mı?”
“Orasını bilmem. Devam edebilir miyim? Müsaade eder misin artık, Necmettin?”
“Affet beni Kaptan. Bu konuyu ne zamandır merak ettiğim için heyecanlandım da… Bütün dikkâtimle dinlemek, anlamak istiyorum.”
“O zaman biraz sakin ol, sus da dinle! Anlatacağım. Ben anlatayım anlatacağımı, sen soracaklarını aklında tut, sözüm bitince sorarsın. Olmaz mı?
“Kusura bakma Ağabey ama o kelimelerin anlamlarını bilmeden dediklerini nasıl anlayabilirim?”
“Salik, süluk eden kişi demek. Salik ya da diyelim ki tespih çekecek olan birisi, abdestini alır, seccadesinin üstünde ya da temiz bir yerde dizüstü oturur, gözlerini kapatır, bütün eklemlerini boşaltır, kaslarını gevşetir, dünyayı ve dünyanın içindeki her şeyi, herkesi aklından çıkarır, bir kendisi kalır. Kalır ama öyle önceki gibi gergin değil, giderek uykuya dalar gibi rahatlamış olarak… Aklında ne mal mülk kalmıştır, ne para pul, ne alacak verecek, ne çek ne senet… Ne ana baba, ne eş ne evlat… Her şeyi, herkesi aklından çıkarmıştır. Beynini boşaltmış haldedir. Boş bir şişe gibidir. Bir süre sonra öyle bir an gelir ki hissetmekte olduğu varlığını da boş bir şişe gibi taşa çalar! Bir süreliğine olsa da yok eder benliğini… Herkes, her şey, ruhsal varlığı bile devreden çıkınca yalnız Allah kalır. Artık tüm dikkatini bir noktaya toplanmıştır. İşte o odaklanma halinde zikre başlar.”
“Zikir nedir Kaptan? Neyi zikredecek?”
“Sen her namazda veya her namazdan sonra neyi zikrediyorsun?”
“Kimi olacak, Allah’ı!”
“Namaz da salat olarak geçer Kur’an’da. Yani zikir… Zikir, defalarca tekrarlamak demek. Namaz da tekrarlanan belirli hareketler, ayetler, dualar ve sözlerle kılınır. Onda da rabıta gerekir.”
“Ne yazık ki o bağlantıyı hakkıyla yapmak mümkün değil. Benim için yani… Bilmem, belki sen, namazın başından sonuna kadar rabıta içinde olabiliyorsundur. Benden adam olmaz! Demiştim ya sana. Her seferinde halis kalple başlıyorum. Sureleri doğru okumaya çalışırken, namazın neresinde olduğumu, o anda neyi nasıl yapmam gerektiğini düşünürken ipin ucu kaçıyor. Şeytan da boş durmuyor haliyle görevini yapacak! Aklıma neler neler getiriyor! Kendime o kadar kızıyorum ki!..”
“Sen kıl da… Eksiğiyle olsa da… İhlasla olmasa da en azından emre itaat etmiş olursun. Allah kabul etsin!”
Utanmasaydım, ihlasın ne demek olduğunu da soracaktım. Belki bu defa kızacaktı. Onu sormayı başka zamana bıraktım. Ancak ne demek istediğini kabaca anladım.
Bana rabıtayı anlattı. Demek ki ben kendimden geçerek sana odaklanmışım. Seninle bağlantıya geçmişim. Onun için seninle alakalı görüntüler almışım.
Gördüğüm hayaller anında gerçekleşmemiş olsaydı, aklımı kaybettiğimi, halüsinasyon görmeye başladığımı sanacak, çoktan doktora gidecektim. Uyanık görülen rüyalar gibiydi gördüklerim. Aynı saniyede gerçekleştiğine göre sağlıklı algılardı.
Aklımla ruhumla da oynadın. Ne sağlam aklım varmış! Şimdiye kadar kaybetmediğime göre… Zaten aklımı kaybetmem mümkün değil. Ne zaman yerinde olmasa, mutlaka sana gitmiştir. Elimle koymuş gibi bulurum! Şaka bir tarafa…
Aklıma zararsın!..
Salik”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 613
YORUMLAR
Tebrikler onur hanım, bir çok konuda bilgi sahibi yaptınız.
Dilinizi akıcılığını seviyorum. Favorilerimdesiniz.
Sevgilerimle.
Onur BİLGE
Geçen bölümde "Hissikalbelvuku" İle başlayan bulanıklığım Rabıta ve Salik ve hatta zikirle biraz daha yoğunlaştı.
Önsezi
Sağlam kurulmuş bağ.
Sülük eden
Ve
Bir gurup, yol yada tarik. Ve Tekrar
Hay'rolsun bakalım Kaleminiz daha neler edecek içimizde durgunlaşan denizlere.
Kolay gelsin.:)
Anlatım tarzınız çok güzel ve başarılı. Yalnız ben bu tür yazılar yazdığımda şunu düşünürüm; bu yazıyı zamanın aralıklarında nasıl yazardım? Geçmişte, şimdide ve gelecekte...
Teşekkür ederim keyifle okudum.
Onur BİLGE
Teşekkürler... Sevgiler... :)
Bir süredir yazılarınızı okuyorum. Çok güzel akıcı,öğretici sorgulayıp düşündüren yazılar. Ben çok beğendim eline emeğine sağlık tebrikler kutluyorum. Birde şunu soracaktım yayınlanmış kitabınız varmı? Selamlar
CAN KAN tarafından 11/4/2020 10:53:24 AM zamanında düzenlenmiştir.
Onur BİLGE
Bu serinin içinde Esma Hüsna, Zati ve Subuti Sıfatlar da deneme, anlatı ve öykü halinde açıklanmış vaziyette. ER RAHMAN ile başlıyor.
Ayrıca ŞİİR FISILTILARI var. O da burada kayıtlı. 100 kadar çok bilinen şiirlerin açıklaması niteliğinde deneme ve anlatılar halinde...
Şimdilik sadece yazıyorum. Bir süre sonra arka arkaya çıkaracağım İnşallah.
İlginiz ve yorumunuz için teşekkürler...,
Sevgiler... :)