- 507 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
DURALİ
DURALİ
Elleri kelepçelenmiş bir halde Jandarmalar tarafından cezaevi arabasına doğru götürülen Hilmi, bir an durup omzunun üzerinden karısı Ayşa´nın kucağında YIRTINIRCASINA ağlayan bir yaşında oğlu Durali`ye ve Ayşa`ya buğulanmış gözleri VE YÜZÜNDE HÜZÜN DOLU BİR ifadeyle baktı.Belki de son bakışı,son görüşüydü İKİSİNİ DE.
İçi parçalanıyordu şu an.Öylesine acı doluydu ki ruhu,hıçkıra hıçkıra ağlamamak için kelepçeli ellerinde tırnaklarını avuç içlerine kanatırcasına bastırıyordu.En doruğundaydı Çaresizliğin. Yüreği göğsüne sığmaz bir halde yutkunuyor, öfkesine yenik düşüp fevri davranmanın bedelini özgürlüğünün elinden alınarak esaretle ödemeye doğru ilk adımını atıyordu.
Duyguları:Güçlü bir fırtınanın sahil kenarında saha kalkmış denizin dalgalarını, insanin içini ürpetircesine, yalçın kayaları dövmesine benziyordu. Bütün şiddetiyle göğsü yumruklanıyor , buna rağmen ağzını bıçak açmıyordu.
Oğlu daha küçücüktü. Henüz baba dediğinin keyfini bile çıkaramamış, omuzlarına alıp köy meydanında gezdirip caka satamamıştı. Doğru dürüst yürümeyi bile beceremiyordu henüz. Süt kuzusuydu yavrucak, anasının memesine bir yapıştı mı eme eme bitiremiyor kıtlıktan çıkmış gibi mübarek doymak bilmiyordu.
Senelerce çocuğu olmamıştı. Şehir şehir doktor doktor gezmişlerdi. On beş sene sonunda vermişti Mevla. Bayram etmişti o gün. Çifter çifter kurbanlar kesmişti. Davul, zurna, halaylar çekilmiş, silahlar atılmıştı havaya.
Köyde ondan başkasının sanki erkek evladı yokmuş gibi hindi gibi kabara kabara yürür olmuştu. Başı önde değildi artik. Neslinin devamini getirecek bir evladi olmustu. Öyle güzel bir cocuktu ki Durali tosun gibiydi. Anasinin sütü pek yariyordu masallah ve gözleri masmaviydi.
Ya Ayşa´sı, biricik karısı, üzerine titrediği o masum yüzlüsü. Onu da bırakıp gidiyordu. Hemde köyünden ırak hiç bilmediği bir memlekete. Ceza evi arabası az ileride hazır bekliyordu. Onu alıp doğup büyüdüğü köyünden, evinden, barkından, bu çok sevdiği topraklardan alıp götürecekti. Yabancı bir şehir, yabancı insanlar, adetler törelerine alışkın olmadığı yeni yüzler. Üstelik mapus damında.. Bir daha geri gelmesi mümkün müydü. Kaç yıl yatardı. Yirmi, otuz? Gecer miydi onca sene. Sayili gün gecerdi gecmesine de nasil gecerdi. Hastalık vardı , ölüm vardı. Hem Ayşa´sı bekler miydi? kendisini. Ne de olsa hala gençti. Oğlu onu hatırlar mıydı. Cevabini bilemedigi sorular icinde bir kez daha pismanlikla kavruldu ici.
Jandarmalar kollarından çekiştirince adımlarını sürüye sürüye arabaya doğru yürümeye gayret etti. Yanağına süzülen iki damla yaşı elinin tersiyle gizlice sildi. Arkada iki jandarmanın ortasına oturdu.
Bir cığara içebilseydi şimdi. Dumanı ciğerlerinin en kuytularına kadar çekip daha bu sabah özgürce gezdiği köy meydanının ortasında basini kaldirip baktigi gökyüzünün maviliğine doğru savurabilseydi keyifle. Tek bir cığara sanki bütün acısını, üzüntüsünü bir çırpıda unutturuverecek, bitene kadar seneler geçip gidiverecek gibi geliyordu şimdi ona. Ağlıyordu. Bir tek damla bile akmadan gözünden içinden içini çeke, çeke ağlıyordu. Omuzları çökmüş başı önündeydi. O cüsseli adamın yerine başka biri gelmişti. işlediği suçun ilk günden pişmanlığı yüreğinin üstüne zehirli bir yılan gibi çöreklenip kalmıştı. Seyit´in kanlı yüzü Azrail misali ne yöne dönse gözünün önünden gitmiyor, vicdanı sızlıyordu. Bir kac laf üzerine Seyit`i öldürmekten çekinmemişti.
Seyit´in Hilmi´yle yan yana tarlası vardı. Tarlaları dolaşma amaçlı gelmişler öğle sıcağı bastirinca hem yemek yiyip hem biraz dinlenmek amaciyla gölgelik bir yere oturup ordan burdan muhabbete dalmişlardi. Konu dönüp dolaşip sira çoluk çocuğa gelmişti.
Seyit: iyiki benim avrad tarla işlerinden anlıyor yoksa halim harap olurdu. Gerci biliyorsun benim senin gibi fazla toprağım yok olanlarla da kit kanaat geçinip gidiyoruz işte. Evin yanındaki bahçeye domates, biber, fasulye buraya da buğdaydır mısırdır ekiyoruz. Allah ne verdiyse bu kadarına çok şükür. Dedim ya benim avrat sağolsun her yere yetişmeye çalışıyor. Eger o bu islere yardim etmezse gercekten ben altindan tek basima kalkamam. Köy kadinlarinin da yazgisi böyle her işten anlayip koşturuyorlar. Garibim bu gidişle erken yaşlanacak, çocuklar bir yandan, evin işi bir yandan, tarlaydı, bağ bahçeydi. Eee haliyle bende yoruyorum onu. Pek dayanıklı maşallah. Allah ondan razı olsun. dedi.
Hilmi sırtını ağaca yaslamis sessizce hem dinliyor hem de cığarasından derin bir nefes çekiyordu. Evet çalışkan karın var Allah iyiliğini sağlığını artırsın, dedi. Hilmi " Bende yoruyorum" o kısmı duymak istememişti. Hiç sevmezdi karı koca arasında geçen olayları konuşmayı da dinlemeyi de. Bazi aksamlar evlerine komsu kadinlar oturmaya gelir oda hemen evden cikar kahveye gelirdi. Kahvede laubali konusmalar yapilir belden asagi muhabbetler olurdu. Dün gece şöyle oldu, böyle oldu. Zipkin gibiydim Cemahir illallah dedi iflahini kestim valla. Cocuklar uyanacak diye gikini bile cikaramadi. Ve kahvede erkekler kahkahayi basardi. Bu tür konusmalar baslayinca Hilmi çayını bile yarım bırakıp lafin sonunu beklemeden cikar köyün girisinden akan derenin kenarinda kendi basina oturur cigarasini icer, evde misafir varsa gitmesini beklerdi. Gece gec saatlere kadar dere kenarinda oturdugu zamanlar olurdu. Akil sir erdiremezdi bazan. Üc bes kadin bir araya gelince nerden ne bulupta gec saatlere kadar oturup ne konusurlardi. Sonra hak verirdi köyün kadinlarina. Bütün gün tarla bag bahce, günes batinca evin isiydi, asiydi haliyle birazcik kendilerine zaman ayirmalarini cok görmemek lazimdi. Köy erkeklerinin canina minnetti zaten. Kadinlar bir evde toplaninca onlarda solugu kahvede alirlar kimi kagit kimi dama oynardi. Kis günleri daha bir zevkli gecerdi. Kahvenin ortasinda büyük odun sobasi gürül gürül yanar cayin mis gibi kokusu odun kokusuyla karisinca kahvenin atmosferi daha bir keyifli olurdu.
Hilmi kendi kendine söylenir dururdu. Yadirgar ve kinardi. İnsan mahremini nasıl olurda ballandıra ballandıra anlatırdı. Aklı hiç almıyordu.
Seyit neşeli bir şekilde konuşmaya devam etti. Kaç senelik evlisin ama bir gün bile olsa hiç getirmedin Ayşa´yı tarlaya oysa çocuğunuzda yeni oldu. Bildim bileli yerine göre irgat tutar yerine göre kendin çalışırsın. Babasının evinde de pek nazlıymış diye duyduyduk. Sende hiç kıyamadın ona ağır işler yaptırmıyorsun. Gecen benim avrad söyledi senin ki cok temizlik meraklisiymis pek titizmis sakiz gibi bembeyaz diyor sedir örtüleri. Köyün kadinlari cok imrenmisler. Sormuslar nasil bu kadar agartabiliyorsun. Bizde yikiyoruz ama bizimkiler kisa zamanda mora caliyor. Hele bizede söyle bu isin sirrini . Senin Aysa´nin cok hosuna gitmis gevrek gevrek gülmüs. Gecen Hatiplar Canibin Torunu Neclanin kinasi vardi ya Seyit kendini kaptirmis anlattikca anlatiyordu. Hilmi yeni bir cigara daha yakmak icin elinde neredeyse parmaklarini yakacak kadar kücülmüs cigarasini yenisiyle uc uca getirip yakti. Dumani halka halka savurduktan sonra
Ne olmus Hatiplarin Torununa kinadan sonra dügün yapildi evlendi dügünde hepimiz oynadik eylendik ya.
Selim istahla kaldigi yerden devam etti. Kinaya senin Aysa´yida ünlemisler. Oda almis Durali´yi gitmis. Biliyorum dedi Hilmi, Benden habersiz bir yere gitmez Aysa´m
Iste kinada vur patlasin cal oynasin bi oynamislar bir oynamislar.
Ne var bunda Selim anlamadim kina bu yas tutulmaz ya. Calgi da olur cengide göbekte atilir
Bende onu diyom herkes oynamis seninkini bir türlü oyuna kaldiramamislar. En sonunda kadinlardan biri Durali´nin sünnetine hic birimiz gelmeyiz diyince oyuna zoraki kalkmis. Koymuslar teyibe oyun havasi. Aysa bir baslamis oynamaya o gerdan kirislar O gögüslerini bir titretisi kalcalarini bir sallayisi varmis oynayan herkes oturup onu seyretmis hayran hayran. Kadinlar arasinda böyle oynadigina göre hani acaba evde sana da oynuyor mu?
Durali´yi uyutunca gaz lambasinida kisinca gel keyfim gel.
Seyit anlatirken Aysa´yi sanki gözünün önüne getirmis o ani yasiyor gibiydi. Nerde oldugunu kiminle konustugunu unutmus gibiydi. Hilmi oturdugu agac dibinden hisimla ayaga kalkti. Kan beynine sicramis nefes alip vermesi siklasmisti. Seyit´e döndü.
Onu gören gözlerinden ateş fışkırıyor sanirdi. Boynunda şah damarı öyle kabarmıştı ki Seyit´in korkudan eli ayagina dolasip birden akli basina gelivermisti.
Hilmi bögürürcesine: Sen ne anlatiyon lan! Deyus! sen ne biçim konuşuyorsun!?
- Valla kötü bir niyetim yok hani seni memnun ediyor mu demek istedim.
Bak hala ne diyor edepsize bak, namussuza bak! ulan neyi nasıl yaptığımı sana mı anlatacağım utanmıyor musun? Gözün mü var karımda yoksa!
Yemin olsun yok! Bacım o benim...
Hilmi kendini kaybetmis bir vaziyette Seyit´in yakasina yapismis onu tartakliyor
-Ulan şerefsiz insan bacısının ne yaptığını sorar mı o zaman!
- Sen yanlis anladin Avradin iyisi var kötüsü var kötü de olsa bosanmak kolay kolay olmuyor ya hani o anlamda dediydim.
Seyit korkudan durumu toparlayacagi yerde daha berbatlastiriyordu. Atesin üstüne körükle gitmeye baslamisti. Hani Topallarin Sükrü karisinin her gece basi agriyor diye babasinin evine göndermis bosandiydilar ya.
Hilmi iyice cileden cikmisti.
Lan sen ne serefsiz bir adam missin sen onun bunun nelerini takip ediyon kari kilikli sen baskalarinin eksigiyle gedigiyle mi ugrasiyon. Sen bilmiyor musun ben bu konulardan hoslanmam! diye adeta gürledi.
- Biliyorum bilmesine surda ikimiz bas basayiz ya muhabbet olsun diye dediydim.
- Sen kimsin ulan mahremimle ne yaptigimi konusayim. Sana kimse demedimi ibadette gizli kabahatta.
Seyit beklemedigi bu asiri tepkiden korkmasina kormustu fakat cocuk gibi ararlanmak da zoruna gitmisti. Kendini Hilmi´nin ellerinden kurtarmaya calisirken diklenmeye basladi.
-Niye bu kadar kiziyorsun ki cocuk muyuz kahvede hemen hemen sik sik yapilan muhabbetler. Ne var yani cocugunu leylekler getirmedi ya.
Bunlar Seyit´in son sözleri olmustu.
Kaç el ateş etmişti bilmiyordu. Pes peşe sıkıvermişti belinden siyirdigi tabancasini. Seyit gözleri fal taşı gibi açılmış oturduğu yere kanlar içinde kaykılıvermişti. Bu agiz dalasinin bu sekilde neticelenecegini ikiside akillarindan bile gecirmemislerdi.
Tarlalar köye çok yakın olduğundan silah sesinin ne olduğunu köyden merak edip kosa kosa gelenler Seyit´i yerde kanlar içinde ölmüs bir vaziyette Hilmi´yi ise elinde tabanca , yere çömelmiş başını ellerinin içine almış kara kara düşünüyor bulmuştu. Derhal Jandarmaya haber salinmis kısa zamanda köy allak bullak olmuştu. Seyit´in karısı, çolugu çocugu tarlada meftanın başında agit yakıyorlardı.
Hilmi arabanın arkasında bilinmeyen bir hayata doğru götürülürken şimdiden sevdiklerinin hasret sancısı, kendini gösteren akşamın karanlığı gibi bütün vücuduna kabus gibi çöktüğünü hissetti.
Hareket etmişler yavaş yavaş toprak yolda ilerliyor köy gittikçe göz mesafelerinden uzaklasiyordu. Evler gittikçe küçülürken kıvrım kıvrım yollarda tekerlerin taşlar üzerinden geçişini hissediyor iki jandarma arasında birbirlerinin omuzlarına çarpa çarpa yol aliyorlardi. Yılların eskimiş silik fotoğrafı gibi köy belli değildi artık. Damların kırmızılığı ve minarenin ucu bile gözükmüyordu artik. Yüksekte bir avuç kar gibi, saman öbeği gibi kalmıştı köy.
Bir sürü sorup soruşturmadan sonra cenazenin otopsisine gerek duyulmamıştı. Seyit´in karısı daha olgun daha sakindi. Ağlamasına ağlıyordu fakat kara yazgısı böyleymiş diye kendini teselli ediyordu.
Meydandaki kalabalık Allah sabır versin diyerek birer birer dağılmaya başlamış Ayşa´nın en yakınları ve bir kaç komşusu kalmış onu hem sakinleştirip yalnız bırakmamak için hala duruyorlardı. Kimin durumu daha vahimdi, bunu bilen yoktu. Köyde kimi Ayşa ´ya kimi de Hilmi´ye acımıştı. Ayşa´nin kendinden ve bir yaşında oğlundan başka kimsesi yoktu.
Jandarmalar Hilmi´ yi alip köy meydanında olayı sorgulamışlar olayı gören olmadığı için Hilmi´nin söylediklerini zapta geçmişlerdi. Hilmi olayı olduğu gibi katiksiz anlatmıştı. Yalana ne hacet , olan olmuş ölen olmuştu. Ne ölen geri gelecek ne de yalan onu kurtaracaktı.
Ayşa´nın yakınları başka köylerde yaşayan uzaktan akrabalardı. Duyanlar meraktan köye akın edip gelmişti. " Demek Hilmi adam öldürmüştü haa , vay be babayiğit cesur adammış doğrusu ". Bazıları böyle söylerken bazıları da " Başını yakmış kimseye acımamış ta oğluna da mı acımamış. Babasız büyüyecek garip. Adam öldürmenin cezası çok büyük yirmi beş, otuz seneden aşağı çıkamaz ", diye kendi aralarinda konusuyorlardi.
Akşamın karanlığı iyice çökmüş sokakta köpekler kuyruk sallaya sallaya geziyorlardı. Dün akşam öyle çok ulumuşlardı ki köylüler kahvede birbirinin yüzüne bakıyor kimse kimseye bir şey konduramıyordu. Kötü bir şey yaşayacaklardı. Çünkü ; Köpeklerin uluması hayra alamet değildi. Köyde bunu bilmeyen yoktu. Taa ki Hilmi Seyit´i vurup kan revan içinde yere serene kadar milletin ic huzursuzlugu bitmemisti. Köpekler sakinlemiş sus pus olmuş " Sanki ben size demedim mi " dercesine sakinliklerine geri dönmüşlerdi.
Ayşa perişandı. Dizlerinin dermanı kalmamıştı çırpınmaktan. Kocasi kelepçelenirken kucağındaki oğlunu o anki telas ve üzüntüyle gelisi güzel yere bırakmış Jandarmalara kocami götürmeyin diye yalvarmaya baslamisti. Oysa cirpinislari bosunaydi.
Yere dikkatsizce birakilan Durali dengeyi sağlayıp oturamamış geri düşmüştü. Düşünce kafasının arkası sert bir şekilde taşa çarpmış carpmanin siddetiyle kafasi kanamaya baslamisti. Aciyla canhiraş bir sekilde ağlıyor, burnu akmış yerlerde toz içinde annesinin kucağına gelmek için kollarını kaldırmış yırtınıyordu.
Meydanda toplanan meraklıların gözü ceza evi arabasında oldugu icin kafasinin arkasindan sizan kanlari kimse farketmemisti. Durali feryad feryad ağlarken nihayet kadınlardan biri kucağına aldı. Kadinin kucaginda durmak istemiyor yere dogru inmeye calisirken sanki etinden et koparcasina ciglik cigliga agliyordu. Kadin Durali´yi kucagina alinca yerdeki kanlari farketti. Kadinin ellerine cocugun kafasindan kan bulasmisti. Kafasi kaniyor diye panikle bagirdi. Ahali bakislarini saskinlikla kadina cevirdi.
Aysa iki ayagi pabuca girmis gibi az öteden cocugunun yanina geldi. Kadindan cocugunu kapip kucagina alip gögsüne bastirdi. Kipkirmizi olmustu elleri. Aysa´da " Kafası kanıyor " diye bagirdi. Durali anasinin yüzüne bakarak gögsünü siki siki avucladi. az sonra sustu, artik aglamiyordu. Anasinin gögsünde susup kalmisti. Ayşa Durali´nin yüzüne bakti. Ses cikmiyordu. Ogul ogul diye seslendi. Kucaginda yana kaymisti basi. Aysa saskindi. Gözlerine inanamiyor gibi bakiyordu. Durali diye bagiriyordu. Köylüler bir anda kucakta sessizce yatan cocuga baktilar. Her kafadan bir ses cikiyor kimin ne dedigi anlasilmiyordu.
Köyün henüz okul cagina gelmeyen cocuklari bacaklarinin arasina yerlestirdikleri sopalardan at yapmislar digidik dikidik diye olan biteni anlamadan bir asagi bir yukari kosturuyorlardi.
Aysa dövünüyor saçını başını yoluyordu. Başındaki yemeni yere düşmüş siyah örgülü melikleri belini dövüyordu. Ayakkabıları çıkmıştı ayağından. Taşlara çarpan ayakları kanıyor fakat yüreğindeki acıdan farkında bile değildi. Kucaginda az önce ölen Durali ile yere cöküp kalmisti. Yanına gelenlerin teselli kelimelerini duymuyor kocasını götüren ceza evi arabasınin arkasindan deli bakışlarla bakıyordu. Birden kalktı yerinden. Yerden kocaman bir taş alıp arabaya doğru hızla koştu. Elinde ki koca taşı rast gele arabaya attı. Eğilip yerden eline geçirdiği başka bir taşı yine fırlattı. oysa araba gözden kaybolup gitmisti bile. Köylüler derhal müdahele edip kollarına girip onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Ayşa sesinin son perdesine kadar bağırıyordu. Sanki ses köyün yamacındaki dağlara çarpıp yankılanıp geri geliyor sıra sıra köylülerin kulaklarında birleşiyordu. Üç beş kişi zor zaptediyordu Ayşa`yı. Bakışları korkunç bir hal almıştı. O güzel yüz gitmiş yerine insanı ürküten bir yüz gelmişti. Kendini zapteden kollardan kurtulmak için bütün gücünü deniyordu fakat erkekler tutuyordu bu sefer. Durali diye haykırdı. Duraliii... Duraliiiii...Uyan oglum uyan bak baban köyde gezdirecek seni. Köyün muhtarı işi çabuk kavramıştı. Mazhar Osman, mazhar Osman dedi. Bu kadin delirmis yarin haber salalim sehire. Gömlek getirip giydirip götürsünler . Aman dikkat edelim. Bu gece bağlı kalsın.
FATMA ÇİÇEK
YORUMLAR
Anadolu!
Bakışıyla dünyalar kuran yoksun yoksul yinede her acıya iahanete göüs geren güzel insanlar diyarı
Ne yakındı öykü
Tebrik ederim güzeldi
Fatma Çiçek
BEĞENİ VE YORUM İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM. SAĞLICAKLA
Anadolu köylüklerinden bir köy, Hilmi ve Ayşa'nın yaşadığı köy.
"Hangi köy..?" diye sorulursa;
"Teee... O köy..." diye cevaplanır, eminim.
Bir kültürdür köy kahveleri, sorunların öbek öbek yığıldığı kimi zaman öyküde anlatıldığı misali bilinmezliğe doğru yol alırken, sonuç nereye varacağı bilinmez. Sevginin eksik olmadığı küçük aileye yazık olmuş doğrusu, üzüldüm...
Kaleminiz daim olsun,
Saygılarımla Efendim...