- 779 Okunma
- 3 Yorum
- 4 Beğeni
610 – KELEBEK
Onur BİLGE
“Kelebek,
Şimdi şen gittin ya arkadaşlığa, dostluğa, sırdaşlığa sırtını dönerek, sevinçle kanat çırparak uçtun ya Kelebek, hiçliğe vuracaksın yakında… Yolun sonunda hüsrandan başka bir şey kalmayacak elinde.
Yine laf anlamıyor, söz dinlemiyor deli gönlüm. Ölüm gibi aniden indi yüreğime ayrılık. İnme gibi indi üstüme! Tek söz edemeden can verircesine arkandan baktım, bakakaldım. Ne kadar hayıflandım, ne kadar yandım!
Yaz yağmuru iri iri damlalar halinde atmaya başlar da nasıl bir toprak kokusu ve buhar yükselirse yerden, işte öyle burcu burcu tütüyorsun burnumda! Canımdan azizdin, topraktan sadık… Kavrulan çöllere rahmet gibiydin. Göz göre göre su gibi kayıp gittin avuçlarımdan!
Kayıp gittin avuçlarımdan yılan misali. Yaşanan hatıralar yalan misali… Kalan gam, keder, ıstırap, acı, tasa, dert, endişe, bunalım… En derin üzüntü hangisiyle ifade edilebilirse, öyle… Belki de tam karşılığı yok, içinde bulunduğum çıldırtıcı duygunun.
Sen gittin, ben bittim! Kısacası bu! Gözlerimi kaçırdıkça hayalin ısrarla geçiyor karşıma… Aklımdan ne kadar uzaklaştırmaya çalışırsam anılar o kadar inatla ve arsızca art arda sıralanmakta… Beynimde bir beyaz perde… Üstünden hızla geçen kareler, gözüme görünenler. Bir de sesler…
Bir de sesler… Şarkılar türküler, şiirler… Konuşmalar, gülüşmeler… Espriler kahkahalar… Yakınmalar hıçkırıklar… Diyaloglar monologlar… Senli benli ya da sırf senli veya sadece benli… Bende şimdilerde giderek seyrekleşen söylenmeler, arada bardaktan boşanırcasına yağmurlar… Her zaman ahlar, vahlar! Ahlar, kendime, acıdığım zamanlarda… Vahlarsa sana ve yavruna…
Nereye gitsem benimle geliyorsun. Gölgem gibi tingil tingil peşimdesin. Sağımda solumda, önümde arkamda dolanıp duruyorsun. Topuklarımdan tutuyorsun, bırakmıyorsun.
Nereye gitsem, neye baksam, seninle ilgili bir anısı var. Kiminle konuşsam, ne dense senden bir şeyler hatırlatıyor. Hangi düşünceye dalsam, içinden sen çıkıyorsun. Neyi düşünsem, sende buluveriyorum kendimi.
Tül kanatlı Kelebek! Ne kadar güçlü ki kanatların, öylesine hışımla kanatlandın! Uzaklarda rüzgârlar, göründüğü gibi meltem değil hep. Zaman zaman yağmur, fırtına, bora… Tek ışıltılı toz zerreciği bırakmaz, nazenin kanatlarında. Bir esişte kırıverir kanatlarına da…
Ya yağmurda yaşta ne yapacaksın? Parasız pulsuz atılmışsın bir maceraya… Ne yiyecek içecek, nerde barınacaksın? Mevsim her zaman bahar ve yaz olmayacak ya…
Annenle anneannenin haberi var mı acaba? Varsa da telaşlanmazlar, aldırmazlar bile, öyle ya… Önce annenle flört etmişti o soysuz kocan, sonra da sana talip olmuştu. Para babasıydı ya, annen kenara çekilmiş, anneannen devreden çıkmıştı. Nasıl da anlaşmışlardı ana kız! Güya rahat etmen için dünden razı olmuşlardı. Şimdi de aynı şeyi yaparlar. Kurda kuzu teslim ederler, kuzu kuzu.
Derler ki: “Nasılsa ona bir veliaht doğurdun! Boşansan da mirasçısı olacak. Hem de nafaka ödeyecek yıllarca. Kılıfına uydurur, tazminat da alırsın. Hatta inadına boşanmaya yanaşma! Başkasını alamasın! O zaman daha iyi sağarsın. Bu arada ölürse, mirası size kalsın!”
Her şeyden önce para gelir onların akıllarına. Ne sizin geleceğiniz umurlarındadır, ne de başınıza nelerin geleceği… Evlenmek değil, beraber yaşamaktı ya niyetin kuzeninle… Onunla yer içer, gezer tozarsınız, o soysuzun da parasını kaparsınız. Oh! Ne âlâ memleket!.. Annenle anneannen de nasiplenir, kenarından kıyısından, ucundan bucağından.
Dış dünyadan habersiz bir tırtıldın, liseyi bitirdiğinde. Gelinliğe büründün pupa yerine. Evlilik kolsuz gömlek gibi sardı ve sıktı seni. Kıskıvrak bağladı, hapsetti içine. Çok fazla dayanamadın esaretine. Kabuk onun ihanetleri ve işkenceleriyle şeffaflaşmaya başlayınca gün doğdu sana. Yardığın gibi sıyrılıp çıktın içinden. Kanat çırpmaya başladın, uçmayı öğrenince. Kim tutar artık seni! Uç, uçabildiğin kadar, özgürce!
Kötü bir koku salgılar aslında kelebekler. Kuşlara yem olmasınlar diye. Sen o kadar güzel kokarsın ki! En güzel kokan çiçekler gibi… Onun için korunamadın o kuş beyinli kuzeninin şerrinden! Tuttuğu gibi elinden, çekip götürdü seni dilediği yere.
O tufeylinin ne farkı var ki hazır yiyici kuşlardan! Eli kolu olsa ne yazar olmasa ne yazar! Çalışmadıktan sonra iki kanattan ne farkı var! Göklerde uçar uçar konar, bir parça bir şey bulur, zıkkımlanır, havalanır. Seni de enseledi ya! Bir lokmada mideye indirmediğine bakma! Daha ne serüvenler var sırada…
Önce gagalamaya başlayacak, usulca, ara sıra… Sonra sık sık… Daha sonra her fırsatta… Darbelerin şiddetini gün geçtikçe arttıra arttıra… Ne o güzelim pulların kalacak, ne de tül kanatların… Ne o zarif hortumun, ne narin ayakların…
Yaşama sevincinle beraber olanca güzelliğini ve bir damlacık gücünün hepsini ister istemez bırakacaksın, o kıymetli kuzeninin avuçlarına… Pişmanlıkla dönüp bakacaksın, ardında bıraktıklarına… Gözyaşlarıyla bulanıklaşan görüş alanında kimi göreceksin, kimi bulacaksın, kimi çağıracaksın imdadına?
Ne dönülmez yollar vardır, akıl bile edemezsin! Sevinerek gidersin, bir daha geri gelemezsin! Bozuk para gibi harcarsın da en güvenebileceğin kişileri, düşmanını canından aziz bilir, yılan gibi koynunda beslersin! Katillerine âşık olanlar vardır, Kelebek! İlkin: “El bebek gül bebek, gel bebek gel!” diye çağırırlar. El bebek gül bebek bakarlar, bakarlar da… Haydi, ben demeyeyim, gerisini sen anla!
Dünyanın bin türlü hali vardır, Kelebek! Sen daha dışarıyı göremedin ki! İnsanların bir görünen bir de görünmeyen tarafları vardır. Kapalı paket gibidirler. İçlerinden ne çıkacağını kimse bilemez. Katillerini doğuran analar bile vardır!
Ahir zaman alametlerinden bahsetti bana Kaptan. Laf arasında: “Gün gelecek, köle efendisini doğuracak!” dedi. “Ne demek o? Nasıl olacak o iş?” diye sordum. Şöyle cevapladı:
“Eskiden köşek deveye uyardı, şimdi deve köşeğine uyuyor. Görmüyor musun!” Benim kafam kalındır. Yine anlayamadım.
“Köşek ne demek? İlk defa duyuyorum.”
“Devenin yavrusu…”
“Yani eskiden yavrusu anasına, şimdi anası yavrusuna mı uyuyor yani? Onu mu demek istiyorsun?”
“Başında çöp kırmam lazım! Nihayet anladın! Bir kere de der demez hemen anlasan, dişimi kıracağım!”
“Kızma abi ya! Anladım ya… Nerden bileyim ben deveyi, devenin yavrusunun göbek adının ne olduğunu! Daha yeni duydum, eşeğin goduğunu. Onun sıpa olduğunu sanıyordum. Sorumun cevabı askıda kaldı.”
“Eskiden çocuklar annelerine babalarına itaat ediyorlardı. Şimdi anneler babalar evlatlarının emirleriyle hareket etmeye başladılar. Efendiler evlatlar, ebeveynler köleler halini aldı. Anlaşıldı mı Necmettin?”
“Şimdi anlaşıldı. Sağ olasın Kaptan Ağabey! Ben de aynı dertten muzdaripim. Bizim şu Kelebek…”
“Ne olmuş ona?”
“Leb demeden leblebiyi anlayıveriyorsun ya… Hayranım sana! Efendi oldu, son zamanlarda. Kimseye kulak astığı yok! Kendi feylinde… İstediğiyle istediği yere gitme serbestisine sahip şimdilerde. “Bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, üçüncüde geçersin ele!” diyeceğim ama biliyorum ki bir kulağından girecek, bir kulağından çıkacak!”
“Bırak sarhoşu gitsin gidebildiği kadar! Nasıl olsa bir duvara toslar! Ne olursa olsun, zapturapt altına alabilseydin iyi olurdu ama anladığıma göre, ok yaydan çıkmış bir kere…”
Yeryüzünde tek dostum varsa, sonuna kadar güvendiğim, o da Kaptan’dır. Her sözünü çerçeveleyip duvara asmak lazım.
Yanarım yanarım, kuş kadar olamadım ya, ona yanarım!
Olsa olsa böcek olur benden. Hem de en kötüsünden… Fena kokulu, işe yaramaz, pis şeylerin peşinden gidenlerden… Temiz yiyecekler dururken en iğrenç şeylere tamah edenlerden…
Hangisinden olduğunu anladın sen.
Böcek”
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 610
.
YORUMLAR
Defalarca gelip okumuş olmama rağmen Kulağım televizyonda aklım İzmir de olduğundan hiç bir tepki veremedim yazıya. ve Dün gece İdil Bu Sabah Elif den sonra belki birazda sona gelmenin çaresizliği, biraz daha iyiyim. Sonra tekrar geleceğimi biliyor Sevinçli haberler duymamızı temenni ediyorum
Sevgi ve Selam.
Güzel kurgu...bilindik etkiyi de görmek istedi gözlerim, bir dokundurmayla geçiştirilmiş bu etki...olsun.
Lakin benim düşüncem; kelebekler göründükleri kadar masum değildir.