KARLAR ÜLKESİ PRENSESİ VE KURUŞ ÇEŞMESİ
KARLAR ÜLKESİ PRENSESİ İLE KURUŞ ÇEŞMESİ
Çok eski zamanların birinde ormanlarla kaplı dağın yamaçlarında, bağ ve bostanlarla çevrili muhteşem bir köy bulunurmuş. Dört yanında akan şırıl şırıl sular ve bu suların üzerinde dönen değirmenler varmış. Civar köyler hatta uzak köylerden bile buğdaylarını öğütmek için değirmenlere gelenler olurmuş.
Bahçeler arasında kurdukları kanallar ile sulama işi yapılırmış, böylece ağaçlar gürleşir, bol meyve verirmiş. Serin rüzgârlar eserken, değişik türden kuşların cıvıltıları, uçarken çırpınan kanatlarının çıkardığı sesler, vadilerde yankılanırmış. Bu güzel köyde yaşayan insanlar çok uzun süre yaşarlarmış. Bu köy, yedi köyün yol kavşağındaymış ve tümünün yolu bu köyden geçermiş.
Köyün hemen çıkışında yola yakın ufacık bir kaynak suyu varmış. Suyun içindeki kumların arasından bir sürü gözeden yeryüzüne çıkan su, sürekli kaynayan minnacık volkanlar gibiymiş. Gelip geçen yolcuların oturup dinlenmek, su içmek için bir de tası varmış. Bu sudan içen her yolcu içtiği her yudum su için bir kuruş, suya bırakırmış. Bu iş zamanla bir gelenek halini almış.
Köylüler / insanlar, asırlar boyu, tadına doyum olmayan ve insanın ömrüne ömür katan bu güzel suyu, gözbebekleri gibi korumuşlar. Böylece bu pınarın suyu son zamanlara kadar akmaya devam etmiş.
Özel koruma altında olan çeşmede biriken paralar, fakir insanlara verilir birde köyün ihtiyacı olan işlerde kullanılırmış. Bu işin adil bir şekilde ve sorunsuz yürümesi için, köyün belli başlı ailelerin her birinden bir ihtiyarın katılımı ile bir heyet oluşturulmuş. Biriken paralar bunların gözetiminde ve aldıkları kararlar doğrultusunda harcanırmış. Bu yüzden çeşmeye kuruş çeşmesi denilirmiş.
Köyün bulunduğu bu bölgenin beylerbeyinin bir de oğlu varmış. Ava düşkünlüğü ile tanınan bu bey oğlu, her gün köyden geçerken kuruş çeşmesinde mola verir, adamları ile çeşmeden su içer, parayı da çeşmenin sularına bırakır, öylece dağa avlanmaya çıkarmış. Akşam karanlığı çökmeden avdan geri dönen bey oğlu, çeşmede yine mola verir ve su içermiş.
Günlerden bir gün av, akşam karanlığı çökene kadar sürmüş, bey oğlu adamlarına toplanmaları emrini vererek atına binmiş ve yola koyulmuşlar.
Gökyüzünde ay ve yıldızlar parlıyormuş, samanyolu dediğimiz yıldızlar kümesi bütün ihtişamı ve parlaklığı ile gökyüzünü aydınlatan bir gerdanlık gibi duruyormuş. Ay, on dördüne yeni girmiş bütün haşmeti ile yeryüzünü aydınlatıyor, ateş böcekleri, şölen geçidindeki meşaleler gibi etrafa aydınlık saçıyorlarmış. Mest eden bir serinlik, tatlı bir esinti varmış.
Gece karanlığını yaran atların ayaklarının çıkardığı sesler ile kuruş çeşmesine varan beyin oğlu ve adamları mola vermeye hazırlanırken, gözü, alacakaranlığın içinde bembeyaz elbiseler giyinmiş birine ilişmiş.
Adamlarına usulca hareket edip saraya gitmeleri emrini vererek kendisinin biraz burada konaklayacağını söylemiş. Adamları ona eşlik etmek için ısrar etseler de beyin oğlu taleplerini kabul etmemiş.
Usulca bir ağacın ardına saklanan beylerbeyinin oğlu esrarengiz beyazlar içindekinin insan mı, hayalet mi, peri mi olduğunu bilmiyormuş. Çeşmenin üzerinde durup suyundan içen ve çeşmeyi inceleyen kişi, bir müddet sonra yanında bulunan bembeyaz atına bindiği gibi doğruca dağın yolunu tutmuş.
Beyin oğlu da arkasından hızla atını sürmüş, önde giden at o kadar hızlı gidiyormuş ki ayakları yere değmiyormuş, ama her uzaklaştığında duraklayıp beyin oğlunun yaklaşmasını bekliyormuş. Böylece dağın zirvesine çıkmışlar.
Zirveye geldiklerinde beyaz atlı, bir anda arkasından serin bir esinti bırakarak ortadan kaybolmuş. Beyin oğlu beyaz atlının nereye gittiğini düşünürken, koca dağın zirvesinin kar ile kaplı olduğunu fark etmiş. Bu dağları avucunun içi gibi iyi bilen beyin oğlu, şaşırmış.
“Bu kar ne zaman yağdı, gündüz bile burada kar yoktu. Şimdi nasıl olurda bu kadar kar yağar?” diyerek gördükleri karşısında şaşkına uğramış.
O an atı büyük bir kişneme ile arka ayakları üzerinde amuda kalkar gibi durup ön ayakları ile bir yerleri dövmeye başlamış. Buna daha da çok şaşıran beyin oğlu, atın dizginlerini elinde zor tutuyormuş. O an yine beyazlar giymiş iki kişi gelip ona seslenmişler.
“Bundan sonrasını bizimle geleceksiniz, burası karlar ülkesi, ülkemizi korumak için görünmeyen şeffaf bir duvar ördük.”
Beyin oğlu:
“Peki, burada bu kadar kar vardı da ben neden daha önce göremedim? Yoksa rüya mı görüyorum? Ayrıca şimdiye kadar bu ülkeyi gören de olmamış, acaba bu şeffaf duvar mı saklıyor bütün ülkeyi? Böyle bir şey mümkünse ve ben bu duvarı elimle hissedebiliyorsam, başkalarının da görmesi veya hissetmesi gerekmez mi?” demiş.
Karşılamaya gelen adamlardan biri:
“Bizim ülkemizi ancak prensesimizin izin verdiği insanlar görebilir. Ülkemizi ilk gören insan sensin. Bizimle gel seni prensesimize götüreceğiz.” demiş.
Bey oğlu:
Çaresiz kardan adamları takip etmiş bir müddet sonra kocaman bir kapıdan geçip, büyükçe bir binaya girmişler. Binanın büyük salonunda, tümü kardan adam ve kardan kadın olan kalabalık bir topluluk oturuyormuş. Karşılarında kar beyaz dünya güzeli prenseslerini heyecanla dinliyorlarmış. İçeri girdiklerinde prenses, bey oğlunu yanına çağırıp toplulukla tanıştırmış ve demiş ki:
“Sarayımız, evlerimiz, yaşadığımız tüm alanlar kardan olup harika yapılardır. Biz burada çok mutluyuz, insanlar için hayati önem taşıyan karın sürekli olması ve suların bol ve bereketli olması için çalışıyoruz. Bu bize yüklenen bir görevdir.”
Her haliyle bilge olan güzel prenses etrafı anlattıkça beyin oğlu hayretler içerisinde kalmış. Karlar ülkesi her şeyi ile kardan oluşmuş bir doğa harikası olmakla birlikte insan aklını zorlayan bir görüntüye sahipmiş.
Karlar ülkesi prensesi konuşmaya devam etmiş.
“Dünya ısınır, kar yeryüzüne inmezse tümü ile kardan beslenen sular azalır. Dünyamızda hastalıklar çoğalır, su için büyük savaşlar çıkar. İnsan nesli büyük acılar çeker.”
Beyin oğlu sormuş:
“Peki, ne yapmamız gerekir?”
Karlar ülkesi prensesi:
“İnsanların arasında karın ne kadar önemli olduğunu, insan neslinin devamının büyük oranda buna bağlı olduğunu unutmayın. Bu yüzden de suyun tasarruflu kullanılması gerekir. İnsanlara, ihtiyaçlarını karşılayacak kadar su kullanmaları, suyun bir damlasının bile boşa akıtılmaması gerektiğinin iyi anlatılması gerekir ki, su uzun yıllar insan ihtiyacını karşılayabilsin. Sular bir yerlerde toplanmalı ve ihtiyaç oldukça tüketilmeli.” demiş.
Bütün söyleneni dikkatle dinleyen beyin oğlu, sonraki günlerde her akşam karlar ülkesi prensesi ile Kuruş Çeşmesi’nde buluşup, suyun gelecek nesillere ulaşması için plan ve projeler yapmışlar.
Böylece insanlar su sorunu olmadan günümüze kadar gelmiş. Suların baraj ve havuzlarda toplanması fikri ta o zamanlarda oluşmuş.
Ancak dünyada teknolojinin hızla ilerlemesi, fabrikaların hızla artması ile havaya zehirli ve atık gazlar yayıldıkça, havalar ısınmaya, iklimler değişmeye başlamış. Son yıllarda kar çok azalmış ve sular gittikçe tükenmiş, nehirler kurumuş, göller susuz kalmış. Denizlerdeki su seviyesi gittikçe düşmeye başlamış.
Bütün bunlardan Kuruş Çeşmesi de etkilenmiş ve zamanla onunda suyu kesilmiş. Çeşme kurumuş, bugün çeşmenin yeri dahi belli değilmiş. Ama hızla çoğalan insanoğlu nesli, önlem alınmadığı takdirde çok geçmeden büyük kuraklıkla karı karşıya kalacakmış.
Bu zorlukların yaşanmaması için çalışan bilim adamları, gelecek nesillere güzel bir dünya bırakmaya uğraşırken, her birey de üzerine düşen görevi hakkıyla yapmalıdır. Su bizim için hayat kaynağıdır ve onu tasarruflu kullanmamız gerekir, yaşamak için bunu yapmak zorundayız.
GÖKYÜZÜ MASALLARI ADLI
Çocuk serisi kitabımfan