Dostum Sen Çok Yaşa
…Kısa bir süre sonra acı bir fren sesiyle herkes yerinden fırladı! Ne olup bittiğini anlamak için baktıklarında, bahçenin önünden geçen yolda insanlar birikmeye başlamıştı. Yenge, teyze ve anneleriyle bahçede kalan çocuklar, meraktan kaskatı kesilmişti. Bön bön birbirlerine bakıyorlardı. Çocukların enişte, dayı ve babaları, kendilerini caddede bulmuşlardı. Bir de ne görsünler?
“Aman Allah’ım! Gözlerime inanamıyorum! Şu yerde yatan Dost değil mi?” Dünyaları başlarına yıkıldı!
Zavallı hayvan, yerde acılar içinde kıvranıyordu...
Üç erkek, Dost’u kaptıkları gibi acilen veterinere ulaştırdı. Veteriner durumu ciddi bularak Dost’u, ameliyata almakta gecikmedi.
Çocuklar, bahçede güneşlenmekte olan evin sadık köpeği Dost’un, görevli tarafından tam kapatılmamış bahçe kapısından dışarı çıktığını öğrenmişlerdi. Başına gelen kazaya şaşırmış, aşırı üzülmüşlerdi.
Peri: “Kapı ardına kadar açık olsa bile yanımızda bir büyüğümüz olmadan asla dışarıya çıkmamalıyız!” derken başını acıyla öne eğiyordu. Gözlerini kaçırıyor, kendini zor tutuyordu. Dokunsalar ağlayacaktı.
Dora: “Bir de karşıdan karşıya geçerken annemizin veya babamızın elini sımsıkı tutmalıyız! Değil mi ablacığım?” derken sesi üzüntüden titriyordu.
Batu, birden aklına takılanla heyecanlandı: “Alışveriş merkezi, havaalanı gibi kalabalık yerlerde de annemizin, babamızın yanından hiç ayrılmamalıyız! Dikkatimizi çeken şeylerin peşinden koşarsak gözden kaybolur, paniğe kapılırız. Anne, babamızı da çok ama çok üzer, zor durumda bırakırız!” diye, yüksek sesle konuşurken nefes nefese kalmıştı. Gözlerindeki dalgın bakıştan hüzün akıyordu.
Bir saniye geçmiyordu ki: “Dost yaşayacak değil mi?” diye çocuklar sorup duruyorlardı.
Saatler sonra babasının arabasını kapıda gören Batu: “Geldiler! Geldiler!” diye ortalığı yıktı.
Uygar, Dost’u kucağında taşıyordu. Çocuklar: “DOST YAŞIYOR! YAŞIYOR!” diye tepinerek bağrışıyorlardı. Hayvancağız baygındı. İçeriye girdiklerinde Uygar, Dost’u usulca yer minderine yatırdı. Çocukları, “sessiz olun ve ona sakın dokunmayın!” diye uyardı. Herkes, Dost’un başında toplanmıştı. Onun gözünü açmasını, kendisine gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu.
Üzerindeki beyaz örtünün altında, Dost’un patisinin olmadığını ilk fark eden Batu oldu: “Ama baba!” diye göz yaşlarını tutamamıştı. Diğer çocuklar da durumu kavramış, “ah, ah!” diye çırpınıyor, durumu kabullenemiyorlardı.
Logan’ın dudakları büküldü. Daha fazla dayanamadı. Gözlerinden yaşlar boşaldı. Peri, acılı gözlerinden ip gibi akan yaşları engelleyemedi. Sessizce ağlıyordu. Maya, içini çekerek hıçkırıyordu. Dora, göz yaşlarına boğulmuştu.
Uzun süre kimse konuşamadı. Çocukları yatıştırmayı ilk başaran Uygar oldu: “Durun hele! Üzülerek, dövünerek bir yere varamayız. Tabii, ben de sizin kadar üzülüyorum; ama öte yandan, her şeye bir çare bulunur, diye zihnimden planlar yapmaya çalışıyorum.
Önce Dost’un yaşadığına sevineceğiz! Sonra ona nasıl destek olabiliriz, birlikte planlayacağız. Aramızda iş bölümü yapmalıyız.”
Batu, zihninde şimşek gibi çakan bir fikri hemen paylaşmak isteğiyle ortaya atıldı. Yalvaran gözlerle babasına bakarak: “Babacığım, işyerinde robot çalışmalarını yönettiğini söylemiştin. Dost’a takma bir ayak yapabilir misin?” diye çırpınıyordu. Bu yaklaşım, çocukları canlandırmaya yetmişti. Herkes, Uygar’ın ağzının içine bakıyordu. Ne söyleyeceğine odaklanmıştı: “Elbette, yaparım, ama sizin yardımınız gerekiyor.” diye çocukları yüreklendirdi.
“Bu iş, ancak, sıkı bir takım çalışmasıyla gerçekleşebilir. Var mısınız çocuklar?” Peri: “Biz, ne görev verirsen canla başla yapmaya hazırız Uygar dayı!” dedi ve çocuklara döndü. Çocuklar, “evet, evet!” diye hep bir ağızdan bağrıştı. Bunu onayladıklarını daha fazla belli etmek için bir yandan başlarını sallıyorlardı.
“Peki o zaman, iş başa düştü, hemen kolları sıvayalım. Bu tatilde bu işi bitirmeyi amaç edinelim!” Uygar, duygulanarak devam etti:
“Dost ameliyat olurken üzüntümü içime gömmüştüm. Yaşama tutunmasını, her şeyden çok diliyordum! Ameliyatı gerçekleştiren veteriner dışarı çıktığında Dost’un iyi olduğunu öğrendim. İçimdeki acı, bıçak gibi kesilmişti. Tam sevinecektim ki veterinerin devam eden sözleriyle dondum kaldım!”
Veteriner: “Dost’un yaşayabilmesi için, ezilmiş ayağını kesmek zorunda kaldık.” diyordu. İşte o zaman yüreğimdeki ağırlık beni nefessiz bıraktı. Ama bana yakışan kendimi toparlamaktı. Dost’u kucağıma aldığımda, kara kara ona nasıl yardım edebileceğimi düşünüyordum? Zihnime türlü düşünceler üşüşüyordu. Bir tanesi vardı ki bana çok parlak bir fikir gibi geldi!
Çocukların beşinin de meraktan gözleri fal taşı gibi açılmıştı! Hepsi de bu parlak fikri hemen öğrenmeye can atıyordu! Babası Batu’ya dönerek: “Batucuğum koş, bana odamdan bir dosya kâğıdı getir.”
Uygar, güzel kızı Maya’nın kara gözlerinin içine bakarak: “Mayacığım sen de bana kalemlikten bir kurşun kalem kap da gel! dedi.
Çocuklar Uygar’ın çevresinde toplanmışlardı. Uygar boş kâğıda uzun, düz bir çizgi çizdi: “Bakın çocuklar, bu tek boyuttur.” dedi. Çocuklar anlayamamıştı tabii. Uygar devam etti:
“Logan, sen çok güzel resim yapıyorsun, haydi içinden gelen bir şey çiz” dedi. Logan, Dost’u düşünerek bir köpek resmi çizdi. Uygar, “işte Logan’ın çizdiği bu resim iki boyutlu oluyor.” dedi.
Çocukların kafası hepten karışmıştı. Sessizliğe gömüldüler. Tek çizgiye, Logan’ın çizdiği resme, donuk gözlerle bakıyorlardı.
Uygar onları rahatlattı: “Şimdilik bunu sadece duymakla yetinin, büyüyünce nasıl olsa anlayacaksınız,” diyerek lego oyuncağının bulunduğu masaya doğru yönlendi.
“Çocuklar, şimdi bu legolardan basit birer ev yapmanızı rica ediyorum sizden” diye istekte bulundu. Onlara gerekli zamanı tanıdı. Çocuklar, yaşlarına uygun evleri yapınca Uygar, hepsini de çok beğendi. Yapılanları, ballandıra ballandıra övdü.
“Güzel iş çıkarmışsınız.” diye onları gururlandırdı. Uygar, evlerden birini eline aldı. Diğer evleri de tek tek işaret etti: “İşte bütün bu yaptığınız evler, üç boyutludur çocuklar.” dedi.
Çocuklar şöyle bir düşündüler. Peri söze atıldı: “O zaman legolardan yaptığımız uçak ve helikopterler de üç boyutlu mu Uygar dayı?” “Aferin Periciğim, evet onlar da üç boyutlu.”
Batu heyecanlanarak: Babacığım, o zaman dün legodan yaptığım denizaltı da üç boyutlu, değil mi?” “Evet o da üç boyutlu Batucuğum.”
Logan, ciddi bir tavırla dayısına sordu: “Ya benim legodan yaptığım araba?” Uygar dayısı Logan’ın başını okşadı. “Aferin Logan, o da üç boyutlu.” Logan cesarete kapıldı: “Manyetik üçgenlerle meydana getirdiğim kale de üç boyutlu mu Uygar dayı?” “Ne akıllı sorular soruyorsun Logan. Evet, onlar da üç boyutlu.” Dora suskunluğunu bozdu: “O zaman Peri ablam ve Maya ile yaptığımız saray da üç boyutlu olmalı.” “Ta kendisi Doracığım! Yaptığınız o güzel saray da üç boyutlu.” Peri emin bir edayla:
“Babamın bana doğum günümde aldığı robota da üç boyutlu diyebilir miyim, Uygar dayı?” “Hepinizle gurur duyuyorum çocuklar. Aklınızı ne güzel çalıştırıyorsunuz!
Maya: “Bütün bunların Dost ile ilgisi var mı babacığım? diye babasına, akıllı bir soru yöneltti. Uygar, bu soruyu takdir etti. “İşte işin en can alıcı noktasına geldik!” diye çocukların merakını kabarttı.
“Şimdi sıkı durun!” Benim Dost’a yapacağım ayak da üç boyutlu!” Çocuklar, “ya!” diye çığlık atarak dikkatlerini toplamaya çalıştı. Biraz düşünüp zihinlerinde, Dost’a üç boyutlu bir pati canlandırmaları ne hoştu!
Logan meraklanmıştı: “Bu üç boyutlu patiyi nasıl yapacaksın Uygar dayı?” “Önce sizinle iş birliği yapacağız, hazır mısınız?” Batu ile Maya: “Hazırız baba!” Peri, Dora ve Logan: “Hazırız Uygar dayı!” diye var güçleriyle bağırarak ortalığı inlettiler. Uygar Dost’un yanına doğru ilerledi:
“Haydi, iş zamanı! Batu, cetvelimi masamdan al da gel lütfen. Peri, sen de Dost’un başucuna çök. Yumuşakça Dost’un başını okşamaya başla. Maya, Dost’un rahat durması için, tatlı ve yumuşak bir sesle ‘hav hav hav benim cici köpeğim!’ şarkısını söyle. Dora, Dost’un sağlam patisini tutup ona sevgini aktar. Logan, sen de bir yandan Dost’a, en sevdiği vitamin kemiğini kemirtmeye çalış.
Sizin bu özenli yardımlarınızla ben de Dost’un ayak ölçülerini, titizlikle ve tam olarak alayım. Bu ölçümleri yaparken Dost kıpırdamamalı ve acı duymamalı! Size güveniyorum çocuklar!”
“Sıra şimdi, dişlerinizi fırçalayıp banyolarınızı yapmaya geldi. Sonra da cumburlop yataklara! Yarın, sizi büyük bir sürpriz bekliyor!”
Ertesi sabah aile, pür neşe kahvaltısını yaptı. Çocuklar, iştah ile kahvaltı tabaklarını bir çırpıda bitirdi. Maya ve Logan, ilk kez kendi başlarına çabucak giyinmişti.
Tatil olduğundan Uygar, çocukları arabaya doluşturup iş yeri Google’a götürdü. Onları, şimdiye dek hiç görmedikleri, hayal bile edemedikleri bir aletin etrafında topladı. Bu alet, son teknolojiyle üretilmişti. Üç boyutlu nesneleri basan yeni bir aygıttı.
Uygar: “Dün Dost’un patisinin ölçümlerini almıştım ya. Bu ölçüler ışığında, siz gece mışıl mışıl uyurken Dost’a bilgisayarda üç boyutlu bir pati tasarladım. İşte bütün bir gece boyu tasarladığım bu patiyi, bilgisayar aracılığı ile şimdi, bu alete gönderiyorum!
Sıkı durun! Dost’un patisi şekillenecek ve bu aletten basılacak!” diye düşleri kamçılayan açıklamalarda bulundu. Çocuklar heyecanlarını gemleyemedi.
“Nasıl olacak bu?” diye sorgulamaya başladılar. Uygar: “Sihir gibi değil mi? Oynadığınız hamurları düşünün. Türlü şekiller yapabiliyorsunuz onlarla. Bu üç boyutlu yazıcı da oynadığınız hamurlara benzer plastik bir maddeyle üç boyutlu gereçler basıyor!
Zihninizde canlandırsanıza! Yarın öbür gün, oturup bilgisayarda bir oyuncak tasarlayacaksınız. Ölçülerini, şekillerini kendiniz belirleyeceksiniz. Böyle bir yazıcıdan pat diye basabileceksiniz! Yani, kendi oyuncaklarınızı kendiniz yapacaksınız! Şaka gibi değil mi?”
“Oh, ne güzel iş!” diyen çocukların hevesi kabarmıştı. Birbirlerini heyecanlı gözlerle süzmeleri, kaçırılacak şey değildi.
Bu sırada komut verilen alet çalışmaya başlamıştı. Çocuklar, nefeslerini tutmuş, pür dikkat olanı biteni izlemeye, kavramaya odaklanmışlardı. İnanılır gibi değildi! Dost’un yeni patisi, bu aletten mi çıkacaktı?
Tatilin son gününde heyecan doruktaydı! Bahar şenliğinde Dost’un takma ayağı, törenle takılacaktı! Herkes merak içindeydi: Dost bunu sevecek miydi? Hemen uyum sağlayabilecek miydi? Yoksa ağzıyla kemirmeye, sıyırmaya çalışıp bir an evvel kurtulmak mı isteyecekti?
Yeni patisiyle yürümeyi başarması kolay olacak mıydı? Eskisi gibi enerjik koşabilecek miydi? Kaygı uyandıran o kadar çok konu vardı ki!
Tüm aile, bahçedeki çimenlerin üzerinde, Dost’un başında toplanmıştı. Üç boyutlu yazıcıdan basılmış ayak, çapraz kayışlar yardımıyla dostun bacağına, şarkılar eşliğinde bağlandı. Herkes bir alkıştır kopardı!
Dost umulmadık bir anda yerinden fırladı! Ayakta bir an hareketsiz kaldı... Kuyruğunu, sevinçten deli gibi sallamaya başlaması herkesi sevince boğmuştu!
Yalpalayarak ürkek birkaç adım attı! Dengesini yakalaması biraz zaman aldı! Yavaştan yürümeye başladı! Kısa sürede hızlandı!
Çocukların etrafında çemberler çizmeye başladı! Hiç kimse gördüklerine inanamıyordu! Dost’un koşması pek yamandı!
Siyah iri gözlerindeki ifade, akıllardan çıkacak gibi değildi! Çocuklara sevgi dolu bakarken bir yandan da “hav hav!” diye uzun uzun havlayarak onlara ve herkese defalarca teşekkür ediyordu!
Beş çocuk, ellerini çırpıyor, “Dost’um sen çok yaşa! Dost’um sen çok yaşa!” diye avazı çıktığı kadar bağırıyorlardı. Ortalık neşeden kırılıyordu!
Ailenin kazanılmış mutluluğuna diyecek yoktu!
Ayşe Yarman Öztekin
"Dostum Sen Çok Yaşa" Mayıs 2020
Çocuk öykü kitabımdan bir bölüm.
YORUMLAR
Yazınızı beğendim. Sadece iki ayaklı dostları değil dört ayaklı dostlarımızı de sevip korumalıyız. Onlar çıkarsız dostlardır, dostluklarında yalan değil samimiyet vardır. Dost demişken dostlukla ilgili şu sözümü de yazıvereyim:
Dost kar yağdırmaz umduğumuz dağlara
döndürür benliğimizi yemyeşil bahçelere bağlara
ayşe1
Saygılarımla.
ayşe1
Selam ve saygılarımla.