- 1526 Okunma
- 25 Yorum
- 16 Beğeni
‘BİLGE BİR DEDE’DEN HAYAT DERSİ…
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Şehrin en yüksek rakımlı yerinde, meşhur dağın eteklerinde konuşlandırılmış sitenin en son apartmanının en üst katına sesler, bir mırıltı gibi gelirdi. Rakım o kadar yüksekti ki şehre sis çöktüğü zaman birkaç minare görünmese insan bulutlar üzerinde olduğunu bile düşünebilirdi.
Sessizliğin ve huzurun adresi gibi olan sitede hele kış günlerindeki dinginlik arayanlar için bulunmaz bir nimetti.
Araba homurtusu, egzos sesi, çocuk çığlıkları, satıcı sesleri… her tarafı yeşillik ortamda ağaçların yapraklarına takılır kalırdı sanki. Evlere, balkonlara uzaktan bir yankı gibi ulaşır, belli belirsiz haberdar ederdi sadece.
Çok soğuk ve fırtınalı bir kış gecesinde yağmurun iri taneleri, açması için camlara ısrar eder gibi arka arkaya vuruyor, herkes kapısını bacasını kapatıp içeri kaçmaya çalışıyordu bir an önce.
Kadın mutfaktaki işini bitirip ışığı kapamaya uzandığında daha önce de birkaç kez duyduğu ince ama dirençli bir sesin ‘maydanooooz – kekiiik - naaaaneee’ dediğini duyar gibi oldu. Bu kadar sert bir havada camda kapıda kimse yokken bunları kimlere satacak acaba diye merak edip balkona çıktı.
Yerde düşürdüğü bir şeyi arıyormuş gibi iki büklüm, yere doğru eğilmiş ama çok hızlı giden bir erkek gördü. Hırkasına iyice sarınarak bir süre gözleriyle takip etti. Belli belirsiz çıkan sesin yarısını da rüzgar savurunca geriye mırıltı gibi bir şey kalıyor ama o hiç kesmeden aynı ritimle seslenmeye devam ediyordu.
Sitenin sonuna kadar gitti, biraz doğrulup camlara balkonlara baktı. Kimseyi göremeyince farklı bir tonda küfreder gibi mırıldanarak geri dönüp kadının olduğu apartmana doğru yürüdü. Kadın refleks gibi:
- “Maydanozcuuuuu!” diye seslendi.
Bir an göz göze gelir gibi oldular. Kadın sesini duyuramayacağını düşünerek eliyle apartman girişini işaret etti:
- “Hemen geliyorum.” dedi.
Bu zor hava şartlarında bile para kazanmak için sokaklarda gezene çok acımış, ne satıyorsa hepsini almaya karar vermişti.
Önce otomatiğe bastı. ‘İçeri girsin de biraz ısınsın’ diye düşündü, uçar gibi beş katı indi.
Işıkta bir dede görünce şaşırdı. Çok yaşlıydı!
Gözleri duman rengiydi, göz pınarları da uykudan yeni uyanmış çocuk gibi çapak içindeydi. Önünü zor görüyor gibiydi. İçi acıdı kadının.
- Ne satıyorsun dede? dedi daha önce hiç duymamış gibi…
- Bana ‘maydonozcu dedin ya!.. ne soruyorsun?’ diye keskin bir zekanın otoriter sesinin bu dededen gelip gelmediğine inanmak için bir daha baktı kadın.
- Yani başka ne var demek istedim!
Dedenin elinle iki macır çantası vardı. O kadar eskiydi ki sapları yoktu. Yanlarında delmiş ve kınnap geçirerek sap yerine bağlamış, elini kesmesin diye de kirli bir mendille sarmıştı.
Üzerinden düşecek gibi büyük gelen ceketinin kolları içinde elleri görünmüyordu. Merdivenlere oturdu, kolunu sıvadı ve takıldıkları yerlerden farklı boyutlarda kırıldığı, düzenli kesilmediği, tırnak içlerinin katran karası gibi olan ellerini görünce kadın bir daha şaşırdı.
Dede bir maydanoz bir nane çıkardı, uzattı kadına. Düzensiz demetti onlar da sap yerine de uzun sert bitki dallarıyla bağlamıştı.
- Kaç tane var dede? Ben hepsini almak istiyorum. dedi.
Dede uzattıklarını da aldı, çantasına attı ve elindeki oyuncağı alınacak korkusuyla saklamaya çalışan bir çocuk gibi çantalarını göğsüne bastırdı:
- Olmaz!.. dedi. Kadının şaşkın bakışlarını görünce de açıklama yapma gereği duydu.
- Hepsini sen alırsan bu havada insanlar nerden nane maydanoz bulacak? Olmaz!..
Kadın karşısında sadece yaşlı ve köylü bir dede değil, adil ve onurlu bir yürek durduğunu fark etti. Üstelemedi:
- Peki dede, birer tane alayım ben, dedi.
Sonra aklına gelmiş gibi birden sordu:
- Dede karnın aç mı?... beklersen getireyim mi?
Dede, randevusuna yetişecek bir edayla:
- Aç!… Ama acele getirirsen, çok işim var, dedi.
Kadın beş kat yukarı doğru uçtu bu sefer. Soğumadığı için henüz ocağın üzerine duranların altını yakarken bir taraftan da çorbadan salataya, pilava yanına da hoşafa kadar her şeyi hazırlamaya başladı. Yemekler de ısınınca hepsinin tabaklarını yuvarlak bir tepsiye dizdi, ekmeği dilimledi, bir bardak suyu da aldı. Daire kapısından çıkınca merdiven trabzanlarının titrediğini gördü. Dede sinirlenmiş en alt kattan vuruyor, metal titreşim, ‘zehir gibi’ mesajı yukarı taşıyordu!
Bu sefer elindekileri dökmemek için hızlı inemedi. Ayak seslerini duyan dede, çocuk gibi huysuzlanmaya ve ‘hadi, hadiii’ demeye başlamıştı.
Kadın koltuğunun altında getirdiği bir örtüyü önce kucağına yaymak istedi, dede savurup attı. ‘İstemez!’ dedi. Tepsiyi kucağına aldı. Kadın onu eve davet etmişti ama o ‘buraya getir’ demişti. Kadın da yardımcı olabilir miyim diye ayakta bekliyordu.
Dede başını kaldırdı: ‘Sen böyle başımda dikilip beni mi seyredeceksin?’ dedi.
Kadın, ‘Yok, şey, hayır!.. Bir ihtiyacın olursa….’ Cümlesini bitirmenden dede kestirip attı:
- Olmaz, olmaz! Ben bitirince zilini çalarım, sen göster bana, dedi.
Kadın zili gösterdi: ‘Ne zaman gelirsen bu zil bas dede, ben inerim.’ dedi ve çaresizce yukarı çıktı. Uzunca bir süre ses seda gelmedi. ‘Zile basmayı unuttu’ diye düşündü.
Biraz sonra bir kez ama uzunca bir zil çaldı. Dede o kadar karizmatikti ki zil çalışı bile ondan edindiği izlenimlere uyuyordu.
Aşağıya boşları almaya indi. Bütün tabaklar yıkanmış gibi sıyrılmış, kenarlarında iz bile yoktu neredeyse. Hepsini de boy sırasıyla üst üste dizmişti.
Kadın aldıklarının parasını ve biraz da fazlacasını koymuştu tepsinin kenarına.
Dede, naneyle maydanozun parasını almış diğerlerini tabakların altına sıkıştırmıştı.
Tepsiyle yukarı çıkarken kadın Mevlana’nın sözünü hatırlamıştı, ağlıyordu:
“Ne elbiseler gördüm içinde insan yok.
Ne insanlar gördüm, üstünde elbise yok”
………………………..
Dede, yıllarca her geldiğinde zile basar, kadını balkonda gördüğü gibi eliyle ‘in aşağı’ der gibi işaret eder ve sadece “Hadi!..” derdi.
Aralarında sessiz bir iletişim sağlamışlardı artık.
Kadın olabildiğince hızlı bir şekilde tepsiyi hazırlar, indirir ve hiç konuşmadan bırakıp yukarı çıkardı. Zil sesinden sonra indiğinde de her seferinde boş tabakların yanında ya bir demet nane ya kekik ya da maydanoz bulurdu!...
19.10.2020 Serap IRKÖRÜCÜ
YORUMLAR
Merhaba Sayın Yazar’ım
Bu yoğunlukta bir nefes mola için deftere girdiğimde böylesi güzel bir yazı, insanın yorgunluğunu alır gider güzelliği
Yazılarınızda ki duygu aktarımı ve anı yaşatma yeteneğiniz tartışılmaz
Yazıdan çok konuya, konudan çok bizden biri olan aksi huysuz ama bir o kadarda onurlu ve dik duruşlu insanımız etkiledi beni, bilgelikten öte Anadolu insanının adamlık vasfı,
Benim işim engelli vatandaşlarla burası haricinde tanıyanlar bilir dağ köyleri ulaşımın zor olduğu yatalak hastalar üzerine bir kısmı
Konuyu dağıtmadan, çok uzak bir dağ köyü engelli çoğu yatalak hastalarım var işimi bitirdim döneceğim köyün muhtarı çok yaşlı bir dede olduğunu, dağın eteğine yakın oturduğunu bir kızıyla yaşadığını ve devletten yardım almadığını (ki ne çok yardım alırlar hiç hak etmeyenler sahte raporlarla) söyledi
İsmi Mustafa, Mustafa dedenin evine vardık, geniş bir bahçe bahçenin ortasında çok yaşlı, sizin yazınızda ki gibi bir dede, tahta kaşık yapmakta
Yanına gittim selam verip oturdum selamımı inanılmaz güzel bir deyişle aldı
Dedim var mı Mustafa dedem bir sağlık şikâyetin,
Yok dedi iyiyim arada gözlerim ağrıyor zaten birisi hiç görmüyor diğeri yarıya yarıya
Bunları derken tahtadan bir şeyler oyuyor pazara inip kızıyla satıyormuş, tahta kaşık kepçe eski usul sattığınca işte geliri, kaşıkları yörük işi
Sen çok yaşlısın kaymakamlıktan yardım bağlanması için bilgilerini alacağım dedim
Öyle bir dikeldi ki, benim elim ayağım tutuyor devlet daha muhtaçlara neden yardım etmiyor diye
İstemem ben çayınızı için açsınızdır yemek yiyelim gidin dedi emir verir gibi:)
Yolumuz uzun dedem sen oradan birkaç tane tahta kaşık ve kepçe ver bana dedim
Çok alma yine gelirsin pazarda beş liradan büyükleri on liradan satıyorum dedi
Bana üç tahta kaşık bir tane kepçe verdi on lira ver diğerleri misafire hediyedir dedi
Elimde öylece yüz lirayla duruyorum yardım edeceğim ya senin bozuğun yok hepsi dedenden hediyedir sen güzel iş yapıyormuşsun muhtar anlatmıştı dedi
Tekrar oturdum dedemin yanına şu dünyayı düşündüm şu üç kuruşluk menfaati için insanı beş kuruşa satacak olanı, bunca yalanı talanı hırsızı arsızı, yardım etmeye kalkmışken, aslında insanlık adına yardıma ihtiyacım olduğunu, şu yaşamın salt para üstüne kurulu olmadığını,
Mustafa dedeyi düşündüm onca hırsıza arsıza şerefsize karşı görmeyen gözleriyle şeref onur abidesi
Biz bu insanları nerede kaybettik bu insanlığı, yüz lira yardım için ihtiyacı olmadığı halde birbirlerini ezen insanları dünya yansa bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyen iki ayaklı yılanları nasıl kazandık
Utandım o Anadolu’nun gerçek sahibi has insanı olan adamdan, kendimden şu koca ülkeden millet vasfını insan olma adabını kaybetmiş ruhsuz şuursuz onursuz kişilikler kitleler adına utandım
Öyle işte
Uzun süre kalmışım hemşirelerin uyarmasıyla kendime geldim sonra bir şeyler yazdım eve dönünce Mustafa dedeme, arşivime koydum o yazı yok olana kadar benimle yaşasın diye
Var olun siz Öğretmenim
Gecikmiş tebriklerim Saygı ve esenlik dileklerimle
Aşkar…
Serap IRKÖRÜCÜ
'dedelerimiz' ne kadar benzeşiyor!..
Ülkenin farklı coğrafyalarında benzer yaşlardaki insanımızın 'hak etmekle' ilgili hassasiyetlerine hayranlık duymamak mümkün değil.
Benim de başlıktaki sıfatı yazmamın nedeni, günümüzde yıpranan ve neredeyse bir eksiklik olarak görülen o meziyetlerin bu dedelerimiz gibi düşünenler tarafından bir yaşam düsturu olarak kalabilmesinin ayrıcalığına vurgu yapabilmekti.
Sizin aktardığınız örnekteki Mustafa Dede de devlet yardımı istemediği gibi emeğinin karşılığında hak ettiğinden fazlasını almadı, ikramını da yaparak kendini ancak rahat hissedebildi demek ki. Çünkü sizin ona verdiğiniz değer, o anda onun için kazanacağı her maddiyattan daha önemliydi diye düşünüyorum.
Paylaşımımdaki konuyla birebir örtüşen aktarımınız ve değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim.
Katkınız çok değerliydi. Yüreğiniz var olsun.
Saygılarımla...
Köşede seni görünce nasıl mutlu oldum bilsen, bir yakınımı, bir akrabamı görmüş kadar sanki...
Çok anlamlı bir yazı olmuş yine, öyle güzel dokunmuşsun ki sözcüklere, okurken gözümde canlandırdım adeta.
Hayranlıkla izliyorum kalemini, iyi ki bizlerle paylaşıyorsun SerapCan
Selam ve sevgiler güzel yüreğine
Serap IRKÖRÜCÜ
'Güzel bakan güzel görür' misali yorumun, çok teşekkür ederim.
Güzel sözlerin eşliğindeki değerlendirmelerin ve beğenilerin için de içtenlikle teşekkür ederim.... :))
Sevgilerimle....
Akıcı ve güzel yazınızı tebrik ederim, hem günümün güzel yazısını. Sevgiler.
Serap IRKÖRÜCÜ
Sevgilerimle...
Çok güzel bir yazı. Duygulanmamak elde değil. İçinde bir parça güzellik varsa insanın Rabbim zayi etmiyor. İyilik göresiniz Serap hanım.
Başımdan geçen bir olayı anımsadım sayenizde.
Benim de kapıma gelen olmuştu bir vakit.
Zira kapılar ne içindir?
Eski günleri hatırladım sonra.
Pek dokundu.
Sevgiler, selamlar olsun.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bilmukabele!... :)))
Buradaki paylaşımlardan hepimiz bize yakın olanı, payımıza düşeni alıyoruz... O nedenle de yorumlarımızı yapıyor, duygularımızı aktarıyoruz.
Sizin de buna benzer bir durum yaşadığınızı samimiyetinizle aktarmanızdan çok mutlu oldum, inanın... Umarım, sonu güzel anılardır...
İçten değerlendirmeleriniz ve güzel dilekleriniz için bir kez daha teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Birkaç gün önce “merhamet; acımak değil, acıtmamaktır” diye bir söz okudum. “Merhamet” tanımıma daha çok uyan başka bir cümle duymamıştım o güne dek...
Okuduğum, yeni tanıştığım o tanımın öyküleştirilmiş haliydi adeta. Sadece donanımına değil, insanlığına ve zarafetine de hayran olduğum bir kalemden döküldüğünü görmek şaşırtmadı elbette!..
İlginç tesadüftür ki, dün bir “iyilik”(!) öyküsüne yaptığım “askıda ekmek” benzetmesi için engellendim! Üçüncü bir gözün beğenisine sunulan iyilik gösterisinin anlamı olduğunu düşünmüyorum. Elbette, örnek olmak amaçlı anlatılmış, kötü niyet taşımayan paylaşımlar da olabilir. Yine de bunun zarif bir yolu, bir başka yolu olabileceğine inanıyorum. Nitekim siz de bunun örneğini sunmuşsunuz.
Sizi okumak ayrıcalık! Çok büyük de keyif!..
Sevgilerimle
Serap IRKÖRÜCÜ
Bence de 'acımak' aşağılayıcı bir duygunun yansıması olur ki... bu da çok can acıtır diye düşünüyorum.
Önemli olan duruma olabildiğince çözüm üretebilmek ama bunu da üzmeden, kırmadan yapabildiğimiz ölçüde!... :)))
Paylaşımlarda 'niyet' aramak zaten özüne inilemediğinde, ön yargıyla yaklaşıldığında olur. Dediğiniz gibi aktarılanların nasıl değerlendirdiğimiz kadar 'biz'iz aslında...
Tüm samimiyetimle belirteyim ki sizden gelen yorumları okumak da öyle!... Her zaman... :)))
Sevgilerimle...
Tebrik ederim sayın hocam.
Kattıklarınız adına hele ki edebiyatı yaşanır ve daha da kıymetli kılan elbet değerli kaleminizle yaşattığınız esinti ve güzellikler.
Selam ve saygılarımla
Serap IRKÖRÜCÜ
Sevgilerimle...
Her dede aynı değil ki, Kıbrıs'ta bir dilenci dedeye bir lira vermiştim dede küfür etmişti. Para yı az gördü.
Şimdi bu derste konuyu anlamadım,iyi satıcı olması mı,maydanozun faydasının anlaşılması mı,yoksa kadın kimsesiz de kendine yoldaş mi arıyor.
Biraz açıklarsanız iyi olur kıymetli hocam.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bu tür öykülerde ön ve son okuyucunun istediği gibi düşünebileceği, yorum yapabileceği bir tarzdır.
Her yorum da kişinin kendisiyle sınırlıdır.
:)
Evet Serap Hanım tebrik ediyorum, içim ürpererek okudum, kaleminize sağlık
Serap IRKÖRÜCÜ
Saygılarımla...
İyi olmak iyiliğin dirilmesine ve görülmesine tek sebep. Yazının kahramanının hanım olması yazıyı yaşanması mümkün bir hadise olma özelliğine taşımış. Bilge dedenin ettiği bir nasihatta yok. Bir hanımın kendi iç güzelliğinin, aksi bir ihtiyarın tavrından, insanın şiarına yakışır şekilde okumaları var. Yazı başarılı güne gelmeyi de hak etmiş. Fakat başlık İnsana daha farklı şeyler telkin ediyor. Uçarı yada bilgili bir insana , "daha bilmediğin bir sürü şey var " demesini bekliyordum. Bu, bulduğum yazıdan memnuniyetsizliğim değil; Başlığın, okura taktığı çelmenin tarafınıza beyanı .
Elinize sağlık.
Serap IRKÖRÜCÜ
Kadınların anaçlığı böyle yaklaşımlara çok açık bırakır onları. Düşen çocuğa da ilk önce onlar yönelirler, yardıma muhtaç olana da !..
Bilgeliğin kesin tanımı olmadığı gibi, sözle olacağının da bir kıstası yok. Bilgelik yaklaşımdadır... beklentisiz yaşamayı becerebilmektedir... hakkı olmayan ( kendisine verilse bile ) uzak durabilmektedir... adil olmayı öğrenebilmektedir.
Az konuşan dedenin sözcük aralarında bütün bu mesajlar var!...
Bugün bulanlar deveyi hamuduyla yutmaya çalışırken bu meziyetlerin ötelenmesini de anlamak lazım belki de...
Açık sözlülüğünüz ve değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla....
ilişkide ilginç olan dede değil aslında kanımca kadındır..Mirim yüreğinde ifade ettiği üzere dede de bilgelik göremedim..ekmeğini çıkarmaya çalışan binlerce rast geldiğimiz dede figürü vardı fakat kadın sanki everest zirvelerinde yüzyıllardır yalnız yaşamış bir açlıkla kimdir, nedir diye sorup sorgulamadan dede de olsa evine dahi davet edebilecek kadar sıra dışı bir içtenlik yarışı, davranışı sergilemekte.... yazı, akıcılığı ile güzeldi ama kurguda alışıla gelmedik bir ilişki vardı...
saygı ve sevgiler...
Serap IRKÖRÜCÜ
Başlıktaki 'sıfat' sanırım algıları karıştırdı. Bunu anlayabilirim de:
"fakat kadın sanki everest zirvelerinde yüzyıllardır yalnız yaşamış bir açlıkla kimdir, nedir diye sorup sorgulamadan dede de olsa evine dahi davet edebilecek kadar sıra dışı bir içtenlik yarışı, davranışı sergilemekte... cümleniz izaha muhtaç!..
Haddinizin sınırlarını fazla zorlayan bu ifadeyle kendinizi anlattığınız fark etmenizi beklerim. Kişi gördüğü – öğrendiği - -duyduğu kadar bilir ve tanır her şeyi… Üstelik algılarımız da bu çerçevede kalır!..
Bu yaklaşımınız olsa olsa çevrenizdeki örneklerle sınırlıdır o zaman da çok anlaşılır zaten…
Yine de katılımınız ve değerlendirmeniz, için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla…
ilhanaşıcı
Serap IRKÖRÜCÜ
Aman Tanrım!..
Şaka mı bunlar?!?!
Bu kadar mı yozlaştık biz?... İnsanî değerlerden bu kadar mı uzaklaştık?!?!
Konunun sonunun buraya bağlanmasına sadece "pes! diyebilirim...
Çok üzgünüm gerçekten...
Hele sizden böyle bir algı hiç beklemiyordum!..
:(((
ilhanaşıcı
sağlık ve huzurla iyi bakın kendinize..
İlginç ve hayatın içinden iki insanın güzel bir iletişimi belki bir yaşanmışlık da barındıran güzel bir hikaye çıkmış ortaya... Kutluyorum yürekten Serap Hocam...
Serap IRKÖRÜCÜ
Benzer iletişimler çokça yaşanmadığından olsa gerek, ilginç olduğu kanısına yorumları görünce ben da katılmaya başladım. :)))
Oysa ben 'dede'nin farklılığını vurgulamak istemiştim... :(((
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim Ahmet Bey.
Saygılarımla....
Bilgeliğinin kaynağını göremedim ama sevimliliği tartışılmayacak kadar net.
Muhtemelen kendi hayatınızın bir parçasını yazıya dökmüşsünüz Serap öğretmenim. Hoş bir dostluğun başına ve devamına şahit olduk. Adresi bilsem ben de pırasa filan satardım o mahallede. Yemekler güzeldir eminim :)
Kaleminiz ne yazsanız okutuyor ve şu anki yerini hak ediyor.
Tebrikler.
Not: "Kadın beş yukarı doğru uçtu bu sefer." cümlesinde "kat" kelimesini yazmayı unutmuşsunuz.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bence de sevimliliği tartışmaya daha açık!... :)))
Hani bazı insanlar vardır onları 'huysuzlukları'yla kabul ederiz. Bu özellikleri sıradanlaşınca arka plandakileri görmeye başlarız... Dede, öyle biriydi!..
O yaşında gecenin o saatinde para kazanmak için dolaşmaya çalışan yaşlı birinin kendisine yapılan maddi yardımı kabul etmemesi, birden çok satmayıp ( olur a!.. isteyen olursa diye ) bir kişide yığılmasına engel olmak istemesi, yapılan ikramlara kendince 'her seferinde' karşılık vermeye çalışması az şey mi?
Günümüzde yok sayılan bu değerleri gördükçe dede gözümde daha da büyüyor açıkçası!..
Evet, bir süre her geldiğinde zili bastı ve bu paylaşımlar yaşandı.
Estağfurullah!..
Galiba, öyle...
Değerlendirmeleriniz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim Ahmet Bey.
Saygılarımla....
( Paylaşmadan önce yaptığım bir düzeltmede belirttiğiniz sözcük de silinmiş, ben de fark etmemişim. Hatırlatma için teşekkür ederim. Düzelttim....)
Merhaba Öğretmenim,
Yazılarınızı okurken bal tadında ayrı bir haz alıyorum her seferinde. Edebi cümlelerin yanında, hayatın içinden insanlara ders vermek ancak değerli bir öğretmenin kaleminden doğabilir.
Kadın kahramanımızın yüreğini süsleyen merhamet ile dedenin vakur duruşu, zor anlarda başkalarını düşünmesi, kendisine yapılan yardımın değerini bilmesi ve diğer özelliklerin tümünü, bir Müslümanda bulunması gereken İman eseri olarak gördüm, yanılıyor muyum? Kış - yağmur, kadın - dede, yemekler - maydanoz... Madde ve mana iç içe nakş etmek ne büyük bir ustalık ve ne mükemmel bir işaret.
Kutlarım sizi Öğretmenim...
Serap IRKÖRÜCÜ
Çok teşekkür ederim. Paylaşımlarımız 'biz'i anlatması açısından içeriğinden daha çok şey anlatıyor bence...
İnsanı 'insan' yapan güzel meziyetlerin bir dinle sınırlı olmadığını düşünenlerdenim. iyi insanın memleketi, cinsiyeti olmadığı gibi belli bir dinle sınırlanmasının da "Yaratılanı hoş gör Yaradan'dan ötürü" cümlesiyle çelişeceğini de düşünüyorum.
Sizin hassasiyetiniz gereğince böyle düşünmenizi de anlayışla karşılıyorum.
Değerlendirmeleriniz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Bir uyarı olarak gördüm sanırım, bundan sonra yazılarınıza yorum yaparken maneviyat konularına girmemeye çalışacağım...
Saygılarımla...
Çok güzel, çok anlamlı Hocam.
Öyle bir zamana geldik ki kimin ihtiyacı var, kimin yok belli değil. Böyle kanaatkarını bulmak çok zor. Televizyonlarda falan sık sık görüyoruz ne dümenler çeviriyorlar. Simit tepsisini çamura veya yola devirenler mi ararsınız, tatlısını dökenleri mi..! Eline bir kaç kalem almış, veya kağıt mendil almış güya satıyor. 1 liralık mendile veya kaleme 20 Lira veriyorsunuz dur üstünü vereyim diyeni hiç görmedim. Zaten üstünü alma niyetiniz de yok ya. Hatta bozuk yok diyorlar üstünü vermemek için.
Ben böylelerine pek vermemeye çalışıyorum.
İyi ve sağlıklı günler dilerim Hocam..
Saygımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Annem de babam da özellikle 'olmayana' yardımcı olmak konusunda çok hassastılar ve babam : "Gerçek fakir onurlu olur, isteyemez, onu bulun..." derdi hep. Kendi de öyle yapardı.
Biz de kardeşler olarak, yetiştirilme tarzımızın etkisiyle olsa gerek, bu konuda çok hassasız. Günümüzdeki insan ilişkileri içinde çok da tanıdık gelmediğinin farkındayım... ama gerçek bu!... :)))
Değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim Suat Bey.
Siz de sağlıkla kalın.
Saygılarımla....
güzeldi yazınız
karşılıksız iyilik yapmanın güzelliğini çok hoş bir anlatımla kaleme almışsınız
ve
'ye kürküm ye' sözünün sağlamasını yapan ders verici bir hikaye okuttunuz bize
sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
İyilik, karşılık bekleyerek yapılıyorsa... bu, bir yatırımdır... iyilik de kılıf olarak kullanılmış olur... :)
Değerlendirmeniz ve beğeniniz için teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Öyle güzel betimlemişsiniz ki film izler gibi bir okuma oldu.
Hikâyeyi okuduktan sonra, yorumlara da göz attım ve anladım ki hemen her okuyanın kalbinde bir yere dokunmuşsunuz.
Bu platformda, sizi okuyor olabilmek kendi adıma bir ayrıcalık hissi veriyor.
Sizden öğreneceğimiz- gerek yazınsal, gerek düşünsel bakımdan-çok şey var.
Teşekkürler ve çok sevgiler size öğretmenim.
Serap IRKÖRÜCÜ
Aslında içselleştirerek okuduklarımızdan hepimiz kendimizce çıkarımlar yapıyoruz elbette. Bu da onlardan biri olmuş demek ki... Ne güzel!.. :))
Estağfurullah!.. Paylaşacaklarımız diyelim... :))
Övgüleriniz ve değerlendirmeniz için çok teşekkür ederim.
Bilmukabele...
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Beğenilerin ve değerlendirmen için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Günaydın Hocam!
‘Bilge bir dede’den mi yoksa Bilge bir eğitimciden mi hayat dersi?
Bu sabah okudum "bilge bir dede’den hayat dersi…"ni...
İçimden bir ses İşte okunacak ders çıkartılacak uzun uzun yazılmış,
lakin çık kısa ve anlamlı bir hikaye.
Bana göre hikayenin özünde
Şefkat var!
Merhamet var!
İhsan var daha da önemlisi Allah'ın kendine halife seçtiği İnsan var.
Onur var!
Kanaatkarlık var!
Dürüstlük var Bizi yöneten iktidar mensuplarında olmayan ne varsa
hikayede hepsi var.
Özetlemek gerekirse, kadın ihsan ve merhamet Esmalarının temsilcisi.
Dede, Kanat, alın teri ve onurun su yüzünde görünen yüzü...
Kısaca kamil insan tanımlaması. Elbette daha çok şey yazıla bilinir.
Kutlarım Öğretmenimi.
Yine akıllardan çıkmayacak bir le çıktı öğrencilerinin karşısına.
Saygılarımla.
Necati Kavlak tarafından 10/20/2020 10:55:31 AM zamanında düzenlenmiştir.
Serap IRKÖRÜCÜ
Bazı şeyler çok gibi görünür, tüketince bize az geldiğini düşünürüz. Bazı şeyler de az gibi gelir de içine girince büyür de büyür!..
Paylaşımımdaki konu ve kahramanı dede, hakkında biraz daha bilgi edinilmek istenen bir içerik taşıdığında belki de... "Aaaa, bitti!... "duygusuyla bitiyor diye olsa gerek.
Saptamalarınız o kadar doğru ki Necati Bey... yazarken bu değerleri öne çıkarmak gibi bir çabam olmadığı halde, sizin yorumunuzdan sonra bir de o dikkatle okudum ve size bu dikkatinizden dolayı içimden teşekkür ettim.
Estağfurullah!... Kamil insan kim... biz kimiz!?...
Ama o dedeyi daha geniş zamanlarda ve belki de hayatının ön yıllarıyla tanımak ve o günlere nasıl geldiğini, buna rağmen insanlığını bu kadar yüksek seviyede nasıl koruyabildiğini öğrenmek isterdim açıkçası...
Çok değerli ve samimi değerlendirmeleriniz, beğenileriniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla...
Serap IRKÖRÜCÜ
'Her şey dışardan göründüğü gibi değildir her zaman..."
Beğeni ve değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim Emine Hanım.
Sevgilerimle...
Başrolde bilge bir dede görmedim ben, iyilik meleği bir kadın gördüm.
Ve sanırım o iyilik meleği o kadar mütevazı ki kendini açıklamak yerine o kadın diye bahsetmek istedi.
Iyi ki varsınız, bu iyilik meleklerinin soyunun tukenmemesi dileğiyle.
Sevgiyle.
Serap IRKÖRÜCÜ
İyilik ve kötülük de insanda yan yana... iç içe... Hangisinin öne çıkacağına nefs mücadelemiz karar verir. Keşke bu her zaman olsa da sonuçta sadece insan değil de 'insanlık' kazansa!... :)))
Siz de iyi ki varsınız!.. Gören gözünüz, hisseden yüreğiniz var olsun!
Sevgilerimle...
Merhabalar herkese,
Hikayenin etkisi geçmemişken hemen şunu yazayım: Hikaye her ne kadar dede odaklı olsa da, ben kadına daha doğrusu yaptıklarına odaklandım. Yani yazının başlığı "dedeye" atıfta bulunsa da hikayenin gerçek kahramanı hizzette kusur etmeyen ve adalete aç ev kadınıdır.
Bana kalırsa dede adaletlni hissettirmeseydi dahi, kadın o dedeye hizmete hazırdı zaten. Nedenlerini aşağıda anlatacağım, yakından şahit olduğum daha doğrusu içinde yer aldığım iki hikayeyle açıklaya çalışacağım.
Ama öncesinde şunu ifade etmem lazım: Tabi ki adalet önemli, o yoksa vay halimize. Ancak hikayedeki kadının yaptığı, toplum içinde daha çok kadınların yapacağı anaçlık ve sevecenlikten güç alıyor... Ve aslında adalet onların hamurunda var.
...
Çantadaki ipe, ona sarılı kirli mendile kadar ne kadar da detaylı bir anlatım... Okurken her detay gözümde canlandı adeta...
Hikayenin girişinde anlatılanlardan istifade, daha çok doğayla ilgili bir metin olacak diyerek okumaya devam ettim.
Ne olacak ki hikayede? Diye düşünürken; dedenin sesini duyup, beşinci kattan görüntüsünü görünce annem geldi hemen aklıma...
İşte o andan itibaren okuduğum her satırda yine gıptayla annemi seyrettim.
...
Biz Sakarya'nın Karasu ilçesindeniz. Sanırım ortaokul yıllarıma denk gelir anlatacağım hikaye. Aslında iki hikâye anlatacağım. Birincisinde ortaokullu yaşlarımdayım.
...
Bizim sokağımız çıkmaz sokak ve üç dört katlı bir kaç bina var. Arkadaşımlarımla oyun oynarken bir amca girdi sokağa, bir binanın duvarının dibinde yığılmış haldeki odunların üstüne oturdu bize baktı biraz.
Satıcı mıydı hatırlamıyorum. Ama dilenci değildi. Çünkü; yeni gibi duran koyu kahve rengi ceketini, hafifçe uzun beyaz sakalları ile kasketi arasında kalmış yüzünü de beyaz olarak hatırlamıyorum şu anda. Ancak elmacık kemiklerinin üstünde kızarıklık vardı sanırım. Yani hiç de dilenciye benzemiyordu ve daha önce görmediğim biri...
Neden oraya geldi bilmiyorum. Annem de balkondaymış. Sesini duyunca fark ettim.
- Amca kime bakmıştın? Diye seslendi annem.
Oyunu bırakıp bir anneme, bir de amcaya baktığımı hatırlıyorum. Amcanın verdiği cevap da aklıma gelmedi şu anda. Ardından annem:
- Karnın aç mı, bir şeyler hazırlayayım mı sana? Diye sordu. Amca da:
- Zahmet olmazsa zeytin, ekmek versen yeterli kızım. Dedi.
Bir süre sonra annem elinde tepsiyle geldi. Yumurta pişmiş, çay demlemiş, zeytin, peynir, reçel ve ekmekle birlikte bir kahvaltı ikram etmişti amcaya... Amca karnını doyurunca anneme dualar etti ve geldiği gibi sessizce gitti.
Annem amcanın arkasından huzurlu bir şekilde bakıyordu, ben de anneme sevgi ve gururla...
...
Diğer hikaye biraz buruk ve acı...
Yaz mevsimiydi yani bizim oraların deniz sezonu...
Ben lise bir veya ikinci sınıfa gidiyorum. Yani on beş veya on altı yaşındayım diye düşünüyorum.
Karasu''da (Karasulu veya başka şehirlerden yaz için gelenlerin kaldığı), çoğu ailenin olduğu gibi bizim de baraka denilen ahşaptan yapılmış kulübemiz vardı...
Babam ilkokul müdürü o zamanlar, öğlene doğru sanırım kahvaltısını yapmış, Karasu merkezinden de uzakta bulunan görev yaptığı okula gidecek. Evde bir hareketlilik var yani.
Evde bunlar olurken sahil tarafından uğultular gelmeye başladı. Ben gidip baktım. Onlarca insan sahilde dolaşıyor. Hepsi üzgün, ozellkltle kadınlar sahile oturmuş, feryat figan ağlıyorlar.
Anlıyorum ki; Karadeniz bir cana daha kıymış. Birgün önce boğulan gencin köyündeki akraba ve tanıdıkları karaya vurmadığından bulunamayan cesedini aramaya gelmişler. Ve neredeyse bütün sahile dağılmışlar. Bizim evin sahil kısmına otuz kırık kişilik bir gurup denk gelmiş.
Eve gittim gördüklerimi anlatınca annem hemen babama bakıp:
- Eyvah, eyvah! Bunlar kim bilir ne zamandır yemek yememiştir. Ne olur Fikri; karpuz, peynir, zeytin falan bir şeyler al da karınlarını doyuralım insanların. Yemek yapmaya kalksam yetişmez. Dedi.
Ne yalan yazayım, babam memur ve anca yetiyor eve. Kabul edeceği aklımın ucundan geçmezdi. Ki otoriter ve öyle herkesle de muhatap olmayan birisi...
- Tamam. Sen masayı hazırla, Handan (ablam), Uğur (ben) siz de gidin getirebildiğinizi eve getirin. Ben hemen geliyorum. Dedi ve hızla çıktı evden.
Hepimiz görevlerimize dağıldık. Ablam bir taraftan, ben bir taraftan, orladakilere rica ettik: "..... gelin karnınızı doyurun." Diye. Bir kısmı oradan ayrılmak istemedi. Bir kısmı eve geldi. Ama o gelenleri de ikna etmek kolay olmadı...
Eve gittiğimizde babam annemin dediklerini almış, annem de masanin üstüne dizmeye başlamıştı. Kalabalık var. Bizim baraka yetmedi. O sırada orada olmayan hemen ön taraftaki halamların barakasını da açtık.
Doğal olarak alınanlar yetmedi ve bir kere de babamla birlikte gidip bir kaç bir şey daha aldık. Sonra babam okula gitmek için ayrıldı...
Bizim aileden kimsenin ağzından kelime çıkmıyor. Öylece izliyoruz, boğazımız düğüm düğüm...
Ablamla birlikte, barakaya gelmeyenlerin yanına gidip annemin hazırladığı sandviçleri götürdük ikram ettik.
O gün evimize gelenler bizi anar mı, dua eder mi bilmem ama, ben o gün; anneme bir kez daha hayran oldum.
İyiliğin gücü ile huzurunu, vicdanın ne demek olduğunu bu iki hikayede öğrendim.
....
Hani yorumun başında yazmıştım ya: " toplum içinde daha çok kadınların yapacağı anaçlık ve sevecenlikten güç alıyor... Ve aslında adalet onların hamurunda var." diye.
Gerçekten de Anadolumuzun anaç kadınları, anaları hep böyledir işte. Sevgi ve şefkatleri herkese yetecek zenginlikte...
Kusura bakmayın öğretmenim, yine yazdıkça yazmışım.
Ama sorumluluk kabul etmiyorum. Bütün suç, bizi kendine çeken, okurken yaşatan güçlü kaleminizdedir. Bilesiniz.
Sen kalbi sevgi ve saygılarımla esenlikler dilerim.
Erkan Cem Arslan tarafından 10/20/2020 5:53:10 AM zamanında düzenlenmiştir.
Erkan Cem Arslan tarafından 10/20/2020 5:59:49 AM zamanında düzenlenmiştir.
Erkan Cem Arslan tarafından 10/20/2020 6:00:39 AM zamanında düzenlenmiştir.
Serap IRKÖRÜCÜ
O nedenle sizi çok iyi anlıyorum...
Kadının doğasında anaçlık ve paylaşımcılık vardır zaten. Çocukken evcilik oyunlarında bebeklerini doyurmaya, uyutmaya başlar, sonra da kendi çocuklarını... Sonra korunması gerektiğini düşündüklerini... Bu, öğretilmez!... Tabii yetiştiği aile ortamında gördüklerinin yaşadıklarının da şekillenmesinde payı büyüktür.
Paylaşımımdan yola çıkarak annenize dair hatırladıklarınız ve ona karşı olan duygularınızı beni çok etkiledi. Benim de oğlumla benzer ve çok sıcak bir iletişimim olduğundan dolayı olsa gerek. Bir an yazınızı yazarken annenizin yanınızda olmasını istediğinizi, hissettiğiniz ama belki de ona söylemediğiniz güzel sözleri söylemek istediğinizi bile düşündüm. Ya da öyle olmasını istedim!..
Toplumumuzdaki kültürümüzde önce kız çocuk, sonra kadın, ardından anne... doğası gereğince hep koruyucu ve kollayıcıdır, sorunlara çözüm getirendir. Evdekiler arasında her zaman 'tampon bölge'dir. Evin 'en kirli çıkısı'dır. herkese dar gününde o yetişir...
Öyle olunca bu yapı, evin dışına da taşar bazen!... :)))
Paylaşımıma yaptığınız samimi katılımınız ve beğeni içeren değerlendirmeleriniz için çok teşekkür ederim Erkan Bey.
Şahsınızda annenize de saygılarımla...
"Rakım o kadar yüksekti ki şehre sis çöktüğü zaman birkaç minare görünmese insan bulutlar üzerinde olduğunu bile düşünebilirdi." gibi güçlü bir cümleden sonra tadına doyulmaz tasvirlerle olaya giriliyor.
Onurlu, vakur ve artık onlardan çok az kalmış DEDE ustalıkla anlatılıyor.
Olayın diğer kahramanı bir KADIN.
Hocam bence o kadın sizsiniz. Asaletinizden birinci tekil şahıs yerine(Ben) üçüncü tekil şahsı (O kadın) kullanmışsınız. Nereden mi bu kanıya vardım?
...Meşhur dağ
...Sitenin en son apartmanı.
Bazen yazarlar farkında olmadan ip uçları veriyor işte..
O dağ Uludağ. Ve siz sitenin en son apartmanının beşinci katında oturuyorsunuz.
Ben böyle düşündüm. Yanılabilirim tabii ki.Öylede olmaya bilir. Sizin konumunuz ve kaleminiz başka olayları da bu kadar ustalıkla yazmaya muktedirdir.
Olayın tümünden çıkarılacak kerelerce ders...
Ve... Hayran olunacak bir final.
Sayın Hocam"
Bu yazıyı okuyup ta duygulanmamak mümkün mü?
Sol göğsümüzün altındaki o yüreğin işlevi sadece kan pompalamak değilse tabii.
Selam ve Saygılarımla Sayın Hocam...
Serap IRKÖRÜCÜ
Usta bir araştırmacı ve senaryoya yatkın bir kalem bu işe girişse, filmin geri sarması gibi konu işlense... Muhteşem bir hayat hikayesinin hazin sonu gibi bir his kaldı hep içimde.
Bu yoklukta bu kadar dik duruşu, hepsini satmak varken elinde kalmasını ve belki de çürümesini göze alarak adil kalma savaşı, kendisine ikram edilenlere yine kendince teşekkür etme çabası... azımsanacak şeyler değil bunlar...
Günümüzde 'benim' diyen herkesin edinemediği bu melekelerin görüntüsüyle içinde taşıdığı ince ruhunu aksettiremeyen bu dededen gelmesi 'ön yargılarımızın' bize oynadığı oyundan başka bir şey değildir. O da otoritesiyle bir zamanlar nerelerde, kimlerle beraberdi... KİM BİLİR?!?!
Çok samimi değerlendirmeleriniz ve beğenileriniz için içtenlikle teşekkür ederim Bedri Bey...
Saygılarımla...