- 354 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Cenaze Evi!
Evin bahçesine üç, beş sandalye atılmıştı.
Birinde Cihan, diğerinde Nesrin oturuyordu. Baş sağlığına gelenler iki çocuğa sarılıp öpüyordu.
Dayılarından başka yakınları yoktu. O da, eşi telefon edip “annemler gelecek” deyince gitmek zorunda kalmıştı.
Komşu teyzeler, hem öksüz hem de yetim kalan sabilere yaklaşamıyordu. Eğer yaklaşıp gözlerine baksalardı kendilerini tutamayıp bağrına basmaktan ve acılarını artırmaktan korkuyorlardı.
Öğleye doğru taziyeye gelenler arttı.
Çocukları öptükten sonra aralarında sohbet etmeye başladılar. Misafirlerle ilgilenmek gerekirdi. Ama buna ne imkân ne de dermanları vardı.
Yaklaşan arabaların sesi duyuldu. İkisi de evin önünde fren yapıp durdu. Önde bir taksi, arkasında kasası insan dolu kamyonet!
“Efendim! Cümleten başımız sağ olsun. Allah geri kalanlara uzun ömürler versin!” Gelen müteahhit Yüksel’ di. Arkasında da sanayide atölyesi bulunan ustalar!
Cihan ayağa kalktı.
Yüksel’ in küçüklüğünü bildiği çocuk koca adam olmuştu.
“Amca!”
“Aslanım!” Arkadaşının oğluna kendi oğluymuş gibi sarıldı.
“Başın sağ olsun!”
“Sizler sağ olun!”
“Nesrin! Sen nasılsın kızım!” Nesrin’ in ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Bir şeyler mırıldanıp kafası öne eğdi.
Yüksel’ in kardeşi Halil, Cihan’ ını kucakladı.
“Geldiğini duymadık! İnsan amcalarının yanına gelmez mi? Bir elimizi öpmez mi hâyırsız?”
“Her şey çok ani oldu. Daha geleli iki gün olmadan annemi toprağa ver…” Konuşamadı. “…Kimsem kalmadı.”
Gözleri doldu.
Sarılmakla acı unutulur mu kimse bilmiyordu. Ama insanların tek yapabildiği iki göğsünü birbirine değdirmekti.
Yüksel kendini tutamadı. Avuçlarını gözlerine bastırıyor yine de gözyaşlarını durduramıyordu. Yüksel:
“Ne demek ulan o? Biz neciyiz burada eşek sıpası?”
Halil, ıslanan yanaklarını kollarına sildi. Konuyu değiştirmeye çalıştı.
“Abi getirdiklerimiz yetmeyebilir!”
Yüksel, gelen gidenin çoğaldığı fark etti.
“Haklısın! Remzi, Mevlüt!” Biri sıvacı diğeri boyacıydı.
Remzi:
“Buyur abi?”
“Masaları, sandalyeleri kurun. Hocayı da başköşeye otur-tun!”
“Tamam abi!" İkisi kamyoneti indirmeye başladı.
Yüksel:
“Hacı! Şükrü!” İki usta oto tamir atölyesinde ortaktı.
“Buyur abi?”
“Gelenlerle ilgilenin. Yiyecekleri, içecekleri servis yapın. Kimse aç kalmasın.
“Tabi abi!”
Yüksel:
“Hayrullah!” Demir ustasını yanına çağırdı. “...Al şu parayı! Yiyecek, içecek takviyesi yap!”
“Hemen abi!”
İşleri organize ettikten sonra çocukları yalnız bırakmak istemedi. Cihan’ ın yanındaki sandalyeye oturdu. “Kimsesiz değilsiniz. Siz bize babanızın emanetisiniz!” Bunları dilinden dökememişti. Yavruları ağlatmak istemiyordu.
Nesrin aynı anasıydı. Cihan’ a da her baktığında arkadaşını görür gibiydi. Aynı babası!
On sene önceydi!
Cihan daha dokuz yaşındaydı.
Mustafa, oğlunun ağlamalarına dayanmayıp onu da atölyeye getirmişti. Oğluna bir avuç çiviyle çekiç verdi. Önüne koyduğu tahtaya çakmasını istedi. Cihan, kenarda oyalanırken; Mustafa da kendi işiyle uğraşıyordu.
Mustafa, ölçülerini aldığı keresteleri yuvarlak bıçaklı hızarda kesmeye başladı. Keresteyi iterek ikiye bölüyor, ölçülü parçaya uzanarak alıyordu. Her seferinde karın boşluğunun bıçağa yaklaşması tedirgin ediciydi.
Müteahhit Yüksel ve kardeşi Halil, kırmızı renkli arabayla sanayiye geldi. Oto tamir atölyesinin önünde durdu. Aşağı indi.
“Hacı! Ulan Hacı!” Ortağı Şükrü dışarı çıktı.
“Buyur abi?”
“Ortağın nerede ulan?”
“Müşteriye gitti abi. Bana söyle!”
“Araba olmamış oğlum. Halâ takır takır sesler geliyor.
“Allah, Allah!”
Yüksel tekrar arabaya bindi. Kontağı çevirdi. Çıkan sesleri dinlediler. Motor sustu.
“Duydun mu?”
“Anahtarı bırak da iç, dış bir bakayım!”
“Al! Yolda dökülmeyelim, vidasına kadar bak!” Yüksel marangozhaneye yöneldi.
“Kolay gele Mustafa!”
“Eyvallah!” Cihan’ ı çalışırken gördü. Kollarını açarak geldi.
“Vay, vay, vay! Kimler gelmiş, kimler gelmiş! Dükkânımıza ağa gelmiş, ağa!” Cihan’ ı kucaklayıp öptü.
Demirci Hayrullah:
“Atölyede çocuk işçi çalıştırıyolarrr!”
Halil:
“Hâyırdır abi, bebeğini niye getirdin?”
Mustafa:
“Kapıdan çıkarken yapıştı bacağıma. Tutturdu ben de geleceğim diye. Susturamadık!”
Yüksel:
“İyi yapmışsın. Alt yapıya önem vermek lâzım! Birinize bir şey oldu mu hemen oyuncu değişikliğine gideriz. Değil mi ulan?”
Cihan:
“Evet!”
Yüksel:
“Sen şimdi acıkmışsındır da! Ha, acıktın mı?”
“Biraz!”
Mustafa:
“Aa, ayıp oğlum!”
Yüksel:
“Karışma sen! Ben ustamla konuşuyorum.” Tekrar Cihan’ a döndü. “Ne diyor bu baban ya!”
“…”
“Gel biz çay ocağına gidelim! Bunlarda burada çalışsın! Olur mu?”
“Olur!” Cihan’ ı yere indirip elinden tuttu. “Alo, işçi sınıfı! Biz paydos verdik. Küçük ustayla karnımızı doyuracağız.” Yüksel ile Cihan, atölyeden çıktı.
Ara yolu geçtiler. Cihan arkasını döndü. Mustafa, oğluna el sallayıp işine döndü. Yeni bir keresteyi daha ikiye böldü. Ölçüme göre kestiği parçaya uzanırken dengesini kaybetti. Hızla dönen yuvarlak bıçağın üzerine düştü.
“Ahhh!" Karın boşluğu göğüs kafesine kadar kesilmişti. Mustafa’ nın çığlıkları sanayiyi inletti.
“Mustafaa! Kardeşimmm!”
Yüksel, Cihan’ ı bıraktı. İki adımda ara yolu geçti. Sanayi eşrafı yardıma koştu.
Yüksel:
“Şükrüü! Arabayı getir çabukk!”
Şükrü, anahtarı alıp arabaya bindi. Marangozhanenin önüne çekti. Yüksel ve Halil, Mustafa’ yı kucakladıkları gibi arka koltuğa bindiler. Yüksel camdan kafasını uzattı:
“Hayrullah, Cihan’ ı al! Eve gidin, yengeyi de alın gelin!”
“Tamam abi!”
“Metin, arabalara doluşup hastaneye gelin. Ne olacağı belli olmaz! Çabuk olun!”
“Geliyoruz abi!”
Şükrü, gaza basıp sanayi çıkışına yöneldi. Metin, kamyoneti meydana getirdi. Ustalar, kalfalar ve çıraklar… Arkadaşlarının bu zor gününde yanında olmak için yola koyuldu.
Mustafa’ yı ilk müdahâlenin ardından ameliyata aldılar.
Ustalar koridorda bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Yüksel, yere çökmüştü. Gömleği, arkadaşının kanına bulanmıştı. Halâ elleri titriyordu.
Hemşirelerin biri girip biri çıkıyordu. Yüksel ayağa kalktı.
“Hemşire…” Mustafa’ nın durumu hakkında bir şeyler öğrenmeliydiler. Yüksel, ikinci hemşirenin önünü kesti.
“Hemşire hanım, hastamız nasıl?”
“Çok kanaması var! Kan takviyesi gerekiyor!”
“Tamam, biz buradayız! Kan grubumu bilmiyorum ama hepimizden alabilirsiniz.” Hemşire bekleyenlerin yüzlerindeki acıyı gördü.
“Tamam, benimle gelin!”
Yüksel:
“Yürüyün kan vereceğiz!”
Ustalar kan verdikten sonra koridorda toplandı. Boyacı Metin, iğne yapılan yere pamuk bastırıyordu. Halil:
“Usta, sen iğneden korkmaz mıydın ya?”
“Mustafa’ya feda olsun!”
Hayrullah, Mustafa’ nın ailesini getirdi.
Halil:
“Abi yenge geliyor!” Yüksel koridor girişine baktı. “…Üzerindeki kanları görmesin!”
“Haklısın! Gömleğini ver.” Halil, gömleğini abisine verdi. Kanlı gömleği de alelacele çöpe soktu.”
Gülfidan:
“Mustafam! Mustafam’ a ne oldu?”
Yüksel:
“Telaş yapma yenge! İçeride, doktorlar ilgileniyor. Geç otur şöyle!” Kucağında küçük Nesrin ile sandalyeye oturdu.
“Yüksel abi, Halil abi! Bir şey olduysa kurbanınız olayım söyleyin!”
Halil:
“Allah korusun yenge! Ufak bir kaza! Hem doktorlar da daha çıkmadı. Aklına kötü şeyler getirme.”
Yüksel:
“Halil, siz Cihan’ı alın kantine götürün. Karnını doyurun. Bir şekilde oyalayın!”
“Ya bir şey lâzım olursa?”
“Tamam, ben buradayım. Siz gidin!” Halil ve arkadaşları, Cihan’ ı da alıp kantine indi.
Hastane kantini!
Cihan ve ustalar kantinde oturuyordu. Yüksel, kantine geldi. Ağır adımlarla masaya yaklaştı. Cihan’ı kucağına aldı.
Halil:
“Abi, var mı bir haber?”
Yüksel, Cihan’ ın başını okşayıp öptü. Yanaklarına dökülen yaşlarla gerçek anlaşılmıştı. Mustafa ölmüştü!
Ustalar, ıslanan gözlerini gizlemeye çalıştı.
-SON-
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.