Nar Tanesi Oyunun Şahanesi
Sevda olmasaydı
Gönüller dolmasaydı
Dünya neye yarardı
Seveni olmasaydı
Nar tanesi nar tanesi
Sevdiğim bir tanesi…
Bu türkü çalıyor ve insanlar oyun oynuyor. Nice türküler var ki, içinde hiciv var, içinde özlem var, içinde ayrılık var, ölüm var… Çalar bağlama, ritmine uyar insanlar ve oynar. Hani derler ya, oynanmayacak halimize bakar ve güleriz! Deli değiliz, sarhoş değiliz, kutlayacak bir şeyimiz de yoktur… Çalar ve oynarız.
Ölüye giden ağlar, düğüne giden oynar… Kim sebep sorar ki, kim türkünün hikayesini merak eder ki! Havaya ateş eder insanlar bu modda. Kime rast gelir de ölür müyü düşünmeden. Bir hayatı kopartır bu düşüncesizliği belki de. Hayatla oyun oynamak gibi. Oyunun çeşidi o kadar fazla ki… En kötüsü sonunda hüsran ve dehşet yaşanır. Oyun havasında geçen ve düşünülmeyen hikayeler bu oyunun sonunda gerçek olur. Yuvalar yıkılır, şirketler batar, intihar edenler olur… Bu sefer oyun havası çalmaz, oyunun içindekiler kulaklara gelir…
Ha ilkel çağda mağaralar ha modern çağda diskolar… Karanlık mahzende olgunlaşır ya şaraplar! İnsanlarda olgunlaşırlar aşkla, karanlığın içinde. Bu sefer çalan türkü olmaz, isteselerde müziğin içindekileri anlamak mümkün olmaz, tercüme edilse farklı bir kültürün yansıması olduğundan tecrübe edilmeden manası anlaşılmaz. Ritmi duyan bir başkasına sarılır, hangi dünyanın ipindedir boynu bilinmez… Eğlence sanılır, mahzenden gelir şaraplar, tene düşer… Düşer düşmez düşünceler ölür, beyinler karanlığa gömülür. Her hamlenin ileride hangi acılara neden olcağını düşünmeden oyun oynanır. Çiftler mutluyum der. aydınlığa çıktıklarında yaptıklarını unuturlar. Ayrı yollara düşerler. Uyandıklarında yaptıklarını hatırlamazlar. Bir çocuk doğar babasız… Bir toplum doğar babasız! Anneler babaları anlatırken hayali bir babayı dillere dolarlar. Ölmüştür, belki şehit olmuştur, belki trafik kurbanı… İyidir baba çocuğun gözünde, olmalıdır da! Yoksa nasıl ayakta durur ecnebi toplumları, bunun bedeli ödenecek gibi değildir ki! Oyun masumdur, babalar da masum. O çocuklar oynamayı çok severler bu nedenle.
Kimi türküyle kimi disko müziğiyle… Oynadıkça, ahlaki çöküntü artar. Atasının nasıl yaşamış, neleri feda etmiş gerçeğini bilmeden. Bilmeye gerek var mıdır ki? Kim bu oyundan uzaklaştırmak için öğüt verse, size deli gibi bakarlar, sizi dinlemezler. Oynuyor ya, mutludur ya… Başka ne ister ki? Hani bu dehşetli dünya da azıcık da olsa mutlu olmuştur, hakkıdır ya!
İnsan ne kadar dinlediği oyuna karşı duyarlı olabilir ki, farklılıklar aramaz ki? Belki müzikle azıcık döner, sonra bir bıkmışlık başlar. Hatırına oynar, ayıp olmasın diye. Nefsin oyunları ne kadar çok olsa da bıkkınlığa çare bulamaz. Mutluluk da bu çıkmaz sokak gibi aranılan ve bulunamayan yokluğa dönüşür. Tutkunun sonu var mı, peki o tutkuların verdiği mutluluk? zirveye çıktıkça tutkuların bulunmazlığı gibi mutlulukta bulunamaz olur. Tutku artıkça mutluluk azalır. Heyecan da… Oyunlar da… Hatta oyun oynadığı kimse kalmaz yanında.
İnsanı bağlayan, yön veren, onu anlayan bir yol varsa, ona tutunmuşsa işte ancak ona döner. Benlik ve nefis o zaman mağlup olur, müzik ve söz o zaman bütünlenir. Pişmanlık öze dönüştür. Oyunsuz ve teslimiyet doludur. Tövbesi sonucunda gözünün önünde sisler dağılır. Baktığı her şey değişir, şifreler çözülür. Boynunu büker, haya sahibi olur… Dünya mutlak x çizgisine o zaman yakılaşır. X çizgisi tek doğrudur. Ona tam manasıyla dokunan var mıdır ki? En azından ben bilmiyorum. Hep Y çizgisinin oyunları kendine doğru sürüşüyle çizgiler eğrilir. İşte bu pişmanlık ile x çizgisini görür insan. Y çizgisinde uzaklaşır. Ölüm ise sonsuzluktur. Her insan sonsuzluğu ya X çizgisinde Ya da Y çizgisinde tadar.
Oyna ama başkasına zarar vermeden. 2,3,4, katlı integrallere sebep vermeden. Boyutlar değiştikçe ve büyüdükçe en tepelerde insan geriye istemeden dönerken mutlak öze dönmez, onun uçurumundan aşağı düşer ve kaybeder sadece.
Saffet Kuramaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.