- 974 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SENİ İÇİME HAPSETTİM
SENİ İÇİME HAPSETTİM
İçimden hiç “göç etmedi” sana olan duygularım, bağlılığım. Hayatımın en güzel hatıraları “seninle” unutulmazdı!
Senli her şeyden vazgeçmek için, duvarlara, asırlık kırgınlıklarımı yazarak, yüreğimdeki seni içime hapsettim. Sanatın yürek sesini kalemime fısıldadım, ahenkli kelimelerle mısraları dans ettirdim; sevgine, içimdeki sonsuzluğun nefesi dedim, sayfalar dolusu “aşkı dokudum” gecelerime, içimden sana haykırdığım isyan, gönül bahçene bezediğim sesim, sana olan sevgimdendi, bil istedim!
Duygularımı yüreğimde, ruhumda hissederken, ben, bir kor yangınında alevlendim. Mısra mısra sessiz çığlıklarımı haykırdım sana, ruhumu okşamayan kelimeleri kendime bile itiraf edemedim! Sıkışmışlığın arasında kendimi buldum, bir tokat gibi yüzüme “acıyı” yapıştırdın; aşktan, özlemden, sevgiden, beni, tümüyle soğuttun! Gönül sesimi, hassasiyetimi, inceliklerimi, “görmezden” geldin! Gündüzlerim sessizdi, üretken kelimeler cansızdı!.. Yaşanmışlıkların, yaşanamayanların, yaşamımın yürek dilini kırdın, şah damarımı keserek, sen bana “ebedi” kıydın!
Kırılgan ümitlerimle, içimde soysuz diri bedenler yaşatırım, dokunsan, ağlar misali gibiyim. Göz pınarlarımın arasından kanar giderim... Yüksek tepelere, gönüllü sevgilere, acılarımla, uzak diyarlara “gizli gizli” sığınırım... İncinmek nedir, sevgi nedir, sadakat nedir iyi bilirim!
Titrek sesimle, güne merhabalar yağdırırken, ben, uzun uzun seni düşünüyordum... Özlemler yanıp tutuşurken, hayatın hep ağır tokatını sevgiler yaşarken, ben, suskunluklarımla kahroluyordum.
“Özlemlerime dokunmadan, içten içe, kana kana ağlarken, yarınlara uykusuzluklarımı taşıdım.”
Yokluk nedir iyi bilirim...
Acının rengini, cesurca üstüme serperim...
Kendime yetemediğim zamanlarda, rüzgâra “hüzünle” sarılırım...
Acılı dokunuşlarım, alıp götürür beni, hep bir şeyler konuşmak isterim, konuşurken de hep duraksarım!
Çünkü, ben...
İnsanların şeklini değil, yürek ruhunu benimsedim, her günümde, neşeyi, huzuru diledim. Katı yürekli olmadan, aşkı bedenime sardım, şu üç günlük dünyada, insanları yapmacık değil, “hakiki ruhumla” sevdim!
“Senden kalan mevsimleri, yürek sevinçleri; beş parmağın hayalini yaşarken, ben, giden her salisede, bastığın her zemini, yer, gök, toprak diyerek tanıdım!”
Seni, ebedi canım gibi yüreğime ekerken; ruhum şiirli türkülerle etrafa çığlıklar bırakıyordu, yakın mutlulukların geceleri, heceleri kısalıyordu, özlemler eriyor, vakitsiz ayrılıklar başlıyordu... Uzak diyarlarda yaşayan hakiki sevdalar, boşa geçen tüm zamanlarda aşksız kalmışken, uzak mesafelerdeki gerçek sevgiler ölümsüzleşiyordu!
Bir zamanlar seni, hece hece içime dokumuştum; uyandığım her sabahın gündüzünde, yokluğunun her evresinde, göklere meydan okumuştum, sen yanımdayken hayata şükürler yağdırmıştım, kuralsız akan gözyaşlarıma hakim olamamıştım, yalanların güzellikleri örttüğü, “kuşların ötmediği mevsimler” yaşamıştım.
Kızıl güneşin ürpertmesinden, yüreğime yapışan hüznü, çöllerin ortasında bırakıp, uzaklara fırlatmak isterken,
“Uzağındaki sevgiye dokunma dediler!..”
“Yokluğu derinden içini yarar dediler!..”
“Güvenme aşka, katre katre sev dediler!..”
“Uzak dur sevmekten, geçmişi taşın altına koy dediler!..”
“Hayatını, başkalarına feda et, unut dediler!..”
“İçindeki deli çocuğu durmadan ağlat dediler!..”
Şu güzelim yerkabuğunun cennetinde kaybolarak, acılı tüm zamanları, “siyahlıklara” boyamak istedim! Kulaklarımda yankılanan şifasız kelimeler, bir deprem misali, beni benden alıyordu... Seyre daldığım yollar, beni, uçsuz bucaksız diyarlara sürüklüyordu, tümden üşüyordu nefesim!.. Kaderim, yürek yangınına tutuşmuş, canım aşka kurban olmuş, ruhum, “yokluğunun” hastalığını kapmıştı!
Ben artık, korkmadan pes ediyorum; her şeye sünger çekiyorum, “içimdeki sevgiyi” boğarak öldürüyorum, değdiğimiz her yerin, senli hatıralarını eritiyorum!
Rahat ol!..
“Bensiz, koca bir hayatı sana hediye ediyorum.”
Bir gün anlarsın asil sevgimi, toprağa gömdüğün sevinçlerimi, başkaları için yok ettiğin değerimi, ruhun “sarsıla sarsıla” anlarsın!
Zamana damga vurmuş, şu harlı havanın akılalmaz sokaklarında, vurdum duymaz hanelerinde, “çığlıkların ortasında” kalakaldım!.. Bir ay hilâl-i gibiydi içimi derinden sarsan beden, çıplak gözle bile, gerçek sevgiyi göremez hale gelmiştim, artık, dil ile kendimi ifade edemiyordum.
Aşkın, hakiki özlemini yazmaya mürekkepler bile dayanmazken, yıkılmış sevginin “son saatleri” yaşanmışken; tuzlu suyun şifâsını insanlar asla bulmazken, hayallerin giz saatini yaşarken nefesim, “Kerem gibi, Aslı gibi, aşkı yaşamak varken,” içinde yaşattığın sevgin hak etmeyen insanlara değer vermişken, sen gittin, durmadan yakıştırdın bana her elbiseyi, yakındın durdun, susturamadım seni! Bana, her maskeyi giydirdin, gitmekten başka çare bırakmadın!
Etrafın banklarında seyreden vurgun misali, seyre dalmış bir ömrün gebeli hali, sen yapmacık bir oyunun içinde, bir roman gibi “kanattın” yüreğimi!
Kirli elbiseli, kabasakallı bir adam dolaşırken etrafta; hırçın, kan kırmızılı bir zamanda, kudurmuş ihanetin emelleri, ucuza satılmış can pazarları, yosunlaşmış suların etekleri, pusuya yatmış canilerle “kuşatılmıştı” yollar!
Uykumdan uyandır beni hayat, yalnızlığım, mutsuzluğum, çöllerin dibine vurmuş, damarlarımdaki gözyaşlarım, acılarım yerleşmiş demli gecelerime. İki bedene sıkışmış bir sırrın sonsuzluk hayali kırılmadan, üstüme örtülen yalnızlıklarımla; ruhuma çökmüş engellerimden utanmadan, beni, sana sığınmış bir mülteci gibi gördüm, bildiğin her olguyu doğruymuş bildin, şimdi, söyle bana kırdığın gönlümü yaralamaktan, sahiden, mutlu musun?
Mehmet Öksüz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.