ÇIĞLIK
Sezgin, Burak ve Deniz çocukluklarından beri birlikteydiler. Aynı ilkokulu, Ortaokulu ve liseyi bitirdiler. Üniversiteyi de beraber okumayı planlamışlardı. Ancak Sezgin Hukuk Fakültesini kazanamamıştı. Burak ve Deniz Hukuk Fakültesine kaydını yaptırmaya giderken Sezgin’de Gazetecilik Yüksek Okuluna kaydını yaptırmıştı. Okul dışındaki tüm zamanları gene birlikte geçiyordu. Öyle çok iç içe olmuşlardı ki hayatlarının sonuna kadar birlikte olacaklarına kesin gözüyle bakıyorlardı.
Yine bir okul çıkışı toplanmışlardı. Kısa bir süre sonra her zamanki hararetli siyasi tartışmalarından birine daha başladılar. Sezgin her zamanki sakin haliyle Deniz’in nerdeyse bağırma seviyesindeki konuşmasını dinliyordu. Burak da ona laf yetiştirmeye çalışıyordu. Deniz bazen kendini öyle çok kaptırıyordu ki konuşmalarını dışardan duyanlar sanki Burak ve Sezgin’le kavga etiiğini sanıyordu.
Üçü de aynı görüşü paylaşan bu can dostlardan Deniz onlardan daha farklıydı. Deniz uzun boylu, sağlam bünyeli ve spor yapan biriydi. Burak’ta Deniz kadar olmasa da bakımlı ve sağlıklıydı. Sezginse küçükken geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle zayıf, minyon yapılı ve sessiz biriydi.
Deniz kendini kaptırdığı konuşması sırasında elini cebine attı ve sigara içmek istedi. Paketi çıkarttı.
-Allah kahretsin bitmiş dedi.
Sezgin hemen atıldı.
-Ben gidip alıp geleyim Deniz.
Sezgin hemen üstüne bir şey aldı ve bakkala doğru yola çıktı.
Deniz Burak’a döndü.
-Sezgin de olmasa halimiz harap be Burak. Bir Birinci sigarası alacak halimiz bile yok. Gene de içmeden yapamıyorum...
-Üzülme Deniz. Biz kardeşiz. Kimde varsa diğerine verir. Dert etme şimdi bunları.
Sezgin döndüğünde muhabbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler.
Sezgin onlara nüfus kağıtlarını değiştirmeleri gerektiğini söylüyordu. Üçü de nüfus kağıtlarını çıkartıp birbirlerine gösterdiler. Nüfus kağıtlarında hala resim yoktu. Sonra da masanın üstüne bırakıp siyaset üzerine konuşmaya devam ettiler.
*
Ertesi gün okul çıkışında Taksim’deki Cennet Bahçesinde buluşmaya karar verdiler. Oradan da hep beraber sinemaya gideceklerdi. Burak babasının bir işi nedeniyle o gün öğleden sonra okula gitmeyecekti. Üçü de ayrı yerlerden gelip saat 17.00 de kararlaştırdıkları yerde olacaklardı.
Cennet bahçesi genelde üniversite öğrencilerinin takıldığı güzel bir yerdi. Sahibi de öğrencilere yardımcı olmaya çalışıyordu. Halka bir liraya sattığı çayı talebelere elli kuruşa verirdi.
Deniz okuldan arkadaşlarıyla birlikte çay bahçesine geldiğinde Burak ve Sezgin daha gelmemişlerdi. Hukuk fakültesinden diğer arkadaşlarıyla her zamanki köşelerine geçip öğrenci olayları ve boykotlarla ilgili olarak yine hararetli bir sohbete dalmışlardı.
Bir süre sonra oturdukları yere dört kişinin yaklaştıklarını fark ettiler ve konuşmalarını kestiler. Gelenleri tanımıyorlardı.
-Herkes nüfus kağıdını çıkarıp masanın üstüne koysun.
Deniz hemen ayağa kalktı.
-Neden ki! Siz kimsiniz?
Gelenlerden biri cebinden kimliğini çıkartıp gösterdi.
-Polis dedi alaycı bir yüz ifadesiyle.
Deniz elini cebine attı ve Nüfus kağıdını çıkardı. Tam polise uzatırken bunu Sezgin’e ait olduğunu gördü. İçinden ’Gece çıkarken yanlışlıkla onunkini almışım ama iyi de olmuş. Yoksa bunlarla başım belaya girerdi’ diye söylendi.
Polisler kimlikleri tek tek kontrol ediyor ve ellerindeki kağıtta yazılı isimlerle karşılaştırıyorlardı. Masada dokuz öğrenci vardı. Polisler kontrol işlemini bitirdikten sonra;
-Yusuf kim diye seslendi.
Gruptaki çocuklardan biri ayağa kalktı.
-Benim dedi.
Deniz Yusufla aynı sınıfta değildi. Ancak öğrenci olaylarında bir çok kez aynı safta yer almışlardı.
-Sen buraya gel dedi polis.
Yusuf polislerin yanına gittiğinde hemen eline kelepçeyi taktılar.
Gruptaki diğer öğrenciler hep birlikte ayağa kalktılar ve ’Ne oluyor, siz ne yapıyorsunuz?’ diye bağırdılar. Polislerden ikisi ellerini bellerine atıp tabancalarını çıkardılar.
-Oturun yerinize yoksa kötü olur.
Gençler tabancaları görünce geri çekildiler.
Elinde liste olan polis bir kez daha listesine baktı ve gruba tekrar seslendi.
-Sezgin kimse o da buraya gelsin.
Grupta Deniz hariç herkes şaşırmıştı. Aralarında kimsenin adı Sezgin değildi. Deniz hemen ayağa kalktı.
-Benim dedi.
Sen de gel buraya dedi polis aynı yılışık ifadeyle.
Arkadaşlarının şaşkın bakışları arasında Deniz polislerin yanına gitti. Ona da kelepçe taktılar ve Yusuf’la onu alıp Sirkecideki Emniyet Müdürlüğüne götürdüler.
Masada kalanlar ne olduğunu anlayamamıştı. Moralleri bozulduğundan hızla orayı terk ettiler.
Bir süre sonra önce Burak ardından da Sezgin çay bahçesine geldiler. Etraflarına bakındılar ama Deniz yoktu. Yarım saat kadar beklediler. Deniz asla geç kalmazdı. Mutlaka başına bir şey gelmiştir diye düşünmeye başladılar.
Sezgin çay bahçesinin sahibinin yanına gidip Denizi görüp görmediğini sordu. O da bir saat kadar önce polislerin arama yaptıklarını ve Denizle birlikte bir başka genci alıp götürdüklerini söyledi.
Korktukları başlarına gelmişti. Burak ve Sezgin bir an önce evlerine varıp durumu ailesine söylemek için hemen kalktılar.
*
EmniyetteYusuf ve Denizi ayrı hücrelere koymuşlardı. Uzunca bir süre beklediler.Deniz hücrenin en üst köşesindeki parmaklı küçük camdan gece olduğunu fark etti. Neden kimse gelip ifadelerini almıyordu? Başlarına ne gelecekti? Belirsizlik içini kemiriyordu. Birden daha önce nezarete atılan arkadaşlarından duydukları aklına geldi ve ister istemez ürktü.
Yılmaz adlı arkadaşı bir hafta içeride tutulmuştu ve bırakıldığında bir gözü görmüyordu. Ayaklarının altı parçalanmış ve de elektrik verilerek işkenceye maruz bırakılmıştı.
Üstlerinde ne varsa aldıkları için Deniz zamanı tahmin edemiyordu.
Arkadaşlarını düşündü. Onlar ailesine haber vermişlerdir. Şimdi babam kahroluyordur dedi kendi kendine.
Neden sonra hücrenin kapısı ağır ağır açıldı ve içeriye iki tane iri yarı adam girdi.
-Kalk bakalım gidiyoruz.
-Nereye gidiyoruz.
İçlerinden uzun boylu olanı
-Sana çay ısmarlayacağız diye söylendi sırıtarak.
Denizin kollarına girdiler ve onu bir alt kata indirdiler. Burası işkence yapılan yerdi. Deniz bunu arkadaşlarından biliyordu. Bir koridora doğru ilerlemeye başladılar. Açılan kapıdan içeri geçtiklerinde kulakları tırmalayan çığlıklar duydu Deniz.
Yirmi metre daha ilerlediler ve Denizi sağdaki kapısı açık odanın içine tekme tokat döverek soktular.
-Gel bakalım Devrimci bozuntusu Sezai. Görelim bakalım ne kadar erkekmişsin.
Deniz susuyordu. Başına gelecekleri tahmin ediyordu. Susacak ve tek kelime bile konuşmayacaktı.
Denizin elleri arkasından kelepçeliydi. İki polis onu yere yatırdılar ve ayaklarını falakaya geçirdiler.
-Ya adam gibi konuşur ve sorduklarımıza cevap verirsin ya da buradan ölün çıkar dedi o pis pis sırıtan görevli.
Deniz cevap vermemişti. Diğeri falakaya başlamıştı. Denizin ayaklarının altı kısa sürede kan çanağına dönmüştü.
-Konuşsana lan diye ağzı köpürerek küfrediyordu jopla vuran adam.
Denizin canı çok acıyordu ama konuşmamak için direnecekti.
-Konuşma sen. Bakalım bundan sonrasına nasıl dayanacaksın.
Diğer görevli Denizin parçalanan ayak altlarına tuzlu su dökmeye başladı. Deniz önce bir serinlik duymuştu ancak hemen ardından korkunç acılar çekmeye başladı.
-Konuş yoksa gebereceksin diyen adamın yüzüne baktı ve kocaman bir tükürük savurdu.
Adam deliye dönmüştü.
-Şimdi göreceksin sen gününü Kominist dölü.
Deniz kendinden geçmeye başladığını hissediyor ama son gücüyle dayanmaya çalışıyordu. Ayak parmaklarına ve ellerine bir şeyler takmışlardı. Deniz bunların ne olduğunu anlamaya çalışıyordu ki bütün vücudu zangır zangır titremeye başladı. Çok acı çekiyordu. Voltaj arttıkça düşünemez hale gelmişti. Bir süre sonra dayanamayıp bayıldı.
Kendine geldiğinde hücresine geri götürüldüğünü anlamıştı. Neredeyse çırılçıplaktı. Hücre çok soğuktu ve üstüne örtecek hiç bir şey de yoktu.
Bir kenara büzüldü. İşkencenin, açlığın ve susuzluğun tesiriyle az sonra yere yığılıp kalmıştı.Gözlerini açtığında hücrenin küçük penceresinden sızan gün ışığını gördü. Demekki sabaha kadar baygın kalmıştı. Toparlanmaya çalıştı. Çok üşüyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ancak ayaklarının üstüne basamıyordu.
Yarım saat kadar sonra hücresinin kapısı açıldı. Bir görevli elinde bir plastik tabakla içeri girdi.
-Al ye bunu dedi.
Deniz elini uzattığında adam kazara düşürmüş gibi yapıp tabağı yere attı ve çekip gitti. Tabakta çorba olduğunu sandığı bir şey vardı ama hepsi yere dökülmüştü.
Duvarın dibine döndü ve orada öylece kaldı. Birkaç saat sonra gene kapısı açıldı. Bir başka görevli içeri girdi.
-Ne o kominist. Beğenmedin mi yemeğimizi?
Deniz cevap vermedi.
-Ulan hayvan hemen yiyeceksin bunları diyerek Denizin yanına gitti ve Denizi yüz üstü yere yatırdı.
-Çabuk yala bunları ve yeri tertemiz et. Yoksa seni gebertirim.
Deniz direnmeye çalıştıkça görevli ayağıyla başını eziyor ve ağzını dökülen şeye bastırıyordu. Deniz kurtuluşu olmadığını biliyordu. İtaat etmeye kalksa daha beterini yapacaklarını da biliyordu. O yüzden ağzını kapatmıştı. Görevli başını eze eze dökülen yemeği yüzüne gözüne bulaştırdı ve çekip gitti.
Denize o gece ne yemek verdiler ne de bir yudum su.
Gece yarısı olduğunu tahmin ettiği bir saatte iki kişi gelip onu hücresinden çıkardılar. Dün akşamki yere gittiler. Bu defa Denizi Filistin Askısı bekliyordu. O gece daha uzun sürdü işkence. Deniz dudaklarını ısırıyor ve ne yaparlarsa yapsınlar tek kelime konuşmuyordu. Defalarca bayıldı. Hepsinde buz gibi su atıp ayıltıyorlar ve akıl almaz işkencelerine devam ediyorlardı.
Deniz orada tam on gün kaldığını bırakıldığında öğrenmişti. İçerideyken zaman mefhumu kalmamıştı.
Onu sürükleye sürükleye bir odaya getirdiler. Bir sandalye gösterip ’otur’ dediler. Oraya niye getirildiğini anlayamamıştı. Burası işkence yapılan yere de benzemiyordu. Ne olacak şimdi diye merak ederken içeriye babasının girdiğini gördü.
-Gidiyoruz oğlum dedi babası ancak Denizin kalkacak gücü yoktu. Babası kolunu omuzuna aldı. Bir eliyle de beline sarıldı. Zorlukla çıkış kapısına geldiler. Kapıda bekleyen taksiye bindiklerinde Deniz tekrar bayılmıştı.
Evde gözünü açtığında annesinin hıçkıra hıçkıra ağladığını gördü.
-Ağlama anam diyebildi ve yine gözlerini kapattı.
Akşama kadar hiç uyanmadı. Uyandığında oda kalabalıktı. Zar zor gözlerini açtı. Burak’la Sezgin yatağın her iki yanında ona bakıyorlardı.
-Şükür açtın gözlerini be Deniz dedi Burak. Sezginin yanaklarından yaşlar süzülüyordu.
Az sonra annesi en sevdiği çorbayı yapıp getirdi. Denize zorla birkaç yudum içirebildiler. Ardından yine çok derin bir uykuya daldı.
Deniz iki hafta yerinden kalkamadı. Burak’la Sezgin okul dışı tüm zamanlarında onun yanındaydılar. Eve geldiğinin 17.günü ilk defa sokağa çıkma gücünü bulmuştu.
-Yarın okula gidelim çocuklar. Derslerden çok uzak kaldım dedi.
-Tamam dedi Burak.
-Tamam olmasına tamam ama nüfus kağıtlarının değiştirilmesi için son iki günümüz kaldı. Sabah nüfusa gidelim. Ordan gidersiniz okula.
Olur öyle yapalım dedi Burak’la Deniz.
*
Sabah Sezgin’in babası arabasıyla gelip Denizi almıştı. Yol üstünden Burağı’da alıp Nüfus dairesine doğru yola çıktılar.
İçeri girdiklerinde ilk olarak Sezgin başvurusunu yaptı.
-Nüfus kağıdınızı verin dedi görevli memur.
Sezgin ceketinin iç cebinden nüfus kağıdını çıkarıp uzattı. Görevli memur açıp kontrol etmeye başladı.
-Deniz Çelik. Yeni çekilmiş iki fotoğrafını ver dedi memur.
Sezgin şaşkın şaşkın memurun yüzüne bakıyordu.
-Sana diyorum, iki fotoğrafını ver diye.
Sezgin iki fotoğrafı çıkarıp uzattı.
-İyi ama benim adım Deniz Çelik değil ki!
-Burada öyle yazıyor ama dedi memur.
Sezgin memurun elinden nüfus kağıdını alıp hemen ilk sayfasına baktı. Gerçekten de orada Deniz Çelik yazıyordu.
Birden başının döndüğünü hissetti. Tam yere düşerken babası yakalamıştı.
-Sezgin ne oldu oğlum sana.
-Baba Deniz... diyebildi ve oracıkta bayıldı.
Bir görevli elinde kolonyayla koşup geldi. Bir süre sonra Sezgin kendine geldi. Başını kaldırdığında Burağı gördü.
-Deniz nerde Burak?
-Gitti.
-Nereye gitti?
-Bilmiyorum. Sen bayılınca çekti gitti. Bana da bir şey söylemedi. Ben de bir anlam veremedim. Cebindeki nüfus kağıdını da bana bıraktı.
-Versene bana onu dedi Sezgin.
Burak uzattı nüfus kağıdını. Birlikte baktılar. Nüfus kağıdının isim yerinde Sezgin Yıldırım yazıyordu.
Burağın yüzünde acı bir gülümseme oluştu. Kendi nüfus kağıdını da Sezgine verdi ve ona bir şey söylemeden o da çıktı gitti. Sezgin bir şey anlamadan arkasından baka kalmıştı.
Burak nüfus dairesinin kapısına çıkana kadar olan biteni çoktan anlamıştı. Dışarı çıkar çıkmaz hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Bir yandan da kendi kendine konuşuyordu.
-Ahhh kardeşim Deniz ahh! Sezgin’in bizim kadar güçlü olmadığını benim gibi sen de biliyordun...