- 572 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ÇANAKKALE SAVAŞINDAN CUMHURİYETE
Alman Goben zırhlısı ve Breslav kruvazörü 16 Ağustos 1914’te Çanakkale Boğazı’nı geçip İstanbul’a gelerek Yavuz ve Midilli adlarını alırlar. Yani Türkler bunları satın almışlar, adlarını da Türkçeleştirmişler gibi bir durum yaratılır. İttihat ve Terakki Hükümetinden dört kişi; Enver Paşa, Talat Bey, Mebusan başkanı Halil Bey ve Sadrazam Sait Halim Paşa gizlice, Mebusan Meclisi’ni bırakın, Hükümete bile haber vermeden Almanlarla işbirliğine girerler ve Almanların yanında savaşmaya karar verirler.
Yavuz ve Midilli İstanbul’da kalmaz; içlerindeki bütün tayfa ve mürettebata Türkmüş gibi kırmızı fesler giydirilmiş, sonra da Karadeniz’e doğru açılmışlardır. 29 Ekim 1914’te Rus topraklarını, limanlarını topa tutarlar. Bunun üzerine müttefikler, yani İngiltere, Fransa ve Çarlık Rusyası 5 Kasım 1914’te Osmanlılara karşı savaş duyurusunda bulunurlar. Tükler de 11 Kasım 1914’tekarşılık olarak resmen savaş duyurusu yapar...Savaş yanlısı olmadığını söyleyen ve sonradan üç arkadaşıyla kabineden çekilen Maliye Nazırı Cavit Bey, o gün devletin kasasında 92000 lira olduğunu söyler. Bu vahim bir durumdur !
O günlerde Mustafa Kemal, Sofya’da ateşimiliterdir. Balkan Savaşı yenilgisinin yarasını yaşayan ulusun savaşa yeniden sokulmasına karşıdır. Üstelik Almanların savaştan yenilgiyle çıkacağına da inanmaktadır. Arkadaşı Salih Bozok;’a Sofya’dan Aralık 1914’te yazdığı mektupta şöyle demektedir: ’’Ben Almanların savaşı kazanacaklarına kesinlikle inanmıyorum.’’ Ulusun Almanların yanında savaşa sürüklenmesi yüzünden tedirgindir. Kaygılıdır. Sofya Sefiri arkadaşı Fethi Bey!e günlerce durumu anlatır. Enver Paşa için şöyle söyler:
’’Bu adam sonunda diktatör olur. Oldu bile. Hen körü körüne Alman hayranı. Ordudaki daha niceleri gibi. Bıyıklarını Prusya usulü yukarıya büken her adam kendini Vilhelm görüyor. Enver’de öyle. Bu Enver’e bu kadar ön vermeyecektik Fethi...’’
Fethi Bey suskundur. Pek konuşmaz...
Savaşa karşı olan Mustafa Kemal, kaygılıdır. Bir an önce Sofya’dan ayrılıp İstanbul’a dönmek amacıyla sürekli dilekçeler gönderir ilgililere. Kimi zaman olumsuz yanıtlar alır, kimi zaman savsaklanır, hiç yanıt alamaz. Neden sonra 19. Tümen Komutanlığına atandığı bildirilerek İstanbul’a çağrılır. İstanbul’a geldiğinde böyle bir tümenin olmadığı söylenir. Enver Paşa, Sarıkamış’ta savaş serüveniyle orduyu kırdırıp İstanbul’a dönmüştür. Ona sorar. O, Genelkurmaydan öğrenmesini söyler. En sonunda 19. Tümenin Tekirdağ’da kurulmakta olduğunu öğrenir ve hemen oraya gider. Tümenini kurar. Karargahını önce Eceabat’a, sonra Bigalı köyüne yerleştirir. Savaş O’nu beklemektedir...
İngiliz Deniz Bakanı Churchill’in önerisi üzerine müttefik devletlerce hazırlanan ’’Çanakkale Boğazı’nı geçip Rusya’ya yardım amacındaki’’ tasarıyı gerçekleştirmek üzere 16 gemiden oluşan İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin Boğaz’dan Marmara’ya geçiş günü 18 Mart 1915 olarak saptanmıştır. Bu geçişi kolaylaştırmak için savunma bataryalarımıza büyük bir bombardıman başlar. Dış hatlara komandolar çıkarırlar. Boğaz’daki mayın tarama ve temizleme işlerini hızla yaparlar. Yaparlar ama, Yüzbaşı Hakkı komutasındaki Nusret Mayın Gemisi gizlice yeniden mayın döşer. Düşman savaş gemileri 18 Mart 1915 günü Boğaz’a girerek tabyalarımızı ateşe tutarlar... Tutarlar ama, her durum istekleri ve yararları yönünde gelişmez... Bir müddet sonra Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlara çarparlar. Bir yandan da topçularımızın cehennem ateşleriyle bozguna uğrarlar. Yeryüzünün Avustralya, Asya, Avrupa anakaralarından toplanıp güçlü silahlarla donatılan saldırgan emperyalist orduları 18 Mart 1915’te çekilmek zorunda kalır. İşte o gün kazandığı utkuyla Türkler ’’Çanakkale Geçilmez’’ sloganını tarihe altın harflerle yazarlar...
18 Mart 1915’teki Çanakkale Deniz Savaşı Utkumuzla, Dünya denizlerinin egemeni en büyük iki donanma yenilgiye uğrarken, sulara gömülen yalnız zırhlıları, gemileri değildi. Umutları da, gururları da denize gömülmüştü. Güçlü deniz donanmalarına sahip emperyalizm. ’’mazlum ulusa’’ yenilmişti. Savaş önerisinde bulunan, yenilginin sorumlusu sayılan Churchill, Deniz Bakanlığından atılmıştı...
18 Mart 1915 günü Çanakkale Boğazı’na dayanan İngiliz ve Frabsız güçleri altı saat kırk beş dakika sonra yenilgiye uğrayınca, Çanakkale Boğazı’ndan geçemeyeceklerini anlayarak, karadan saldırı kararına varırlar. Hazırlıklarını yaparlarken de oyalama oyunlarını 25 Nisan’a değin sürdürürler. Mustafa Kemal, düşmanın karadan saldıracağını anlamıştır. Hazılıklarını yapmaktadır. Ne ki ordu komutanı Mareşal Liman Von Sanders, her konuda üsteleyerek kendi görüşlerini savunan Yarbay Kemal yerine Albay Keninkser’i görevlendirir. Mustafa Kemal’e kumandayı vermez. Çünkü Albay Keninkser, tümeni düşman karşısından çekmek düşüncesindedir. Bu kez Esat Paşa’nın yanına Albay Keninkser’i vererek Mustafa Kemal’e gönderir. Mustafa Kemal’in yanıtı değişmez. Şaşırarak nedenini soran Esat Paşa’ya Mustafa Kemal’in yanıtı şudur:
’’Bu durumda tümen geri çekilmez. Yapılacak tek şey saldırıya geçip düşmanı geri çevirmektir. Güçlerimizi geri çekmek; yenilmek, denize dökülmektir. Bunun için tek seçenek saldırıdır...’’
Esat Paşa, başarılar diler ve Alman Albayını yanına alıp karargaha döner.
25 Nisan 1915 günü sabahında yarımadanın batısından gelen top sesleri üzerine, Mustafa Kemal, düzenini alır. Süvari birliğini Kocaçimen Tepesi’ne gönderir. Çok zaman geçmez, Arıburnu’ndan yardım isteği ulaşır Mustafa Kemal’e. Buyruğundaki 57. Alyla birlikteKocaçimen Tepesi’ne, oradan da Conkbayırına gider. Orada, kimi erlerin, kendi birliğinden olmamalarına karşın, kaçtıklarını görüp nedenini sorunca, düşmanın geldiği yanıtını alır. Gerçekten de düşman 261. rakımlı tepeye yaklaşmıştır. Askerlere, düşmandan kaçılmayacağını söyleyerek, süngü taktırıp yere yatırır. Bu durumu gören düşman askerleri de süngü takıp yere yatarak tuttukları yerde mevziye girerler. Bizim 57. Alay da tam o sıra yetişir. Ve hemen Mustafa Kemal, sabahın saat onunda saldırı buyruğunu verir. Çevresine topladığı subaylara da şöyle söyler:
’’Size ben taarruz emretmiyorum; ölmeyi emrediyorum...Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde, yerimizi başka güçler ve başka kumandanlar alabilir...’’
İşte savaş en kesin kararlarla, en çetin koşullar altında böyle başlar. Diş dişe, gırtlak gırtlağa bir savaş. Ölüm kalım savaşı. Düşman dayanamayarak geri çekilir...57. Alayımız pek çok ölü verir, ama utku da kazanılır , Çanakkale Boğazı’nı geçemeyip şanslarını karada görenler yine aldanmışlardır. Yalçın kayalara çarpmışlardır...Yine de durmazlar. O gece, yani 25-26 Nisan 1915’te düşman Arıbıurnu’na 5 İngiliz tümenini çıkarmıştır. Erlerimizin ne yiyecekleri, ne de giyecekleri vardır. Dahası çarıkları bile yoktur. Buyruğuna kimi birlikler verilen Mustafa Kemal, duraksamadan yine saldırı buyruğunu verir...Ve 26 Nisan günü sonunda, ’’Yenilmiyoruz’’ der. 27 nNisan’da iki alayla takviye edilen Mustafa Kemal, aynı kesin kararlılıkla saldırı buyruğunu verir. Ve o gün Mustafa Kemal Kemalyeri’nden , şunları görür: Düşman askerleri ellerini havaya kaldırıp mendiller sallayarak, kendi erlerine teslim olurlar. Mustafa Kemal, yaptığı savaşın yengisiyle mutludur.
Mustafa Kemal, bu büyük ve önemli utkusuyla adını dünyaya duyurmuş ve ünlenmiştir. Bu ün, ilerdeki Türk Kurtuluş Savaşı’nda işine elbette yarayacaktır. Zaten, sanki Kurtuluş Savaşı’nın bir denemesi, sınaması niteliğinde bir savaştır yapılan. Mazlum ülkelerin emperyalistlerin saldırılarını göğüsleyebileceklerine ilişkin bir ders.
Mustafa Kemal, 6 Ağustos’tan beri Arıburnu’nda yoğun bir savaş yürütmektedir. Anafartalar cephesi de savaşın içindedir. Conbayırı da öyledir. Üstelik burada komuta karışıklığı vardır. Komutanlar gergindir. Durum iyi değildir. Düşman denizden toplarıyla saldırılarını sürdürürken, karaya yoğun asker çıkmaktadır.
İşte bu koşullarda, 8 ağustos’u 9 ağustos’a bağlayan gece, Ordu Komutanlığı’ndan, Kuzey Grup Komutanlığı kanalıyla Mustafa Kemal’e, Anafartalar Grup Komutanlığı’nı üzerine almak üzere hemen Çamlıktekke’ye hareket etmesi ve 9 ağustos sabahı tan vakti düşmana saldırması gerektiği bildirilir. Anafartalar Anıları’nda Mustafa Kemal şöyle yazar:
’’Böyle karanlık ve belirsizlik içinde, tanımadığınız güçlerle yeni bir işin-üç günden beri üstüne alan her komutan ve bölüğün yenilgi ve perişanlığını doğuran ve yurdun ya yaşam ya da ölümüne neden olabilecek önemli bir işin-başkaları tarafından başlamış kanlı ve kaybedilmiş savaş alanının sorumluluğunu üstüne almak o kadar kolay bir iş olmasa gerek. Ama ben, tam bir övünçle bu sorumluluğu kabul ettim.’’
Mustafa Kemal, hemen 27. Alay Komutanı Kaymakam Şefik Bey’i yerine vekil atar ve yola çıkmak üzere hazırlığa koyulur. Çünkü sabah saldırıya geçmesi gerekiyor. Bu çok kısa süreyi, yukarda adı geçen kaynakta şöyle betimler:
!!...6 Ağustostan beri süren savaşlar, beni üç gün üç gece uykusuzluğa ve sürekli çalışmaya zorunlu kılmıştı. Tam hasta bir durumdaydım. Zaten üç dört aydan beri Arıburnu Cephesi’nin kanlı savaşları beni o kadar zayıf düşürmüktü ki, bu son günlerin yorgunluğu olmasaydı yine hasta denecek durumdaydım. (...) Bundan da önemli bir neden için Tümen Başhekimi Hüseyin Bey’i birlikte götürmek istedim. Bu neden şu idi: Yapılan ve yapılacak savaşlarda yaralılarımız savaş alanlarına yığılmış ve yığılacaklardır. Bundan dolayı Hüseyin Bey’i ve bir de o gün şehit olan kahraman yaverim Teğmen Kazım Efendi’nin yerine bir süvari subayı alarak gece yarısından yarım saat önce 19 Tümen Karargahı’ndan Çamlıtekke’ye hareket ettim.’’
Mustafa Kemal, Kemalyeri yanından Kocadereköy’ün kuzeyine çıkar. bu yolculuğunu da anlatırken yazısını şöyle sürdürür:
’’Dört aydan beri ilk kez bir dereceye kadar temiz hava teneffüs ediyorum. Doğrusu Arıburnu bölgesinin ateş sınırında ve sınıra bitişik karargahlarda yaşayanların teneffüs ettikleri hava, insan cesetlerinin kokuşmasıyla kimyasal niteliğini yitirmiş bir hava idi.’’
Mustafa Kemal, Anafartalar Grubu Karargahı denen Çamlıktekke’ye varır. Burası bir deredir. Karanlık yoğundur. Yaşamaya tanıklık edecek hiçbir devinim, ışık yok ! Herkes uyumaktadır. Seslenirler. Biri çadırından entarisi ile çıkar. Komutan’ın çadırını sorarlar, o işaretle gösterir. Bu kez Mustafa Kemal zorlar. Komutan olan Vilmer Bey’in uyuduğunu öğrenir. Kurmay subay Haydar Bey’e, grup karargahı sorulunca alınan yanıt şudur: ’’Bugün buradaydı, şu yöne taşıdılar, Gümbürdekbayırı yanında bir dere.’’
Mustafa Kemal, en sonunda güç bela grubun yeni karargahını bulur. Sabık Komutan Fevzi Bey uyumaktadır. Kurmay başkanını, Komutanın verdiği son buyruğun altını imzalayıp vermesi için, Komutan Fevzi Bey’e gönderir. Komutan Fevzi Bey böyle bir şey vermez;imzasız bir not gönderir.
Bütün engelleri, savsamaları geçen Mustafa Kemal, 9 ağustos tan vakti saat dörtte saldırı buyruğunu verir.
Beş tümenin saldırısı karşısında düşman şaşırmış, yenilmiştir. Ama henüz Conkbayırı’ndan atılmamıştır.
Mustafa Kemal, yeni karargahından Conkbayırı’na gitmek üzere ikindi üzeri saat 5.30’da yola çıkar. Yolda denetimde bulunur. Conkbayırı’na gelir. Bütün gece boyunca, saldırıya hazırlanmalarını komutanlara söyler. 8. Tümen Komutanı Albay Ali Rıza Bey, Kurmay subay Galip Bey’in iletecek görüşleri olduğunu söyler. Mustafa Kemal, Galip Bey’i dinler. Galip Bey, Conkbayırına sürekli saldırıldığı halde başarılı olunamadığını, büyük kayıplara uğradıklarını söyler. Ama Mustafa Kemal saldırıda kesin kararlıdır. Tümen komutanından askerleri hemen hazırlamasını ve düzenlemesini ister. Ve bütün geceyi uykusuz geçirdikten sonra sabah saat 430’da çadırın önüne çıkar. Gecikmemek gerekir. Çünkü bir kaç dakika sonra ortalık ağaracaktır. Kısa bir denetimden ve askeri selamladıktan sonra şöyle söyler:
’’Askerler ! Karşınızdaki düşmanları yeneceğinize hiç kuşku yoktur. Ama siz acele etmeyin. Önce ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birlikte atılırsınız !’’
Ve dediğini yapar. Düşman silah kullanmaya zaman bulamaz. Boğaz boğaza, diş dişe bir savaştır yapılan. Dört saat sonra 23. ve 24. Alaylarımız Conkbayırı’nı düşmandan büsbütün temizler. 28 Alay Şahinsırtı’nın en yüksek tepesini ele geçirdikten sonra Sarı tarla üzerinden düşman birliklerini yenip bozguna uğratır. Conkbayırı Tepesi askerlerimizin eline geçtikten sonra düşman kara ve denizden yoğun topçu ateşiyle Conkbayırı’nı cehenneme çevirir. Bunu adı geçen anılarında Mustafa Kemal şöyle anlatır:
’’Gökten şarapnel, demir parçaları yağıyordu. (...) Seyrederken bir şarapnel parçası göğsümün sağına çarptı.Cebimde duran saati mparça parça etti. Bedenime giremedi. Yalnızca derin bir kan lekesi bıraktı. Bu saat parçalarını sonradan bugünün anısı olmak üzere Liman Paşa’ya verdim. O da, aile asalet arması yazılı kendi saatini bana verdi.’’
Conkbayırı utkusu; 18 Mart Deniz Utkusu’ndan sonra, Çanakkale’de yapılan savaşların en büyüğü ve en önemlisidir. Mustafa Kemal’in de ilk en büyük utkusudur. Dahası Çanakkale Savaşları’nın bir dönüm noktasıdır. Evet, dönüm noktası...Dev gibi gelip eriyerek, yaralanıp gitmek zorunda kalan emperyalist Britanya Orduları’nın yenilgisinin tam olarak kanıtlandığı gündür...
Bu konuda İngiliz Savaş Muhabiri Aşmet Bartlet şunları söyler:
’’Gelibolu Yarımadasın’nda savaş başlayalıdan beri, topçularımızın yüreklerini keyif ve neşe ile dolduran bu kadar geniş ve kusursuz bir hedef hiç görülmemiştir. Gemi toplarımızın , Türk saldırı safları arasında patlayan mermilerinin havaya uçurdukları cesetler, parça parça çevreye saçılıyordu. Ama bu cehennemsel topçu ateşi bile Türklerin saldırısını durduramadı...Türkler, büyük bir cesaret ve yiğitlikle savaştılar.’’
Yıldırım Orduları Komutanı Mustafa Kemal savaşın bittiğini, Ateşkes Antlaşmasının imzalandığını Adana’da, Sadrazam İzzet Paşa’nın 31 Ekim 1918 günü telgrafla öğrenir. 3 Kasım 1918 günü bir buyrukla da, Mondros Limanı’nda imzalanan Ateşkes Antlaşmasının bir kopyasını alır. 7 Kasım’da ise, hem VII. Ordunun hem de Yıldırım Orduları Komutanlığının kaldırıldığı bildirilerek İstanbul’a gelmesi istenir.
Mustafa Kemal, Adana treninden Haydarpaşa’da indiğinde 55 düşman gemisinin yengi bayraklarıyla İstanbul’a girdiğini görür ve ’’Geldikleri gibi giderler’’ der. Sonra dpğru Pera Palas’a gider ve orada konaklar. Akaretler’deki annesini ve kız kardeşini daha sonra görecektir.
Mustafa Kemal, hemen siyasal girişimlere başlar...İzzet Paşa Kabinesi’nin yenik düşmesine üzülür. Otelden telefonla Saray’ı arar, padişahın kendisini kabul etmesini ister. Padişah kendisini ancak cuma günü 15 Kasım 1918’de kabul eder. Mustafa Kemal, yapılması gerekenleri Padişaha anlatmak ister ayrıntılı olarak. Ancak Padişah Vahdettin, genel bir kaç sözle görüşmeyi geçiştirir. Bir kaç gün sonra da Padişah, Meclisi kapatır. Artık Tevfik Paşa Kabinesi Meclissiz çalışmaktadır.
Ateşkes günlerinde İstanbul halkının görünümü hiç iyi değildir. Özellikle Anadolu yakası, Üsküdar, Kuzguncuk...gibi Müslüman halkın yaşadığı yerlerdeki görünüm iç sızlatıcıdır. Gerçi Şişli’de savaş zenginleri, ’’Gözlüklü Samiler’’, azınlık oligarşisi gününü gün etmektedir. Ama İstanbul, yalnız Şişli değildir ki !...
YORUMLAR
Çetin Bey, yazınızla bizlere yeniden o eski günlerin acısını hatırlatmış oldunuz, bu tür yazıları sık sık dile getirmenin millet olma adına önemli olduğunu düşünüyorum. İzninizle bir tarih hatası olduğunu belirtmek istiyorum, 16 Ağustos 1917 değil, 1914 olmalı. Galiba yazım hatası. Saygılarımla