ÇÜRÜYÜŞÜN BELGESİ Mİ?
ÇÜRÜĞÜŞÜN BELGESİ Mİ?
Aşağıdaki haberde anlatılan davanın kararı, ürküttü ve "âdillikten" uzak geldi bana. Son çeyrek yüzyıl diliminde "adalete güvensizlik algımı" pekiştirdi.
İşte haber:
"Van’ın Erciş ilçesinde 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen 7,3 büyüklüğündeki depremde Sevgi Apartmanı’nın yıkılması sonucu 39 kişi yaşamını yitirdi. Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı, müteahhit Salih Ölmez ve inşaat mühendisi Murat Kazancı hakkında taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak suçundan dava açtı. Erciş Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan davada 9’ un üzerinde duruşma görüldü. Son duruşma 6 Kasım 2019’da yapıldı. Ancak müşteki avukatları duruşmaya katılmadı. Savcı, esas hakkındaki mütalaasında sanıkların bilinçli taksirle ölüme neden olmaktan cezalandırılmasını istedi. Mahkeme, sürpriz şekilde o duruşmada yargılamayı bitirerek, iki sanığın beraatına hükmettiği açığa çıktı. Bu durumdan habersiz olan avukatlara, karar tebligatı da yapılmadı. Bu nedenle beraat kararı kesinleşti. Karar, mağdurlardan bir yurttaşın e-devletten baktığı dava dosyasını "kapalı" görmesiyle açığa çıktı.
Dosyanın avukatlarından Efkan Bolaç ’Kumdan ve briketten yapılan bir evin altında kalan insanlar öldü. Bu cinayetle ilgili verilen beraat kararı, toplum vicdanında ciddi bir yara olmuştur. Bize tebligat yapılmaması kanuna aykırıdır. Savcılığın bunu istinafa götürmemesi ise ayrıca manidardır, dedi. Mahkeme, kararın gerekçesinde davaya konu Sevgi Apartmanı’nın müteahhidi olarak gösterilen Ölmez İnşaat adında bir şirketin olduğuna dair belgeye ulaşılamadığını, sanık Ölmez’in ise davaya konu binanın müteahhidi olduğuna ilişkin kesin delil elde edilemediğini savundu. Kararda binada tüm ortakların çeşitli zamanlarda ikamet ettikleri, kendi eş ve çocuklarının ikamet edeceği bir binada bu kişilerin hileli davranışlar sergilemesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı savunuldu".
15 Nisan 2020 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi / Alican Uludağ’ ın haberi
Haberin sonucundan yol alarak; iddia, savunma ve yargı hakkındaki endişe ve kuşkularımı dile getirerek doğal afette yaşamlarını sonlandıran insanlara karşın insani görevimi yerine getirme hakkımı kullanarak, sorumlu mutlaka vardır. Olmalıdır diyorum. Şöyle ki;
a) Dava açılımında Salih Ölmez müteahhit. Duruşmalar ise "Ölmez Şirketi"nin müteahhitliği üzerinden yürütüldüğünü anlıyorum. Buradan;
"Kişi ve tüzel kişilik" sözcük oyunu oynanarak, dava yürütülmemiş mi?
Şirket, ticaret sicil memurluğunun sıkı düzeni (disiplin) altında değil mi?
Şirketin ad değişimi, alımı, satımı ticaret sicil memurluğu gözetiminde değil mi?
Nasıl olur da belgeye ulaşılamaz? Ticaret Sicil Memurluğunda yangın mı çıkmış. Yoksa ilgili gazeteye de mi bir şey oldu?
O şirket ya vardır. Ya da yoktur. Şirketin sahipleri/sahibi, vardır ya da yoktur." Delil elde edilemedi" yargısını anlamak güç. Hem de çoktan çok öteye güç.
Bilen, anlatsa da öğrenip, güven artırsam.
Şirket ile Salih Ölmez hakkında ilişki ya vardır. Ya da yoktur. Ticaret sicil dışında; banka hesap ilişkileri, daire alım satım tanıklıkları, tapu işlemleri v.b. irdeleme, araştırmaların yanından geçilmemiş gibi!...
Yine kararda; "binada tüm ortakların çeşitli zamanlarda ikamet ettikleri, kendi eş ve çocuklarının ikamet edeceği bir binada bu kişilerin hileli davranışlar sergilemesinin hayatın olağan akışına uygun olmadığı" anlaşılmaz gibi algı bıraktı.
Şöyle ki; "ikamet ettiler mi, edecek miydiler mi" açık değil.
Ortak ikamet ettiler ise ne zaman, niçin ortaklıktan ayrışıldı? Çünkü, birinci depremde yıkım yok, ikincide yıkım oldu anımsadığım kadarıyla. Birinciden sonra ayrılınmış ise; kısmen kararın doğruluğuna doğru az da olsa eğim yaratıyor zihnimde. İlerde ortaklık oluşacaktı ise nedeni, niçin disi olan, araştırılmaya açık bir anlatım.
Sorularımızı üretmeye devam edersek;
Hakimler için de avukat için de üslenilen görevin yerine getirilmediği algısını veriyor. Savcılık, dava açmadan önce sağlam kanıtlara ulaşmadan o kişileri suçladı olmuyor mu bu durumda?
Kararda, suçlanan o kişilerin kaybedilen kişilik aşınımını kim ve nasıl karşılayacak bunca yıl sonra?
Belki de tutuklatıp, kişilikleri törpülendi. Belki, törpülenen kişilik haklarını ödence (tazmin) ettirerek, yapılan yanlışlarının karşılığını vatandaşa ödetecekler. Hak mı? Bu ödence FETO mirası olarak kalmadı mı hukukumuza? Neden geri dönüş yapılmadığı ayrıca hukuksuzluğun aracı olarak kullanıldığı algımı da bir kenarda tutmaya devam ediyorum.
Bir başka kuşku olasılığı da; Savcılık, başlangıçta kesin kanıtlara ulaştı. Karar verdi. Davayı açtı. Amma zaman içinde ki gelişmeler ışığında danışıklı olarak üçlü, -savcı, avukatlar, hakimler- ortaklaşa davayı bu sonuca sürüklemiş, olmuyorlar mı?
b) Kararda, ..."kesin delil elde edilememesi" de inandırıcı olamadı. Kuşkuya tavan yaptırdı. Kuşkuya tavan yaptıranlardan akla takılanlar ise;
Müşteki avukatlarının son oturuma katılamaması,
Alınan kararın avukatlara tebliğ edilmemesi,
Avukatın işinin ardını kovalamaması,
İtiraz kurumlarına baş vuru süresini savsaklaması,
Danışıklı dövüşle dava kararına kesinlik kazandırıldığı imi vermiyor mu?
c)Avukatlar, avukatlığını yapmadığı iminin üstünü örtemiyor.
"Kumdan ve briketten yapılan bir evin altında kalan insanlar öldü. Bu cinayetle ilgili verilen beraat kararı, toplum vicdanında ciddi bir yara olmuştur. Bize tebligat yapılmaması kanuna aykırıdır. Savcılığın bunu istinafa götürmemesi ise ayrıca manidardır."diyor.
Bu binanın projesi, belediyede yok mu?
Yoksa Belediye o binanın yapılmasına göz mü yummuş?
Avukat, ilişkiyi belge üretiminde, isteksiz davrandığı. Algısı veriyor.
Avukatın duruşmada özürsüz yer almaması, davanın savsaklanmasına katkı olmuyor mu? Davalılardan yana tavır içinde olunduğu izi taşınmıyor mu?
Avukatın, "tebligatın yapılmaması ve savcılığın davayı istinafa götürmemesi suçlamaları ile" kendi sorumluluğunu yerine getirmemesinin üstünü örtme girişiminde olduğunu kanıtlamıyor mu?.
Davanın savsaklanışının tüm sorumluluğu avukatta görülüyor. Hakim ve savcı nasıl da aklanmış.
Dava; "ölen ölür, kalan sağlar bizimdir" yaklaşımına büründürülmüş.
Davada bir sorumlunun bulunmaması, "adalet dağılımının" yok oluşuna, hukuka güvenin "ayaklar altına alınışına" katkının kanıtı olarak toplum vicdanında yerini almıyor mu?
Sonuç olarak, bu davanın kuşkusuz sorumlusu olacak olan bir olaydır. Doğanın dışında. O sorumluyu ortaya çıkarma savcı, hakim ve avukat üçlüsünün sırtında yük olarak kalmıştır.
Bu yükü bu üçlü nasıl taşıyorlar anlamak zor? "Vicdan" kavramının içeriğinin bilincinde olanların yaşamı boyunca o ağırlığın altında ezilecektir. Ama topluma yararı olmayacak. Toplum çürüdükçe çürüyecek. 17.04.2020
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.