- 2144 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SESSİZ ÇIĞLIKLARIM
SESSİZ ÇIĞLIKLARIM
Ne çok şeyi anlatmak ister bu gönül, insanların hüzün içinde olduğunu; dökülen gözyaşların hiç kurumadığını, günümüzde insanlık için çabaların “çok eksildiğini” ve içimizdeki yaraların “daha da derinleştiğini” haykırmak istiyorum.
Günümüzde dostluklar maddeye bağımlı olarak değer kazanıyor ve bedenler ölü hücrelerle boğuşuyor. “Çocukların hep ezildiği, tecavüz olaylarının alışkanlık halini aldığı, hiç acımadan katledilen o minicik canlar, yürekleri parça parça ediyor.” Hiç bir yürek dayanmaz bu acılara. Kanı bozuk insanlar yaşarken ülkemde, analar, ah analar yetim bırakılıyor! Bir annenin suçu ne olursa olsun, nasıl kıyılabiliyor yaradanın verdiği cana. Hırçın çocuklar yetişiyor artık, söz dinlemeyen, büyüklerine karşı “saygısını yitiren” binlerce çocuk görür olduk.
Çok zor koşullarda yaşayan aileler varken, evine aş götüremeyen insanların gözyaşları durulmazken, neden bu insanlara iş imkanı verilmiyor! “Üniversiteliler iş bulamıyor! Yıllarca yerleşemediği için öğrenim gördüğü mesleği unutacak duruma gelen gençler yaşıyor ülkemizde. Esnaf kan ağlıyor, işsizlik had safhada ve almış başını gitmiş zaman.”
“Âh, kimse kimseyi duymuyor artık!”
Her yürekte bir sabır anahtarı olmalıdır ama sabır kalmadı kimsede! Almış başını giden zamana inat, kalleşçe bir randevu ile hayatına kast edildi “minicik bedenlerin,” ebediyete uğurladık! Demem O’ki hayat çok acımazsızken, “insanoğlu zalimdi,” çirkef saatlere yapıştırılmıştı duraklar, yollar, sokaklar.
Git, gidebildiğin uzak yollara; kaçıp gittiğini düşünürsün, bir âh çekersin göklere doğru, can evinde mıhlanıp kalan hayatın zehrini kusmak isterken, soluduğun nefesin baş kaldırır sana, içine gömdüğün tüm ölümsüz hatıraları “içinde çürüterek” kaybedersin. Hayat öylesine acımasızken, ömrün perdeleri bir bir kapanarak, bedenimize “hüznün hastalığını” bulaştırır. Bitip giden bu ömürde, içimizde hep eksik bir şeyler kalır; kahrolası zalim felek, ölümsüz hatıralar dolu evimizi, “gözyaşlarımızla” sahiplenir. Yürekler, birbirine kirli bakışlarla bakınırken; aldanışlar yelken açar, zamanla siyahi bulutlar kaplar hücrelerimizi, edalı bir lütuf sarar ellerimizi, minicik bir çocuğun ellerinde yeşerir umutlarımızın dalları.
Hep yollara düştük, el ele verdik, göğüs göğüse nefes nefese kalarak, içimizdeki vatan sevgisini “aşk gibi” içimize işleyerek yaşadık. Nasıl kazanmasını becerebiliyorsa bedenimiz, o zaman nasıl harcayacağımızı da hesap etmeliyiz! Nimetin büyük gücünü, elimizden bırakmayan insanlar olalım! Ellerimiz her şeyin değerini ölçerek hareket etsin! Çünkü, yarınlara muhtaç insanlarız biz! “Ne kadar zengin olursak olalım,” kendimize ihtiyaç duyarız. Parayla, her olgunun satın alınmayacağını çok iyi irdelemeliyiz! “Bilgiyi doğru yönde kullanırsak, “tüm hedeflerimize” kavuşuruz ama beyin kirliliğinden arınmasak, sahip olduğumuz hiçbir bilgi yarınlarımıza “fayda” etmeyecektir!”
Her gün, bir “bukalemun gibi” renk değiştiren insanlar nefeslenirken bu güzelim yer kabuğunda; her kaymaktan bal almayı ustalık edinmiş, herkese kucak açan, kandıran, yedi emin elleriyle yalanlar serpen vefâsızların sonu yakın olur! Gün gelir, asla başlarını dik hale getiremezler! Çünkü; ruhları, bedenleri, düşünceleri hiç temizlenemeyecek kadar kirlidir!
Gözyaşları yakarken yüreğimizi, farkında olmadan ağlar benliğimiz, yıkılır ruhumuzun taneleri, özlem ateşi sarar herbir yanımızı ve hüzünle dolar içimizdeki anılar. Mırıldandığımız eski şarkılar aklımıza gelir. Bazen bir göl kenarında ve bazen de bir ırmağın yanıbaşında buluruz kendimizi, içimiz sızlar, tüylerimiz ürperir birden ve ağlamaklı oluruz. Bir dağın tepesinde olmak isteriz ve “dakikalarca bağırmak” isteriz. Bazen “ağlamak” güzel gelir insana.
Aslında hepimiz yalnız bir hayatın içindeyiz ve bir çok yaşanacak olguların adayıyız. Yaşamın bize bahşettiği doğanın, ıslak zeminler üstünde çırpınan “kuş misali gibi” hüzünlerimiz. Zamana küsmeden, yaşamayı becerebilmektir hayat güzellikleri.
“Bir insanı bir daha “görmeme ihtimalini” düşünün.” Bir daha göremeyecekmiş gibi vedalaşın, içinizde hasret kalmasın. Dünya fani, gün doğmadan bir çok şey yaşanıyor! Biz biz olalım “değerlerimize” zamanında sahip çıkalım. Acılarla boğuşan insanlar vardır, kendini ifade edemeyecek kadar masum.
Ey öğretmenler!
Siz, hayatı, tabîatı, sevginin özünde anlatırken, insanların başarı grafiğini tahtalara çizerken; yürek dilinin egemenliğini sınıflarda okurken, öğrencilerin yüreklerinde, gözlerinde saklandınız, doğru sözlerle derin manalı kelimeler öğrettiniz, büyükten küçüğe özverili gayretlerle eğittiniz, yaşamın asil gerçeklerini “kare kare” anlattınız, tüm doğruları, yanlışları “belleklere” kazıdınız!
Ve diyorum ki,
Ey yüce büyük Atatürk! Bize emanet ettiğiniz “Cumhuriyet” İlelebet yaşayacaktır. Gençliğin gözlerindeki “ışık vurulmadan, nefesler yedi bucağa satılmadan,” güzelim Türkiyemiz vatana sevdalılar için ebediyete kadar var olacaktır. Yurdu için, ölümü göze alan Türk milletinin asil evlatları; sizler, yarınlarımızın "hakiki" yılmaz bekçileri olmuşken, en çok muhtaç olduğumuz şey huzurken, vatanımızın bölünmez bütünlüğünü korumak her Türk’ün hakiki görevi olduğunu bilmeliyiz! Biz, biz olalım ve sahip olduğumuz değerlere sahip çıkalım!
İnsanlığın ederini, parsel parsel satanları, bir mum gibi yavaş yavaş hayatını söndürelim. Tıpkı ilk günlerimiz gibi düşleyelim hayatı, umudun zehrini içimize çekerken, bizler bu zehrin içinde artık ne olur “kin” kusmayalım!
Mehmet Öksüz
YORUMLAR
Mehmet Öksüz
Dilimizle söyleyemediğimiz, “nutuklu, nutuksuz, heceli, hecesiz” mısraların cennet bahçesinde yaşadı yürek dilimiz. Hayatın sihirli küresi yüreğimizin çığlıkları, an be an yaşamımızdaki nefes değil de nedir ki? Sevdadan, bahardan, zemheriden, ayazdan, şiir gönüllerin dinmeyen “fırtınası, yüreklerin, soğuk, sıcak nefesi, şarkıların güftesi, bestelerin titrek sesini” yazdık yarınlara... Gönlünüzün güzellikleri filizlenmiş bir çiçek gibi açıyor gönüllerde. Her anınız huzur dolsun güzel insan. Daim olunuz o muhteşem yüreğinizle.