İKİNCİ HAYAT (FÖTRLÜ RESSAM)
Demir tozu gözlerimi kan çanağına döndürse de yaptığım işe çıplak gözle bakmak işime olan saygımı artırıyordu. Toz sadece gözlerime değil üstüme, nefesime, saç diplerime kadar işliyordu.Önceleri hiç şikayeti yoktu oysa, ne olduysa oldu yıllar sonra birden peydah oldu yüreğimi paramparça eden sözleri. Üstelik tek kişi değillerdi artık. Yanına üniversiteye yeni başlamış oğlumu da alır, her gün her akşam ben kapıdan girer girmez günlük serenatlarına başlarlardı.
Üfff leş gibi demir kokuyorsun?
Çabuk çabuk banyoya...başka iş yokmuş gibi hergün hergün aynı eziyeti biz niye çekiyoruz anlamıyorum ki.
’ İşini değiştir, yeter artık baba annem haklı’ ...
Ne yapabilirdim ki bu yaştan sonra...
Elimden ne gelirdi ki...
....
....
Ve bir gün aldı oğlunu gitti... üç yıl oldu...Hâlâ ağlıyorum...
....
Artvin Hopalı bir hemşireymiş ellerimle üzüm salkımları ve yaprak motiflerinden oymalı kendi tasarımım olan demir kapıyı monte ettiğim İnegöl / Yenicedeki villanın çatı katı kiracısı.
....
İnegöl’ün Yenice kasabası Bursa ile Inegöl’ü birbirine bağlayan yemyeşil şirin mi şirin bir kasaba.Herkes birbirini tanır. Yardimseverdir. Düğünü cemiyeti eksik olmaz. Beceriklidir kadınları. El yapımı baklavasına, sinoruna, salçasına, yağbiberli sosuna doyum olmaz.
Çoğu taaa 1930 lardan, Mekadonya göçmeni.Bir kısmı da Özal döneminin Bulgaristan göçmeni. Geri kalan kısmı da Erzurum ve Artvin’den. Sanayi ve mobilya şehri olarak ün salan İnegöl, doğudan çok göç alır. Fabrikalarının çokluğu sebebiyle kışın hava kirliliği yoğun olunca doğudan gelenlerin çoğu; şirin yemyeşil arazisinden Uludağı gören gölet manzarasıyla, arıtma gerektirmeyen buz gibi suyuyla, her hali tavrı ilemis gibi yufka kokan dar sokaklarının tahta kapılı geniş avlularındaki çalışkan ve hamarat kadınları ile taşıyla toprağıyla tam bir Anadolu yurdudur.Kimse yabancılık çekmez. Cennete giriyormuşçasına yolun iki yanından göğe uzanan yemyeşil ağaçlar, gülümseyerek gelenini karşılayan cennet hurilerini andırır. Anlarsın ki yolun sonunda cennetten bir köşk var. Insanda bu duyguları yaşatan hangi yer, ekmek kavgası uğruna göçünü alıp yola çıkanı bağrına basmaz ki? Bu yüzdendir taşı toprağı altın oluşu Yenicenin. Belkide Anadolu’nun en verimli toprakları burada. Geleni ihya eder, gideni rüsva. Her gidenin aklı İnegölde değil Yenicede kalır. Sıcak kanlıdır insanları, çalışkandır. Yazın kiraz ve şeftali ağaçlarının tepelerinden inmez, baharda çileğin çilesi bitmez. Her tarla dönüşü konu komşuya ikram edilmeden evlere girilmez.
İkram demişken söylemeden geçemeyeceğim. Sevgilinin elinde sallanan üzüm salkımları o gün sadece ağzımı tatlandırmamıştı. Aklımı da başımdan almıştı. Benim ev sahibinin villasına üzüm asması motifini yapmama sebep ışte bunlardı. Öve öve bitirememişti ilk siparişi verdiği günden beri asmalarını.Taa Adıyaman Besnide yaşayan askerlik arkadaşından getirtmiş bir kaç çabukluk teveği. Kirazın, şeftalinin yetiştiği her yerde bu da yetişir demiş. Yenice kiraz memleketi değil mi? O halde bu tadı oraya da goturmeliyim dediği arkadaşı verdiği sözü tutmuş. Gondermişti üzüm teveklerini.Villanın su basmanı yapılır yapılmaz dikilmişlerdi binanın dört köşesine. O gün bu gündür çatılardan sarkıp bahçedeki kamelyaya kadar varan uzantılar ışte o dört deveğin marifeti idi. Ev sahibi ile kiracı hemşirenin uzattığı yeşil sarı arası ince kabuklu üzümleri, ballandıra ballandıra yerken aniden yaşlı anası mutfak penceresinden başını uzatarak:
Bakma usta, bu oğlan anlamaz bağdan bostandan. Oğlum diye biliyor da söylüyorum. Yazdan yaza taaaa Alamanyalardan iki aylığına gelcen, boy boy asmalara meyvelere koncan, sonra da ben şöyle yetiştirdim, ben böyle yaptım diye övüncen. (Alaylı bir gülücükle) Pehhh!Diyor ve ekliyor.
Şu üsteki kızcağız olmasa viraneye dönerdi bağ bahçe derken hep beraber kaldırıyoruz çatı katına doğru başımızı...
Ilk orada, o anda görüyorum onu. Bir iki dakika önce çatı katından ince bir iple sarkıtılan su yeşili besni üzümlerini görünce hayrete düşmüş, sepeti sarkıtıp işine koyulan yüze bakmayı neden akıl edemediğime kızmıştım. Bu sefer kaçırmamaya çalıştım.
İşimin ahengini bozsa da durdurak bilmeyen kalbimin atışları taaa çatı katından duyuluyordu sanki.Yüzüm biraz demir tozundan, biraz da utançtan bakır kırmızısına dönmüş halde onu izliyordum. O ise;
Kendisinden bahis açıldığından habersizce ilgileniyor çatı katı balkonundaki rengarenk sardunyaları ile...bir küpeli çiçeğine bakiyorum bir ona, hangisi daha pembe ayırt edemiyordum. Sanırım benim morum ile onun yanaklarındaki pembe birleşmiş, küpeli dallarında katmer katmer açılmıştı.
Bir villanın, ihata duvarına montelenecek üzüm asması motifli bir demir kapıyı yapmamın, aylar alması olacak iş değildi. İlk kez bir iş elimde sündükçe sünüyordu. Bir çift üzüm yeşili gözlü, Karslı hemşire uğruna her haftasonu arşınlıyordum Yenice yollarını. Yenicenin gözüme cennet gibi gözükmesi boşuna değildi.O cennette tek bir huri vardı benim olmasını istediğim. Bursadan çok müşteri kaçırdım onu kaçırmamak için.
Her haftasonu onunla ilgili ne bilgi alacağımın, nasıl olup da konuşma fırsatı bulacağımın planlarını yapıyordum. Bir haftasonu, hızır gibi tüm kasabaya yetiştiğini, diğer haftasonu bahçedeki tüm domates ve biber fidelerinin onun tarafından tohumdan yetiştirildiğini, bir başka haftasonu çok becerikli bir ev hanımı olduğunu öğreniyordum. Ama bir türlü göz göze gelemiyordum. Ev sahiplerinin eğlencesi olacak kadar kırk takla atıyordum bu hususta ama nafile. Karslı hemşire, en az memleketi kadar soğuktu. İçimi ısıtan tek bir yanı, onun ilk geldiğimde gördüğüm üzüm yeşili gözleri idi.
O gözler!!!Ahhh o gözler!
Niye bir kerecik olsun bana dönmezler?
Günlerce uykusuz kalmama sebep olduklarını biliyorlar mıydı acaba?
Tam üç ayı bulmuştu, Bursa ile yenice kasabası arasındaki mekik dokumalarım. Ev sahibi işi artık savsakladığımı iyice anlamıştı. Çay, kahve, yemek ve meyve fasılları bitmek bilmiyordu.En nihayetinde yaşlı anaları taşı gediğine vurdu:
’Oğul, sen buraları sevdin, gelince gitmek bilmiyorsun’ dedi tebessüm ederek ..Ardından’Gel seni içgüveysi alalım’dedi.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi o an. Al oturan yanaklarımın kızartısı hiç geçmeyecek sandım.
Fütürsuzdu bu konularda yaşlı kadın. Her geldiğimde takılmadan edemezdi bana. Ne yapıp eder bir yolunu bulur yuva kurmaktan, çoluk çocuğa karışmaktan, gercek aşktan, sevgilim olup olmadığından konu açardı. Her konuşmada uzun uzun sorularına kestirme kısa cevaplar verdiğimden yakınır yine de bu tip konuları açmaktan bana özel ve ailem ile ilgili sorular sormaktan kendini alıkoyamazdı. Gün görmüş, geçirmiş haliyle her gün bir başka ders verirdi konuşmalarında. ’El gözüyle bez, yaşlı gözüyle kız alacaksın bu devirde.Öyle her gönlünün konduğunu yâr sanmayacaksın Eş dediğin evinde, işinde, aşında dört dörtlük olacak. Her bir şeyden anlıycak, çoluk çocuğuna sahip çıkacak. ’
Saydı da saydı, bir bir sıraladı. O sayarken aklımda üzüm gözlüm vardı. Mırıldanır gibi bir sesle cevap verdim nineye:
’Bu devirde öyle birini nerede bulacağım ninem?Biraz da mahçup bir eda ile size de yük oldum. Bu haftasonu biter Allah’ ın izniyle villadaki işim’ dedim.
’Yok oğul, ne yükü. Biz seni evladımız gibi sevdik. Biz iki ay daha buradayız. Hem daha burada yapılacak çok iş var. Diğer mevzuya gelince, Bazen nasibin burnunun dibindedir de göremezsin, kaderin yazdığını sen silemezsin’ derken bakışlarını bilinçli olarak çatı katına doğru çevirdi. Onunla beraber ani bir refleksle ben de çevirdim aynı yöne.Cam pervazına sinmiş bir gölgenin hızla perdeyi çekişine şahit olmam ile ayağa firlamam bir oldu. Yerinden fırlayan ben miydim gerçekten, yoksa göğüs kafesimi kırarcasına yerinden oynayan kalbim miydi bilemedim.
Penceredeki gölgenin o olduğuna emindim. Demek bizi izliyordu perdenin ardından.Cesaretimi toplayıp nineye ne demek istediğini açıkça sordum;
Var bir bildiğin sanki ninem, kurbanın olayım var mı öyle biri? Bana eş olacak, yuva kurup, mutlu edecek ha söylesene var mı?derken yaşlılıktan kurumuş iki elini avuçlarımda sıktığımı farkedince:
-Dur dur haylaz oğlan. Kaç haftadır bizi kılıktan kılığa soktun. Kendin de yoruldun, bizi de yordun
Çocuğum dedim ya, uzakta aramaya gerek yok. Bazan kaderin gördüğünü bu gözler burnunun ucunda olsa görmez dedi.
Demem o ki bizim kiracı kız...işte...
Seni görmüş beğenmiş. O her gelişinde, benim oğlanla beraber ağzından girip burnundan çıktığımız hallerimiz ayan beyan ortada. İnce ince sorduğum, senden emin olmak için ağzını aradığım sorular hem benim merak ettiklerim hemde aha şu çatı katı müdaviminin( o esnada eliyle çatıyı işaret ediyor) merak ettikleridir. Belli ki sen de boş değilsin ona karşı. Bizce de münasiptir. Kızı verdik gitti.
Aman Allah’m! Duyduklarıma inanamıyordum.
Demek onun da gönlü bende idi. Bu işin bu kadar kolay olacağı kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Oysa bir kaç haftadır neredeyse hiç görmüyordum. Meğer bilinçli olarak benden kaçıyormuş. Duygularının karşılıklı olup olmadığını anlamak için ise ev sahibinin yaşlı annesi ile işbirliği yapmış. Benim seceremin altını üstüne getirmişti. Ama ben onun hakkında Karslı ve çok becerikli olduğundan başka hiçbir şey bilmiyordum.
.....
O gün işi erken paydos ettik mecburen. Villanın arka bahçesine doğru uzanan uçsuz bucaksız yol boyunca bana eşlik edenin bir çift üzüm yeşili gözün sahibi Karslı hemşire olduğunu rüyamda görsem inanmazdım ama oydu ışte. Şu yanımda, eli elime değiverecek hizada olan,nefes alıp verişini taaa yüreğimde hissettiğim o muydu gerçekten. Dönüp bakıversem başını çevirir mi yine? Yoksa o içimi eriten gözlerini, bir silahın namlusunun ağzına gelmiş mermiler gibi diker mi gözlerime. Tüm cesaretimi toplayıp tam bakacaktım ki o aldı sözü;
Bir sazın nameleri gibi ince ince titreyerek dokuyordu gönül tezgahıma her cümlesini.Utanırım ben ellerimden dedi önce. Ben tutmak isterken onları o siyah kapüşonlu hırkasının cebine bir çırpıda sokuverdi ikisini birden. Çocukluğum ve ergenliğimde, kışın Kars’da kar kürümekten, yazın Rize’ de çay toplamaktan koca birer küreğe döndüler...Eee şimdi de bütün işim ellerimle...iğne yapmaktan, doğum yaptırmaktan,bu bağ ve bahçe işlerine varana kadar her şey bu iki ele bakıyor. Baktım ki senin ellerin de becerikli. O sac levhalara, demirlere bir bir şekil verirken izliyorum seni her haftasonu. Bir sanatkârın eseriyle uğraştığı gibi kendinden geçercesine yapıyorsun işini. Ben de öyleyimdir. Yaptığım her işi ciddiye alırım. Ama son bir kaç haftadır kaytardığını kendini veremediğini görüyorum.
senin yüzünden’
’aaaa ne diyorsun anlamadım?’
’Anlamayacak ne var. İşi ne kadar savsaklarsam o kadar çok senin yaşadığın kasabada olurum.’
’Burada benimle olmak istiyor musun gerçekten ’
’Hiçbir şeyi bu kadar çok istemiyorum’
’O halde gel iste beni’
’Kimden’
’Ağabeyimden’
’Ağabeyin nerede?’
’Karsdaaa’
....
Babamdan kalma bir atölyede, yedi göbek dededen miras zanaatımız olan demir rölyef, demir kaplama, sac oyma işi yapıyordum. Anamı bana doğum yaparken kaybetmişiz hiç tanımadım. Babam ise aynı işi yıllardır yapa yapa ciğerlerine doldurduğu demir tozundan paslanmış kalbini, birde birini söndürmeden digara dumanları puslandırınca kalbi onu iki yıl önce terk etmiş beni tek başıma bırakmıştı. Ne kardeş var yanıma alacak, ne ana ne de baba. Çaresiz arabulucumuz yaşlı teyze ile villanın sahibi babam yaşındaki oğlunu alıp Kars yollarına düştük. Sağolsunlar bana hem ana hem baba oldular. Kucaklarına ve bavullarına doldurdukları yığınlarca hediyelik eşyaları havaalanından geçirirken çok zorlandık. Hemşirenin okuttuğu kardeşlerinden yakın akrabalarına kadar çeşit çeşit hediyelerin yanında Bursa’nın meşhur kestane şekeri, Yenicenin yöresel tadları sinor, salça, patlıcanlı- köz biberli sos.Daha ne diyeyim size. Ne yalan söyliyeyim, kabin memurları bizi uçaktan atacak da bu kız isteme işi yatacak diye ödüm koptu.Kars sokaklarının kaldırımsız dar yollarını taksiyle geçerken karşılaştığımız her çukur, zaten yağmurlu havadan dolayı kayıp duruveren tekerlekleri patlatacak da biraz daha uzayacak bu isteme işi diye ödüm koptu.’Ne Kars’mış be ya’dedi villa sahibi. Kışın karı, yazın yağmuru bitmez diyordu kiracı doğruymuş gerçekten. Eski rus yapımı görkemli bir kaç binanın uzandığı sokağı, hayran hayran bakarak geçtik.
Yol boyunca kurduğum hayaller, sevgilinin büyüdüğü sokaklarla ilgiliydi.
Acaba hangi sokaktaki evin bir adam boyunu geçen karla kaplı yolunu, kardeşleri okula rahat gidebilsin diye gün ışımadan kalkıp naylon torba geçirdiği elleri ile tüm karları kan ter içinde kala kala ana caddeye kadar getirmişti.Geçtiğimiz cadde ile dar sokaklardaki evlerin mesafesini tahmini göz ucuyla hesaplıyordum. 13-14 yaşlarındaki bir kız çocuğunun evin hem annesi hem babası olması çocuk yaşta hiç top oynamayıp, ip atlayamaması içimi acıtıyordu. Nasibime narince okşayabileceğim, pamuk gibi ince uzun parmaklı bembeyaz bir el düşmemişti ama pırlanta gibi bir kalp düşmüştü. Kendisinden büyük bir abiden başka dört küçük erkek kardeşi daha vardı. Çiftçilik ve hayvancılıkla uğraşan abisi dışında herkes okumuştu.Ablaları hemşire olduktan sonra rahat bir nefes almışlardı çocuklar. Yatılı devlet okullarında okuya okuya her biri devletin çok güzel kademelerinde meslek sahibi olmuşlar.Kimi avukat, kimi doktor, kimi öğretmen idi. Kendilerini kurtarmışlardı. Şimdi vefa gösterme sırası onlarda idi. Kars’ın Selim ilçesinin en ücra yerindeki çamur yollu çıkmsokağın bitimindekiDerme çatma tahta kapının sürgüsü daha taksi evin önüne gelmeden açıldı. Çoluk çocuk, konu komşu, abi kardeş, yeğen, bir yığın insan bir bayram yerini andırırcasına doluşmuştu avluya.Sanki tüm ev halkı, hatta tüm mahalle bu mürüvetli günü yıllardır dört gözle bekliyor gibiydiler. Öyle ya Karslı Hemşirenin eli değmedik kim kalmıştı ki?! O ki bir aylık senelik iznini bile memleketinin bu küçük yerleşim yerinde geçirir, küçük büyük, zengin fakir ayırt etmeksizin ilaçtan, iğneye, doğumdan hastaneye, oradan tarlalara kadar herkesin her müşkülüne koşardı. Minneti vardı bu insanlara. Çocuk yaşta öksüz kalıp babası da başka biri ile evlenip onları terkedince konu komşunun getirdiği bir kap yemeğin yolunu gozlemislerdi işte bu avluda. Değil mi ki komşular daha onlar çocukken tüm kardeşlerine sahip çıkmışlardı. Ölene kadar minnet borçlu idi onlara. Bu mutlu gününde de yalnız bırakmamışlardi onu. Kalabalık pür neşe bir telaş içindeydi. Bizimkiler kucaklarını dolduran hediyelerle girdiler avluya. Benim kalbim güm güm. Üzüm gözlümün üzerinde eteklerindeki mor üzüm salkımlı açık yeşil yaprak ve dallarla bezenmiş deseni suyolu devam eden bir mor elbise. Mor ve sarımsı yeşilin bir insana bu kadar yakıştığına ilk kez şahit oluyordum. Elimdeki sarı altın yaldızlı çikolata kutusu da mor şık bir kurdela ile bağlı idi. Özellikle sıkı sıkıya tembih etmişti bana. Moru çok sevdiğini. Alışılagelmişin yapılanın aksine nişanında da düğününde de kırmızı hiç bir nesne görmek istemediğini her fırsatta söylemişti.Nişan tepsisinin süslemesinden kesilecek kurdelaya hatta gelenekselleşen gelinlik üzerindeki kardeş kuşağına kadar mor renk olacaktı. Hastanede kan kırmızısı görmekten bıktığını mümkünse gelirken getireceksem eğer bir demek çiçek onun da morlu bir buket olmasını tercih etmemin isabetli olacağını villa sahibinin yaşlı annesinin kulağına inceden bir hatırlatmayla fısıldayıvermisti. Hoşgeldiniz,hoşbulduk ve hal hatır sorma merasimlerinden sonra avluya kurulan sofralarda neler neler yoktu ki. Hayatımda görmediğim izzeti ikramı, güler yüzü, samimiyeti burada görüyordum. Almanya’ nin nazik görünümunün ardındamaskeledikleri sert ve soğuk mizaçlı insanları ile yıllarını geçiren ev sahibimiz ve yaşlı anneleri de hallerinden oldukça memnun idiler. Ikramin biri geliyor biri gidiyordu. Lokum gibi pişmiş kuzu etiyle sapsarı piti iştahımızı kabartıyordu. Höre çorbası ile açılışı yaptığımız sofrada Hangel ve feselliyiilk kez yiyorduk. Meşhur Kars Kazı kapama pilav tepeleme sofranın ortasında yerini almıştı. Adını ilk kez duyduğumuz envai çeşit yiyeceklerin hangi birini yiyeceğimizi şaşırmıştık . Başımızın üstünden boşalıp, dolup geçen sahanların tabakların adedi yıldızlar kadardı sanki. Mor bir gecede beyaz porselenlerle bakır sahanlara yansıyan sevgilinin yüzü,başımın üstünde ayın ondördü gibi parlıyordu. Onca insan içinde kaçamak bir kaç bakışa maruz kalan ben, her defasında başını öne eğen o.
Çareyi gecenin aydınlığında sahanlara yansıyan ay yüzü takipte buldum. Haşılı, Umaç helvasını, Hasuda’yı tatmaya fırsat bile olmadı.
Kız isteme ve söz merasimi ne zaman oldu ne zaman bitti hatırlamıyorum bile. Uyumak için altımıza serdikleri yumuşacık yün döşekdeki mor çicekli yastık kılıflarının kokusu gece sazlı sözlü eğlence boyunca ellerini bırakmayarak dans ettiğim, oynadığım üzüm gözlümün kokusuyla aynıydı. Tanışalı henüz dört ay olmuştu. Üstelik ilk iki ayı hiç konuşmadan geçmişti. Bu kadar kısa sürede birbirimize yıllardır tanıyor gibi bağlanmıştık. Gece boyunca gözlerimi ondan alamamıştım. Uzun iri parmaklarımla yarışan elleri tahmin ettiğimin aksine yumuşacıktı. Kalbi gibi, kendi gibi yumuşacık. Merhametle şevkat arası bakışlarında öyle bir anaçlık vardı ki hiç görmediğim anamın sinesine yaslar gibi yaslasam başımı beni kesin anam gibi sarar, onun gibi koklardı.
Ne güzel yakışmıştık birbirimize. Kulağımıza eğilip eğilip bir çırpıda söylenen sözler bizi bin kat daha mesut ediyordu.
’ ne kadar tatlısınız’
’ne güzel yakıştınız’
’ Allah bir yastıkta kocatsın’
’Maşallah, sübhanallah ’
Sözlerinin biri gidiyor biri geliyordu.
....
Biz çok yakışmıştık birbirimize...derken cebinden çıkardığı mor mendille gözlerini sildi.
18 yıl göz açıp kapayıncaya kadar geçti. Ben hep demir işi yaptım, o bağ bahçe, ev ve hastane arasında uğraşıp durdu. Bir tanecik oğlumuz oldu. Biliyorum o büyüdükçe sevdicegimin de yükü artıyordu. Ama elden ne gelir ki.Ben atölyeyi büyütmüş, tasarım demir kapılar, şomine dizaynı, tasarım masalar yapıyordum. Antikacılarin, sanat atolyelerinin ihtiyacı olan cinsten; çekmeceli, raflı,berjerli masalar ... neredeyse her hafta başka bir şehirden sipariş alıyordum. Durdurak bilmeden çalışıyordum. Ne yapayım ki ben? Başka bir şey öğrenmedim. Dededen beri bunu bildim bunu belledim. Evliliğimizin üzerinden neredeyse 19 yıl geçiyordu. Üzüm gözlümün serzenişleri de gün geçtikçe artıyordu. Hele oğlan da üniversiteli olunca neredeyse hergün ağız dalaşı yapar hale gelmiştik. Başta da söyledim ya...daha kapıdan girer girmez offf, pufff demeye başlıyordu. Bıkmış bu demir tozu kokusundan, başka yapacak iş çokmuş da ben bir halttan anlamıyor muşum. Huzur bulduğum evimde bir garip rüzgar esiyordu ama bir türlü ne olduğunu bulamıyordum. Sessizce girdiğim evden ceketimi alıp sessizce çıkıyordum. Onların uyuduğu zaman eve parmaklarımın ucunda girip kıvrılıyordum yatağın köşesine.
En son tartişmamızı bir haftasonu oğlum üniversiteden tatile gelince yaptık.
....
Demir tozu gözlerimi kan çanağına döndürse de yaptığım işe çıplak gözle bakmak işime olan saygımı artırıyordu. Toz sadece gözlerime değil üstüme, nefesime, saç diplerime kadar işliyordu. Önceleri hiç şikayeti yoktu oysa, ne olduysa oldu yıllar sonra birden peydah oldu yüreğimi paramparça eden sözleri. Üstelik tek kişi değillerdi artık. Yanına üniversiteye yeni başlamış oğlumu da alır, her gün her akşam ben kapıdan girer girmez günlük serenatlarına başlarlardı.
Üfff leş gibi demir kokuyorsun?Çabuk çabuk banyoya...başka iş yokmuş gibi hergün hergün aynı eziyeti biz niye çekiyoruz anlamıyorum ki.
İşini değiştir, yeter artık baba annem haklı...
Ne yapabilirdim ki bu yaştan sonra...
Elimden ne gelirdi ki...
....
....
Ve bir gün aldı oğlunu gitti... üç yıl oldu...Hâlâ ağlıyorum...
....
...
Açıp gösteriyor yaptığı yağlıboya tablolarını.
Onlar gittiktensonra devrettim atölyeyi. Tası tarağı toplayıp Antalya’da küçük bir sahil kasabasına yerleştim. Meğer elimden çok iş gelirmiş. Konu komşunun tamir tadilat işine koşarım. Ondokuz yılda üzüm gözlümden gördüğüm kadarıyla kırık çıkık işleri de benden sorulur oldu bu kasabada. Bak bu tabloları ben yaptım.Ta İsveç’lerden, İngiltere’ lerden müşterilerim, kursiyerlerim var. Beni Antalya’da fötürlü ressam diye tanırlar. Bak o üzüm gözlü bu resimleri yaptığımı görsün başka bir şey istemem hayatta. Meğer o benim içimdekini benden önce kesfetmiş de ben çok geç anlamışım. İkinci hayatımda resim yapmak benim için vazgeçilmez bir tutku. Bir de üzüm gözlüm gibi aman dileyen herkesin yardımına koşmak ...
Derken bahçeli evinin tahta kapısına asılı muz torbası ile eşiğe konulmuş bir kasa çileği eğilip alıyor. Sabah sigortaları atan yan komşunun elektrik sayacıni tamir etmistim, ondandır, bu poşette manavın oğlu su topu oynarken parmağını incitmiş onu sarıverdiydim kesin o göndermiştir. Burda para kazanmaya da hacet yok harcamaya da, diyor sessizce giriyor evine...
Avludan çıkarken bir şey dikkatimi çekiyor. Evin bakır küfünü andıran yaprak motifli demir kapısının önüne yerleştirilen demir sundurmalardan mor renkli mis gibi üzüm salkımları sarkıyor.
Üç yılda bunlar yetişemeyeceğine göre anlaşılan Bursadaki tüm servet bu mor salkımlı küçük avlulu eve yatırılmış. Belli ki İkinci hayat burada kurulmuş .
Kimse gerçek adını bilmiyor. Herkes fötürlü ressam olarak tanıyor onu.
İkinci hayatında da ilk aşkının izlerini taşıyor hâlâ unutamamış belli ki...
----SON ----
Ülkü KARA
2018
Bursa
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.