- 846 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YOKLUĞUN ÖLÜM GİBİ SOĞUK
YOKLUĞUN ÖLÜM GİBİ SOĞUK
Ülkesi yoktur sevgilerin, özlem dilli bedenler; “mutluluğun iksirini” içmiş, ikinci baharın nehri taşmış, kentimin mevsimleri ışıldamış, bahçemin gülleri açmış, sabahın kutsal rengini görmüş titrek bakışlar. Uçsuz bucaksız diyarlarda, senli, benli hayaller kursam, cennetin kapısında nöbetler tutsam, yanıma gelir miydin?
Kanatlarım kırıldı desem, yürüdüğüm; izsiz, adsız yolun sonunda, “gözlerim görmez, kulaklarım duymaz” oldu desem yine de, beni sever miydin?
Soğuğun buzu bedenleri titretirken, güneşin sıcağı canları yakarken, hiç düşünmeden, bana doğru koşar mıydın?
Seni hayat gibi içime çekiyorum, hiç kirlenmemiş köşemde saklıyorum; sıkı sıkı sarıp, sarmalıyorum, aşk kokulu dudaklarında kayboluyorum, bakışlarına asılı kalıyor gülüşlerim, sen gülümserken, gözlerinin içinde büyüyerek çoğalıyorum... Şimdi yanına gelsem, sana desem ki; son günlerimi yaşıyorum, nefesimin son saatlerini soluyorum, “vakit tamam desem,” üzülür müydün?
Biliyorum!
Hep kızardım sana, küstürürdüm seni, çaresizlikten boyun eğerdim zamana, içimdeki hüznü damla damla akıtırdım, yokluğunun uçurumlarına atardım kendimi, gelip beni bulur muydun?
Hiç uzaklara gitmeden, çok uğraşlar vermeden; yolların taşra hanelerinden geçip, kulaklarda yalnızlığın çığlıkları yankılanırken, yüreği zengin insanlara değiyordu her nesnesi, hasrete konuşlanıyordu ellerin yorgunlukları, baharın gücü cennetin anahtarını açarken, hayatın “sahici merhabalarına” yer açıyordu.
Kim bilir hangi mevsimde, hangi kızgın şarabın gecesinde, dudakların büyülü merhametinde, içimdeki seni kocamanlaştırıyordum? Çamura saplanmış, rutubetli bedenimle yürürken, almış gitmiş beni ıssız sokaklar, gerçek hayatın izini bırakmış gitmiş haneme. “Bu gece anladım ki, giden zaman, masallı öykülerle, yaralı yürekleri kaleme alarak, zamanı delmiş, geçmişi yerle bir etmiş.”
“Sen ağlarken, her zerrenle derinliklerime aktın, benim memleketim oldun, bilesin.”
Bir pazar sabahı, roman gibi çıktın karşıma, sen umut oldun; bilmeceli yaşantıma, ben artık, ağlamak değil, gülmek istiyorum, içim kıpır kıpır olup seni düşlemek istiyorum, ruhuma, dokularıma yapışık geçmişi çok uzaklara fırlatarak, “seni sevmek” istiyorum.
Ne olur, aç kollarını çok üşüdü yüreğim; tıpkı kar tanesi, pamuk gibiydi gülüşlerin, adı konmamış yalnızlıklarda kokladım “lüle lüle” saçlarını. Hiç olmadığı kadar güzeldin, içimi derinden etkiledin... Sana dost elimi uzattım, olmadı!
Seni düşündüm, gün aymadı! Sana küsünce, “güneş bile” doğmadı!
Hadi! Şimdi gel, gir kanıma, enjekte et sevgini; sal kendini ruhuma, ellerimden tutup, saatlerce tenime sığın! Aşkın yeri yoktur, iki kalbi vardır; can kokulu, sevda gözlü, inci sözlü, her bedeni ısıtır kelimesi tıpkı gerçek sevginin kanı gibi.
Biliyor musun?
İçimden göç etmişti sevda mevsimleri, gözlerim acıyla bakarken, göremiyordum, ağıtlı türküler söylenen içimi susturamıyordum! O an, sen yüreğime değdin, bana can verdin! “Yokluğun harabe, yokluğun ölüm gibi sessiz ve soğuk.” Geçtiğin yollar, denizler, ırmaklar, silemez bu koca hasreti. Özlemlerim delicesine üşüyor, sabahlarım kararıyor; dizlerim tutmuyor, yüzüm gülmüyor, yüreğime kramplar girmiş, boğazım düğümlenmiş yutkunamıyorum!
Yaşanacak onca güzellikler varken, boşu boşuna zamanlar çürüttük, mesafeler boynumuzu büktü, avcumuzdaki zamanları elimizden uçurduk. Ve biz hayatı, sevgiyi, sevdayı kucaklamayı beceremedik!
İstersen şimdi “çık git” dünyamdan, hiç bir limana uğramadan, öylece savunmasızca bırakıp git beni.
Unutma sakın!
Sevgimle bezemiştim ceylan bakışlarını, her gelişimde, gitgide sana daha da yakınlaştım! Bir yudum su gibi muhtaç kaldım sana, sevgin yoksa, hadi durmadan çek git! “Zaman sonra, sebepsizce terk etmeden beni,” şimdiden ölümün acısını bedenime sardırarak, acının rengini içir bana! Hadi, durma! Terk et beni!
Mehmet Öksüz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.