BİR PATLICAN MESELESİ 1
İçki şişede asla, durduğu gibi durmaz,
Ondan azılı düşman, yuva yıkan da olmaz.Ülkü Kara
Başımda dönen bıçağın ışıltısı gözlerimi kamaştırıyordu...kendime geldiğimde hatirladığım tek şey bu korkunç ışıltı idi. Zira o gece her yer zifiri karanlıktı.
Çocuktum... doya doya ip atladığımız, saklambaç oynadığımız, yosunlu taşların üzerinde tükürük kınası yaparak geçırdigimiz bir günün daha sonuna gelmiştik. Annemiz akşam yemeği için çağırmasa eve gireceğimiz yok.Bir telaşla eve koşuyorum. Ellerimdeki yosun bulamacı kınaları yıkamak bahanesi ile lavaboya geçmistim ki kapı zili çaldı. Geri döndüm.
Ayrık otlarından biri gelmişti.
Ne zamandır merak ediyordum.
Aaaa ayrık otu gelmiş dedim çocuk aklımla.
Annem kaşlarını çatarak ’ sus’ işareti yaptı.
Ellerimi yıkamayı unutmuştum. Babannem ve ben daha yakındık kapıya. Komşu köylümüz Şerik Abla kapıdaydı.
Hava ilkbaharın ilk akşamları, sert biraz. Kollarını kavuşturmuş göğsünün üstüne. Omuzlarından ince krem rengi bluzunun üzerine düşmüş rengarenk çiçekli tülbent oyası giydiği kloş etekle birebir uyumlu renkte. Gözlerimi alıyor renklerin güzelliği. Güzel kadın Şerik Abla. Ablak bembeyaz yüzlü. Şehirde yaşamış. Babası emekli olunca köyümüze dönmüşler. Şehirli kız ne de olsa pek ayak uyduramamış köy hayatına. Kasabalı ilk görücüsü ile evlenmiş. Çok geçmemiş mahallemize yerleşmişler. Bizim köyden yeni gelin gelir de sahip çıkılmaz mı hiç. Aile dostu olmuşuz. Kocası; Süleyman:
’bir siz varsınız güvenebileceğim ’der neredeyse her gün bize bırakır öyle gider işine.
Çok kıskançmış. Gündüz ya kapıyı kilitleyip, perdeleri kapatıp evde oturacak ya da bize gelecek başka çaresi yokmuş. Bütün bunları hem elişi öğrenmek maksadı hem de bizimle kalan teyzeme
yarenlik yapması için bize geldiğinde kendi ağzından duyuyorum. Her seferinde yanlarına sessizce ilişiyor iki genç kadının muhabbetine kukak kabartıyordum . Evde hapis kalmaktansa bizde olmak nefes almaktır onun için. Neredeyse hergün bizde kalan nişanlı teyzemin yanına gelir.Ona türlü türlü çeyizler işlemeyi öğretir. Etamin nakışından kanaviçeye, iğneoyalarından, dantellere kadar bilmediği yoktur. Onların ilginç muhabbetlerine kulak kabartmak, yarım yamalak anladıklarımı olur olmaz yerlerde pat diye söyleyivermekten dolayı az azar işitmedim annemden.
- Süleyman gelmiycek bu akşam. Korkuyorum tek başıma. Kızların birini yanıma verseniz bizde kalsa bu akşam, hem ses olur yanımda diyor.
Atlıyorum hemen önüne.
-Ben kalırım, ben gideyim ne olur anne, ben gideyim.
Annemin cevap vermesine firsat vermeden tutuyor kolumu babaannem.
’ Iyi hadi sen git o zaman.’
Annem;
’Çocuk aç’ diyor.
Akşam yemeği yiyecektik.
’Orda yemek mi yok canım’ diyor kestirip atıyor babaannem.
Şerik Abla:
- Ben o ne isterse onu yaparım, diyor.
Bizim evde istisnasız her akşam pişen tarhana çorbası aklıma geldikçe gitme iştahım daha da kabarıyor. Babannemden de aldığım cesaretle firlıyorum eşikten merdivene. Bir çırpıda giyiyorum şipidak terliklerimi.
Ben önde Şerik Abla arkada topu topu üç yüz metrelik mesafedeki evin toprak yolunu yürüyoruz. Bizim evde nasıl bir kıyamet kopuyor bilmiyoruz. Benim aklımda ne yiyeceğimden çok yeni gelin evinin cicili bicili eşyaları. O zamanların gelinlerinin olmazsa olmazı yaslanma yerlerinde üç bölmeli gözü olan tahta sedir görünümlü kanepeler.Onlardan var pencere kenarında. Kahverengi kadife kumaşın üzerine turunculu yeşilli çiçeklerin yer yer koyu mavi minik puanlarla bezendiği bir kanepe. Kumaşının dokusu kaplumbağa sırtından ilham almış gibi tümsekli.Yukarıda kalan kısımda mavi puanlar, oval oyuk kısımlarda hâki yeşil yapraklar üstüne yansıyan akşam güneşi öyle muhteşem helezonlar yaparak oynuyor, arasindaki turuncu güllere uyumlu minik kırlentler sanki cennet bahçesinde şahı ağırlamak için hazırlanmış gibi duruyordu. Günesliğindeki bej rengi; kalın,sentetik kumaş üzerine hâki yeşil yapraklar Şah’ ın yüzünü serinleten devasa bir yelpaze gibi bir açılıyor bir kapanıyordu. Girer girmez atıyorum üstüne kendimi. Çok geçmiyor uyarıyor Şerik Abla beni:
’Kalk ellerini yüzünü yıka önce.’
Gidiyorum lavabo denilen yere.
Off ne kadar dar burası.Üstelik boyumda yetişmiyor aynaya. Ojeli tırnakları olan el biçimindeki sabunluktan aldığım sabunu elimden kaydırmamaya çalışarak yıkıyorum ellerimi. Döndüğümde sert bir kayaya çarpar gibi karşımda dikildiğini görüyorum.
’Aaa yüzünü yıkamamışsın, hadi dön yüzünü de yıka’diyor. Istemsizce dönüyorum, bir taraftan da;
Ama havlu yoktu.
’Tamam ben getiriyorum , sen güzelce yika yüzünü...
...
O gece....
Gözlerimdeki yaşı sadece Allah bildi.
Ne gece dinlendi ne beni dinlendirdi.
Bir tedirginlik beşiğinde dönüyordu dünya benim ıçin... oysa ne kadar da kaygısız oynuyordu insanlar
Sanırsınız ki bitmek tükenmek bilmez bir cümbüş var. Sadece cümbüş olsa iyi.. Bir sürek avına çıkılmıştı da sanki mahallemizdeki tüm ayrık otlarını kökünden koparmaya niyetlenmişti herkes...Peşpeşe namluya sürülen mermilerin pusatları alev saçarken yer gök inliyor sicim gibi yağıyordu adeta tepemde. Korkudan faltaşına dönmüş gözlerim miydi beni yakan, yoksa yağmur yerine yağan gözyaşlarım mıydı?
Kim reva görebilirdi ki henüz eli kalem tutamayacak kadar küçük bir çocuğa bunu... Henüz sökmüştü okumayı. İlkokul birinci sınıfın ikinci dönemi idi. Kucak dolusu kitapların rengarenk sayfalarında hiç bu kadar zifiri karanlıkta kalmamıştı. Ta o zamanlardan belliydi hayalperest oluşu.
Gündüzün fırtına öncesi sessizliği
Gecenin kulak patlatan silah seslerine bırakıyor yerini ..
Herkes kendi derdinde...
Meğer düğün varmış mahallede...
Düğünün cümbuşünu delen silah sesleri...sanki yüreğimi delip geçiyor...
Mahallenin en azılı köpeği bile uyuzlaşmış sinmiş inine, nefesi geliyor...
Pusuda sanıyorum onu da
O gece tüm acımasız nesneler bana karşı savaş açmış besbelli...en başta zifiri karanlık gece...ikincisi telaştan giymeyi unuttuğum terlikler
Her an sanki bir şey olacakmışcasına tedirginim.
Gün doğmamisti daha..evimizin kapı eşiğindeki tertemiz havayı ciğerlerime konuk ederken ki rahatligimi dünyalara değişmem..saldim tüm gözyaşlarımı ....kalbimin ritminin zaman ayari bozulmuşdu.Tahta kapıya bir kaç kez inen cılız yumruklarım tüm ferimi kesti. Annemin karşımda belirmesiyle kollarına kendimi bıraktım...son söylediğim söz;
- Şerikgil kavga ediyor, Suleymanin elinde bıçak var...
Bayılmişım.
Caddelere kar beynime ateş yağıyordu.
....
Devamı sonra....
YORUMLAR
Tasvir,akış ve benzetmeler harika fakat olaylar zincirinde kopukluklar var. Bir halden bir hale geçer gibi devam ediyor yazı demin okuduğum yazınızda da aynı his hakimdi bana
Nasıl izah edeceğimi de bilmiyorum.Sanki ÜÇ ayrı olayı okumuş aralarındaki bağı kuramamış gibiyim. Dilerim daha yetkin bir okurunuz olur ve sizi bu konuda ikaz eder.
Ben kendime yazıda ne eksik sorusunu sorduğumda Kesinlikle "yazarın kendisi" cevabını alıyorum. Olayın kahramanı sizsiniz oysa.
İzah edemediğimi hissediyor sizin anlamanızı diliyorum. :)