- 745 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
NAZIM HİKMET'İN AŞK ANLAYIŞI
Nazım Hikmet, Bursa Cezaevinden yazdığı mektuplarda aşk hakkındaki düşüncelerini şöyle anlatıyor::
...........................
’’...Mesela ben 45 yaşımı bitirdim. Ama her gün bira daha aşık oluyorum. Karımdan, sanattan, tabiattan, insanlardan,idealimden tut da kanaryama kadar her şeye dolu dizgin aşık oluyorum. Ve çok şükür aşığım. Bu aşk mistik manadafilan değil. Platonik aşk değil. Her birine ayrı atrı pratik tezahürleriyle faal bir aşk...Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarla insana, bir tek ağaca, bütün ormana, tek bir düşünceye, fikre, birçok düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak yaşamak değildir.’’!
Şiirlerine kök salmış sürekli izdivacı Piraye Hanım iledir. 22 eylül 1945’te ona şu dizelerle seslenir:
’’Kitap okurum...içinde sen varsın...Şarkı dinlerim:...İçinde sen varsın...Oturdum ekmeğimi yerim:...Karşımda sen oturursun...Çalışırım:...Karşımda sen...Sen ki, her yerde’’Hazıra nazır’’ ımsın...Konuşamayız seninle...duyamayız sesini birbirimizin:...
Sen benim sekiz yıllık dul karımsın’’
Meşhur şiirlerinin birinde. ’’Çamlıca’da bir köşkte’’ oturduğundan bahsettiği yine karısı Piraye Hanımdır. Altunizade semtine ismini veren aileye mensuptur. İlk kocası, sanat aleminde tanınmış Vedat Örfi’ydi. Eleştirmen Memed Fuad,böylelikle Nazım Hikmet’in çok sevdiği üvey oğlu olmuştur. Müşterek bir evlatları doğmadı.
Nazım Hikmet, 1950’de Piraye hanımdan ayrıldı. Bu evlilik aşağı yukarı 20 yıl sürmüştü ama,Nazım Hikmet, bu sürenin 13 yılını hapishanelerde geçirmişti.
Gençliğinden sevdiği ve dayısının kızı, ismi gibi Münevver olan Münevver Andaç, şair hapishanedeyken onunla çok ilgilendi. Büyük şefkat gösterdi. Gönül tahtını da böylece işgal etti.
Araya yıllar, mesafeler ve başka kadınlar girmesine rağmen, yüksek ruhlu Münevver Andaç, şairin ardından çocuğunu götürdü Arkadaşlıkları öylesine devam etti ki, ayrılmalarından sonra da Fransızca’ya kitaplarının tercümesi Münevver Andaç tarafından yapılmıştır.
Nazım Hikmet, Münevver’e pek çok şiir yazdı. İşte hapishaneden ona yazıp gönderdiği şiirden bir bölüm:
Sende ben, Kutba giden bir geminin sergüzeştini
sende ben kumarbaz macerasını keşiflerin
sende uzaklığı
sende ben imkansızlığı seviyorum
Şair karısı münevverin gönderdiği bir mektubu da şiirleştirmişti:
Canım,
Uzandığım yerde yazıyorum.
Yorgunum pek.
Aynada yüzümü gördüm, adeta yeşil.
Havalar soğuk, yaz gelmeyecek.
Haftada otuz liralık odun lazım,
başa çıkılır gibi değil.
Sofada demin iş görürken,
battaniyemi aldım sırtıma.
Camlar çerçeveler kırık, kapılar
kapanmıyor,
burda barınmamız imkansız artık,
taşınmalı!
Ev yıkılacak üstümüze.
Kiralarsa pahalımı pahalı.
Sana bunları ne diye anlatırım?
Üzüleceksin.
Derdimi kime dökeyim?
Kusura bakma.
Isınsa, iyice ısınsa ortalık ama,
Hele geceler.
Bıktım usandım üşümekten.
Rüyalarımda Afrika`ya gidiyorum.
Cezayir`deydim bir sefer.
Sıcaktı.
Alnımı bir kurşun deldi,
bütün kanım aktı,
ama ölmedim.
Bana bir hal geldi.
Çok ihtiyarladığımı hissediyorum.
Halbuki biliyorsun,
henüz kırkıma basmadım.
Çok ihtiyarladığımı hissediyorum,
söylüyorumda,
söyleyince kızıyorlar,
konferans dinliyorum herkesden.
Her neyse bu bahsi kapat.
Paraguay halk türkülerini çaldı radyo.
Bunlar dikenli bir yaprağın üzerine
aşkla, güneşle, insan teriyle yazılmış.
Acıda, umutluda...
Bayıldım Paraguay türkülerine.
Adviye`den mektup aldım.
Beni çok göresi gelmiş,
Hiç unutamıyormuş....
Şaştımda kaldım.
Yıllardır,
Sen memleketten gittin gideli,
ne kapımı çaldı,
ne bir haber yolladı hatta.
Hatta sokakta karşılaştık.
Bir bayram sabahı,
başını çevirip geçti.
En yakın arkadaştık!
Ama arkadaşlık ağaca benzer,
kurudumu,
yeşermez artık.
Ben cevap yazmadım.
Neye yarar?
Evime bile gelse şimdi,
söyleyecek lakırdım yok.
Düşmanlığımda yok elbet.
Otursun güle güle,
zengin bir koca bulmuş
hastalıklı bir şeymiş adam
manyağın biri.
Halbuki Adviye ne canlı kadındır.
Gidip baktım oğlumuza,
Pembe, kumral, uyuyor mışıl mışıl.
Yorganı açılmış, örttüm.
Bir kara haberde verdi bu akşam radyo;
İren Jolio Küri ölmüş.
Yıllar var
bir kitap okudumdu
ölenin anısı üstüne yazılmış.
Bir yerinde iki kız çocuğundan bahseder.
-Satırlar gözümün önüne geldi-
Sarışın iki Yunan heykeli gibi der.
İşte bu çocuklardan biri öldü.
Bilmem ki nasıl anlatsam,
büyük bilgin, büyük adam,
ama şimdi lösemiden ölen
O sarışın kız çocuğuda.
Bu ölüm bana çok dokundu.
İren Jolio Küri için
ağladım bu akşam.
Ne tuhaf,
İren deselerdi, İren
öldüğün zaman
deselerdi,
İstanbul`lu bir kadın
hemde hiç tanımadığın,
ağlayacak arkandan, deselerdi
şaşardı.
Kocası geldi aklıma,
bir mektup yazsam,
başsağlığı dilesem
diye düşündüm.
Adresini bilmiyorum ama
Paris, Frederik Jolio Küri desem
gidermiydi?
Birde Fransız yazarı öldü.
Gazetede okudum.
Adını bile duymamışsındır.
Çok ihtiyardı zaten,
üstelikte egoist,
sinik,
cenabet herifin biri.
Herşeyle alay etmiş ömrü boyunca.
Hiçbir şeyi, hiç kimseyi sevmemiş,
bir köpeklerle kedileri,
ama yalnız kendininkileri.
Mülakat vermiş ölmeden bir kaç gün önce.
Ölümü alaya alıyor aklınca.
Ama belli dehşetlide korkuyor.
Resmide var.
büyükannemizi erkek yap,
tepesine bir takke koy,
işte herif.
Korkunç bir yalnızlık içinde
sıska bir ihtiyar.
O`nada acıdım
Belki büyükannemize benzediğinden,
belkide yalnızlığına.
Acıdım.
Aynı acıma değil elbet.
Acıyorsun İren Küri`ye,
çocuklarını düşünüyorsun, kocasını,
ama daha çok dünyaya acıyorsun,
büyük bir insan öldü diye.
Sana bir müjdem var;
Okumayı öğreniyor tembel oğlun.
Epeyi söktü kerata;
Tut, koş, kitap, kalem, çanta....
Mükemmel değilmi?
Her harfi birşeye benzetiyor;
A bir evmiş,
B göbekli bir adam,
T bir keser.
Ödüm kopuyor tembel olacak diye.
Hep O`na iş yaptırmak istiyorum.
Kız olsaydı kolaydı.
Kadınların her yaşta
her iş gelir elinden.
Ama beş yaşında bir oğlan,
ne becerebilir?
Ah bir ısınsa havalar...
Isınacak.
Uzadıkça uzadı mektubum.
Kendine iyi bak,
bana hemen cevap ver.
Beni unutma.
Bana hemen cevap ver,
akıllıdır Münevver,
nasıl olsa ne yapıp eder,
falan filan diye kendini avutma.
Sensiz perişanım,
beni unutma.
Kendine iyi bak.
Gözlerinden öperim canım.
Güzel geceler.
Kendine iyi bak.
Bana hemen cevap ver,
dertlerimi aklında tutma,
unut.
Beni unutma...
Memleketten ayrıldıktan sonra, Türkiye’yi, çocuğunu ve kadınını acı bir hasret karışımı haline getirerek bir çok şiirler yazmıştır. İşte Yılbaşı adlı o güzel şiiri:
Yağdı bütün gece kar
Yıldızlarla aydınlanarak
Bir şehir bir sokak bir ev var
Ahşap bir ev uzakmı uzak
Yatıyor minderde bir çocuk
Benim oğlan sarışın tombul
Misafir yoktu kimse yoktu
Pencereden fakir istanbul
Öttü acı acı düdükler
Hapislik gibidir yalnızlık
Kapadı kitabı münevver
Ağlıverdi yumuşacık
Bir şehir bir sokak bir ev var
Ahşap bir ev uzak mı uzak
Yağdı bütün gece kar
Yıldızlarla aydınlanarak
Nazım Hikmet, Türkiye’den ayrıldıktan uzun yıllar sonra ’’Vera’’isimli genç ve güzel bir kadınla evlenmişti. Nazım son karısını şöyle tarif ediyordu:
’’Saçları saman rengi..kirpikleri mavi.’’
YORUMLAR
:)
aşk olmazsa olmazı hayatın usta,
ne yapsaydı caiz diye kadına değil de
eften püften hergeleliklerle günümüz ve dünün dümbükleri gibi
adı olmayan kadınlardan ordu mu kursaydı.
şair o, vatan şairi, özgürlük şairi
ve bir ömrü harcayacak kadar hem de.
yerine yakıştıracakları birini bulsalar kendilerinden
lamına cimine bakmayacaklarından öyle de eminim:)
eyvallah.