- 753 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
591 - KALBİMDEKİ
Onur BİLGE
"Kalbimdeki,
Sana diyorum ya bakma... Ben de adam olamadım. Ne okuyabildim, ne de bir baltaya sap olabildim. Leyleğin ömrü lak lakla geçer. Yaza konuşa ömrün sonuna geldim. Herkese akıl sattım, akılsızca çıkmaz sokaklara saptım. Bu zamana kadar yolumu bulamadım.
Hırsızlık uğursuzluk yapmadım ama yeteri kadar hayata asılmadım. Evliliğimin ilk zamanlarındaki gibi çalışmaya devam etseydim, herkesin gıpta edeceği bir yerde olurdum. O zamanlar fabrikatör bacanağımla aşık atıyordum. Midilliydim, midilli olmasına ama yarış atıyla yarışa çıkacak kadar da hırslıydım. O, hayata şanslı başlamıştı. Fabrikatör oğluydu. Bense kenarda kıyıda kalmış bir dokumacı... Sonra baktım ki olmayacak, vazgeçtim. Iskalamaya başladım hayatı.
Neler kaybettim bu yüzden! Başta ailemi... İşimi aşımı... Çocuklarım gözümde tütüyor ama onlara da layık bir baba olamadığım için karşılarına çıkamıyorum. Benden utanmalarını istemediğim için uzak kalmayı tercih ediyorum. Onlar da benim gibi düşünüyor olmalılar ki annelerini tercih ettiler. Anne tarafının zenginliğine sırtlarını dayadılar. Okusunlar, paçalarını kurtarsınlar da tek orada kalsınlar.
En çok da kızımı özlüyorum. Çiçeğimi... Çiğdem’imi... Ciğerimi... O benim prensesimdi. İki şehzadem bir tarafa, o bir tarafaydı. Üçü bir tarafa, dünya bir tarafaydı. Çoktandır onların baba gibi babaları, benim de canımın parçaları yok. Anneleri mi? Bahsetmeye bile değmez. Yakında bulur birini. O aile onda olduktan sonra...
Oradan oraya göçtüm, Hacı Baba gibi. Her gittiğim yerde ayak işleri düştü şansıma. Bacaklarım uzun ya... Onun için ayaklarım yorulur da, sırayla dinlendiririm, tek ayak üstünde dura dura... Gagam uzadı milletim derdine uzata uzata. Boyum hep aynı ama boynum büküldü. Neye yarar uzunluğu, büküldükten sonra! Elim yok, kolum yok, neye yarar iki uzun bacakla gaga! Boyundan bana ne fayda!
Leyleğe sormuşlar: "Nereye gidiyorsun?" diye. Demiş ki: "Yuvam koktu da yuva aramaya..." Yuva kokunca durulmaz artık orada ama kokutan da başkaları değil ya... Senin yuvan da koktu, benim yuvam gibi... Öyle olacağı başından belliydi, eninde sonunda...
"Kimse kaderinden kaçamaz!" diyor Kaptan Mustafa. "Nereye gidersek gidelim, kaderimiz bizden evvel gidip kurulmuştur orada baş köşeye. Kalem yazmış bir kere, mürekkep kurumuş. Ne yapsak ne etsek, nafile!" "Amma da kadercisin abi ya!" diyorum. "Akıl var, mantık var. Olacak iş var, olmayacak iş var. Göz göre göre sen kendini at ateşe, sonra da "Kader!" de!" diyorum. "Biz Müslüman’ız! Kadere inanan insanlarız. İmanın şartı kaç?" diyor. Altıdır. Biliyorum. o kadar da cahil değilim ama her ne kadar inanmam gerekse de bu konuda tereddütlerim yok değil. Belki de onun için iman zafiyeti içindeyim.
"Kader, akıp giden bir nehirdir. Cümle mevcudat onun içinde, kontrolü Allah’ın elinde... Debisi artar, eksilmez, meyilli arazide... Sen de ben de yıldızlar da ay da çaresiziz, gücü karşısında. Aksi yöne kulaç atmak nafile. Yorgunluktan başka bir şey geçmez elimize. En iyisi mi Necmettin, kendini bırakacaksın, nereye sürüklerse oraya gideceksin. Boşuna debelenme!"
Âlem adam bu Kaptan Mustafa. Tek dert ortağım... Aklımı oynattığımın resmidir, o da olmasa! Anlattıklarını odun kafam almasa da zevkle dinlemek isteği var içimde. Bir başka biçimde tesiri altına almış ruhumu. Yoksa benim oradan oraya konup göçerken aradığım o mu?
Hani mürşit derlerdi eskiden. Yol gösteren kişiler... Rehber şahsiyetler... İstanbul’da adım başı türbeler... İçindekiler ne yapmışlar ne etmişler, nasıl bu kadar takdir edilmişler ve sevilmişler ki aradan yüzlerce yıl geçtiği halde ziyaret edilirler? Bazı evliyaların menkıbelerini dinlemiştim, radyodan. Özellikle Ramazan aylarında onlarla alakalı programlar yapılırdı. Bir bilene anlattırılırdı hayat hikâyeleri.
Bizim Kaptan Mustafa da evliya belki. Belki öldüğünde onun kabrinin üstüne de bir kubbe yapacaklar. Belki hayatının çeşitli safhalarını abartarak anlatacaklar. Ekseriyetle Cuma günleri türbesine, dua etmeye gelecek hastalar, dertliler, musibete uğrayanlar. "Kaptan Mustafa hürmetine, Yarabbi!" diye dilekler dilecekler. Hıristiyanlıktan kalma adetleri yerine getirecekler. Mumlar yakacaklar başında, geceleri ışıksız kalmasın diye. Abdest almaya kalkar da giyer diye bir çift takunya koyacaklar, sandukanın ayak ucuna. Bir ibrik su her zaman dolu olacak mutlaka. Duvarda peşkiri, her zaman tertemiz... Seccadesi, cübbesi, takkesi... Şalvarını duymadım. Belki o da var. Çıplak halde namaz kılacak değil ya...
Aman, ben de nelerden bahsetmeye başladım! Bana ne ya! Sanki faydası olacak bunların bana ama düşünüyorum da... Toprağın üstündeyken namaz kılmadıktan sonra, altında kılınsa ne fayda!
Bak! Gördün mü? Nasıl da tesiri altına almış beni Kaptan. Onun telinden çalmaya başlamışım, farkında olmadan. Yani... Namaz kılmanın şart olduğu konuşunda ikna olmuşum. Ha! Neden kılmıyorum? Tembelliğimden... Alışık olmadığımdan... Kart ağaç eğilir mi! Alışmamışım küçükten. Alıştırılmamışım. Alışkanlık halini almış olsaydı bende namaz, kılmadan duramazdım, konuşmadan ve yazmadan duramadığım gibi.
"Namaz ibadetse ki şüphesiz ibadet, alışkanlık olarak kılınmamalı bence. O huzura çıkmanın heyecanıyla, Bir’le bir olmak gayesiyle, ihlasla..." diyor Kaptan. Mantıken bana doğru geliyor. Bir yerlerden başlamak lazım. Ona da geciktim, biliyorum ama o huzura dolu gönülle çıkılır mı! Önce kalbimdekini çıkarmaya çalışmalıyım. O da o kadar zor görünüyor ki! Ne yapacağımı bilemiyorum.
Leylek"
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ – 591
YORUMLAR
Bu defa tersinden başlamak lazım sanıyorum.Namaz illede namaz.Namazsız olmaz .Olun maz demiş eskiler. Demek ki namazsızlık patinaj ki zaten hayatımıza bu hakim.Yerinde sayarak ilerlemeyi umuyoruz bi namaz olmaktan. Ve evet Kabir ziyaretlerinde İtikat yerine ritüeller amelin emele dönüştüğü yerler. Amel kulluk, emel ise kulun isteği Bu gün adı istismar denilen şeyde bu zaten. Emeline ulaşmak için her şeyi vasıta edinmek. Emeller; Şirk le eş seviyede tutumu müslümanın.
VE
Kader. Yazıldığı için yaşanan değil şey değil.Kulunun ne yapacağını ezeli ilmiyle bilen Allahın yazdığı yazı. Önümüzde ceviz ağacı tırmanmakta seçenek silkelemekte. Vurup geçmekte hiç yokmuş gibi. İrade bizim üç seçenekten dilediğimizi seçeriz ve seçimiz kaderimiz olur. Düşmek yada düşmeden inmek yada yokmuş gibi yanından geçmek ise KAZA dediğimiz şey. Yani Kader yazıldığı için yaşamıyoruz. Allah bizim ne yapacağımızı bildiği için neticesinden sorumluyuz .Yoksa her şey isabet olur hiç bir fiil günaha sebebiyet olmaz Allaha kulluk olurdu.Zira Kulun yer yüzündeki imtahanı "Emre teslimiyetle" sınırlıdır. Yazılanı yaşayan Evliya olurdu, günahkar değil.
Yine beyin jimnastiği yaptırdı yazınız. Ve meltem tadında bir esinti ile güzele doğru ötelendik hamd olsun.:)