- 478 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR BEDENDE İKİ İNSAN
Başka dillerde var mıdır, bilmem ama Türkçe de kişi kendini anlatırken, “benim, bir it yüzüm bir de insan yüzüm var” der? Ya da birini anlatırken, “O’nun, bir yüzü it, bir yüzü insan” denir.
Bu, masum ‘deyim’ dilimize nasıl, ne zaman girmiştir bilinmemekle beraber en yalın ifade ile bir bedende en az iki insan olduğunu, birinin kötü, diğerinin de iyi olduğunu anlatır.
Bu ikiliği Mevlana ( Fars şair 1207 Afganistan- 1273 Konya): “İnsanı öğrendim./ Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu.../ Sonra da her insanın içinde, iyilik ve kötülük bulunduğunu öğrendim.” Diyerek dizelerle anlatır.
Yunus Emre (Türkiye, Sivrihisar 13.yy. Tasavvuf şairi) ise “Beni bende demen, bende değilim / Bir ben vardır bende, benden içeri.” Dizeleriyle Mevlana’yı doğrulamış, Hacı Bektaş Veli (İran, 1209 Nişabur, 1271 Nevşehir, Hacıbektaş) de “Bilmek istersen seni/ can içre ‘içinde’ ara canı./ Geç canından bul anı ‘onu’/ Sen seni bil, sen seni.” Diyerek katılır bu koroya…
Bu yüce gönüllü insanları nasıl okumalı…
Yaşar Kemal (Türk, roman, öykü, yazar 1923/ 2015) “Her ağacın kurdu kendinden olur” der.
Gerçekten her canlı, (Ağaçlar, meyveler, hayvanlar ve insanlar) biyolojik olarak içeriden çürüyerek, farklı zaman aralığı içinde değişir, dönüşür ve ölür.
İnsanlar da diğer canlılar gibi biyolojik olarak doğar, beslenir, büyür, ürer ve ölür. Yani, var oluşunda hayvanların özelliğini taşır. İnsanın ilk aklı (biyolojik akıl) da hayvanidir. İçgüdüler ve dürtülerle sınırlıdır.
Hemen bütün filozoflar İnsanın biyolojik olarak, omurgalı hayvan olduğu konusunda hemfikirdir.
İnsan suretinde yaratılan biz insanlar eğer, hayvani özelliklerimizi, yani içgüdü ve dürtülerimiz denetleyemezsek, hayvandan farkımız kalmaz. (Buradan, hayvanları aşağıladığım zannedilmesin. Hayvanların yaratılışından söz ediyorum.)
Aşağıdaki iki dörtlüğümle düşüncem anlaşılır umarım.
“Kimi siyah kimi ak bakmayın siz rengine/ İki ayak mahlûkat, insan demiş kendine
Bir türlü varamamış hayvanların dengine/ Utancın içindeyim utanmaktan yoruldum.
*******
Hiçbir hayvan yapar mı erkek erkeğe cima/ Yaşarız bu utancı ne yalan ne de ima
İnsan olmanın yolu, dik yokuştur daima/ Utancın içindeyim, utanmaktan yoruldum.”
İçgüdüler ve dürtülerimiz bizimle doğar bizimle yaşar. Bu dürtüler bizim içimizde birincil ve kötü insandır. Ömrümüz bu kötü yol arkadaşımızla sürekli mücadele ederek geçer. Bu mücadele, bir bakıma insan olabilme mücadelesidir. Bu mücadelede toplumsal değerler, akıl ve vicdan rehberimiz, toplumsal ilişkilerimizin güzelliği ve yaygınlığı ise bizim gücümüzdür.
“İnsan önce yalnızlaşır, sonra yozlaşır.”
Freud (Avusturya, Yahudi kökenli Nörolog) “ Bilinçaltını ‘İçgüdülerimizin alanı’ id sözcüğü ile ifede ederken, bilinici ‘aklın alanı’ Ego, Süper ego sözcükleriyle ifade etmiştir. Freud’a göre; Bilinçaltını (İd), bilinç (ego) denetler, kişinin yanlışa yönelmesini engeller. Ancak bundan sora insan, bilinçli (Süper ego) ve doğru davranışlar sergileyebilir. Freud, “aklın alanı buz dağının (aysberg) görünen alanı kadardır” der
“İnsan, biyolojik olarak omurgalı bir hayvandır” söylemine katılıyorum. Ne var ki; düşünen, sorgulayan, yargılayan, somuttan soyuta çıkarsama yapabilen, o sebepten; yeniden ürettiği ve yapıp, yarattığı için İnsandır.
“Bir damla sudan insan suretinde doğmanız doğanın mucizesi ise, İnsan olabilmeniz de sizin mucizeniz olacaktır” diyerek konuya dönelim.
/Miguel de Cervantes Saavedra/ bilinen adıyla Cervantes, (İspanya, şair, yazar 1547- 1516) yazımın başından beri anlattığım “Bir beden de iki insan” konusunu, İspanya’da ilk defa ‘Don Quijote’ Donkişot romanında anlatmıştır.
Cervantes’in bir kadın yüzünden düelloda rakibini ağır yaraladığını, bu olay nedeniyle gıyabında yargılandığını, mahkeme tarafından sağ elinin kesilmesi ve on yıl sürgün cezasına çarptırıldığını, ondan sebep, İspanyadan İtalya’ya kaçtığını; 1571 de İspanya ordusunda haçlı seferlerine katıldığını, sol elini savaşta kaybettiğini, daha sora esir düşüp Cezayir’e götürüldüğünü, oradan da esir işçi olarak İstanbul’da Kılıç Ali Paşa Camisi’nin yapımında çalıştığını, sonuçta beş yıl Türklerle yaşadığını, hakkında yazılanlardan biliyoruz.
Cezayir ve İstanbul’da geçirdiği bu beş yılda, kendisinden yaklaşık Üç yüz yıl önce yaşamış, Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli gibi gönül insanı ozanlarımızı okumuş, tanımış mıdır? Donkişot’u yazarken onlardan etkilenmiş midir, bilmiyoruz?
Onların, dizelerle anlattığı iyi- kötü sarmalındaki ikiliği, Cervantes, kahraman- korkak sarmalında düz yazı olarak yazmış, daha sonra bu yazı türüne “roman” denmiştir.
Bu bakımdan Donkişot, Avrupa’da ilk roman, Cervantes de ilk roman yazarıdır, diyebiliriz.
Cervantes, Donkişot romanında İspanya’da ve Avrupa’da o dönemin şövalyeleriyle, şövalyelerin şahsında tüm yönetici sınıfla, alay edip eleştirir. Şövalyelerin, şişirilmiş kahramanlar olduğunu; aslında şövalye unvanı ve gösterişli giysilerin altında korkularıyla, zaaflarıyla sıradan insanlardan hiçte farklı olmadıklarını, büyük olasılıkla, katıldığı savaşlarda görüp, gözlemleyerek, belki de yaşayarak öğrenmiştir.
Cervantes Donkişot romanıyla, (sözde) asillere 1605’ de şiddetli bir tokat atmıştır diyerek, konuya dönelim.
Okuyanlar bilir. Romanda iki karakter ön plandadır. Don Kişot (Don Quijote) ve” Sanşo Panza (Sancho Panza). Roman, bu iki karakterin maceraları olarak sunulur. Sıradan okur, genellikle Don Kişot’u aklını denetleyemeyen bir şovalye, Sanşo Panza’yı kurnaz, sağduyu sahibi uşak olarak benimser. Romanda bu ikisi yol boyunca yan yanadır. Don Kişot, kavgaya atını sürerken, Sanşo Panza eşeği ile çok gerilerde kalır, ancak Don Kişot’a ulaştığında, kavga bitmiştir. Sanşo Panza ortalığı toparlar, Don Kişot’un yaralarını sarar, yatıştırır vs.
Don Kişot, yazıldığından günümüze Dört yüz yıl geçmiş dünya klasikleri arasında özgün yerini korumakta ve en çok okunan kitaplardandır. Nedenini hiç düşündünüz mü?
Şimdi hangi tarihte gördüğümü hatırlamasam da karikatür aynı canlılıkta hafızamda durur. Karikatürü bulabilsem bu yazıya kapak yapardım.
Karikatürde bir Tır sürücüsü, bir taksi şoförü arabaların camından yüksek sesle ağız dalaşı yapıyorlar. Tır sürücüsü taksinin önüne kırıyor elinde levye ile iniyor. O kocaman Tır’dan ufak tefek bir sürücü. Taksiden inen iri yarı bir şoför. Tır sürücüsü ezile büzüle Tır’a atladığı gibi gaza basıyor.
Bu karikatürü nasıl okumalıyız… Aracının büyüklüğü Tır Sürücüsünün içindeki Don Kişot’u harekete geçirmiş ama iri yarı taksi şoförünü görünce, Sanşo Panza, araya girip sürücünün yaralanan gururunu da alarak Tır’a bindirmiştir.
Her insan, benzer olaylar karşısında genellikle Don Kişot’tur. sıkıyı görünce de Sanşo Panza olur.
Cervantes, Don Kişot romanıyla insanları, en derin, en gizli, en hassas yerinden yakalamıştır.
Bana göre, Don Kişot romanının çok okunmasının sebebi budur, diyerek yazımı sonlandırıyorum.
--------------------------------------------------- Tahir EKER 5.10. 2020