- 492 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
“MÜLK ALLAH’INDIR” HÜKMÜ BAĞLAMINDA HÂKİMİYETİN TEKNOLOJİK GELECEĞİ
Mülk, bütün varlığı içerisine alan ve bu varlık üzerinde tasarruf ve güç sahibi olmayı tanımlayan bir kavram. Mülk Allah’ın eseri, Allah da mülkün müessiridir. Kur’an’a göre; “O her an yeni bir var ediş ve tasarrufun içerisindedir” ayeti çerçevesinde; bu varoluş zinciri, olup bitmiş bir eylem veya faaliyet değil; kâinatın yaratılışından içerisinde bulunduğumuz zamana kadar her an, her saniye ve her saat devam eden ve edecek olan kozmolojik bir akıştır.
Mülke sahip olmak, onun üzerinde tasarruf etmek, en geniş anlamıyla kâinatın yaratılışı ile başlar. Aklın ve izanın icabı, tasarrufun en külli ve en seri pratiği yaratılıştır. Çünkü bu olgu, sadece, yaratmayı isteyen Allah’ın “kün/ol” emriyle vücut bulur. Tabii bu vücut buluş, hem madde âleminin en üst disiplini ile ilgili tasarruf ve yetkileri hem yeryüzünde meydana gelen biyolojik, kimyasal ve fiziksel varoluşları ifade eder. Daha somut bir ifade ile; hem güneş sisteminin, dünyanın, ay ve yıldızların sevk ve idaresi; hem yeni bir çekirge türünün var edilmesi ya da bir bebeğin büyüdükçe inci gibi dişlere sahip olması gibi külli ve lokal iş ve oluşları içerisine alır.
Mülk ve Hâkimiyet, yerine ve zamanına göre çeşitli anlam ve kavramlar kazanan iki kelimedir. Kur’an’a göre bu iki kavram, bütün üniversal âlemi ve bunun Allah’ın iradesiyle şekillenmesini ve çekip çevrilmesini içerisine almaktadır. Siyasal anlamda ise devlet erki ve bunu kullanma salahiyetine sahip olan hukuki ve ekonomik idare manasına gelmektedir. Ayrıca bireysel anlamda, kişinin sahip olduğu para, mal, gayrimenkul ve bunların temlik ve yönetimi şeklinde açıklanabilir. Ancak biz bu yazımızda daha çok bu kavramları Allah’ın varlığa hâkimiyeti çerçevesinde insan-mülk ilişkisi, toplumların yönetimi, insan nefsinin nasıl kontrol altına alınacağı, toplumların medenilik ve ahlakiliği gibi alanlara yoğunlaşacağız. Dolayısıyla baş döndürücü bir hal alan teknolojik ve dijital gelişmelerin bu bireysel ve sosyal ilişki ve etkileşimleri nasıl biçimlendireceği üzerinde duracağız.
Allah, hâkimi olduğu bu varlık âleminin içerisinde, kâinatın büyüklüğüne göre, bir de toz zerresi kadar maddî gerçekliğe sahip bulunan dünya adında bir gezegen var etmiştir. Ve O, bu gezegenin sosyal ve hukuki işleyişinin, kendi tasarruf ve iradesine uygun olmasını ister. Bu nedenle “Adaletle hükmedin , teraziyi doğru tartın , işi ehline verin ” tavsiyesinde bulunur. Bu anlamda en büyük güç ve yetkiyi ise insana, dahası insanoğlunun aklına, irfanına ve izanına verir. Ancak insanoğlu, akıl ve izan sahibi olmanın yanında; duyguları, beşeri his ve hevesleri ile güç ve tasarruf kullanan bir varlıktır. Bundan böyle bu yetkiyi kullanırken zaman zaman yetersiz, sübjektif ve zayıf kalır. Yönetirken, kişisel arzu ve heveslerini de işin içerisine katar. Hatta gün gelir kibirlenir, böbürlenir, ne oldum delisi olur. Deyim yerinde ise hâli ve duruşuyla “küçük dağları ben yarattım” demeye başlar. Görevini kötüye kullanır; adam kayırmacılık, kenz biriktirme, rüşvet, tamahkârlık, nepotizm gibi hastalıklara tutulur. Kısacası, Allah’ın istek ve emirlerinin dışına çıkar; adaletle hükmetmez, işi ehline vermez. Dahası, kendi benliğinin enkazı altında kalır, yönetirken yönetilen konumuna düşer.
Buradan, Allah’ın, yeryüzünün hâkimiyet ve yönetiminin akıl, izan, bilgi ve irfan sahiplerine verilmesini arzu ettiği sonucu çıkıyor. Dolayısıyla O; yöneticilerin akıllı, ehil ve âdil kimseler olmasını istiyor. Çünkü bu özelliklere sahip olan bir kimse, üzerine aldığı bu görevi O’nun istediği şekilde hakkıyla yerine getiriyor, demektir. Ancak insanlık tarihine baktığımız zaman, az sayıda kişinin bu hâkimiyet ve yönetme erkinin hakkını verebildiğini görüyoruz. Bunun temel nedeni, hem yöneten hem yönetilen noktasında insanoğlunun beşeri zaaflarına yenik düşmesidir. Çünkü insan; daha çok kendini düşünen, eşyaya ve olaylara sübjektif bakan bir varlıktır. Bu zaafını giderebilmesi, Allah’ın arzu ettiği şekilde yöneten ve yönetilen olabilmesi için dine, imana, bilgiye, akla ve ahlaka ihtiyacı vardır.
Nitekim bugünlerde dünyamız, son dijital teknolojik gelişmelerle birlikte yönetme ve yönetilme, başka bir deyişle hâkimiyet altına alma ve alınma bağlamında çok farklı, yepyeni bir kulvara giriyor. Din de, bilgi de, akıl da, ahlak da teknolojik gelişmelere paralel bir şekilde hızla nesnelleşerek insanoğlunun sübjektif ve yanlı uygulamalarından tarafsız ve yaptırım gücü yüksek, kaliteli yaşam modellerine doğru evriliyor. Başka bir deyişle yeryüzünde apayrı bir teknolojik hâkimiyet doğuyor. Ve bu hâkimiyet dünyayı bir ağ gibi sararken, bize de yepyeni bir formel ahlaka, dahası dinlerin ve insanlığın ortak değerlerine uyma zorunluluğu getiriyor. Diğer bir ifadeyle, içinde yaşadığımız zamanlar, insanın hâkimiyetini öznelden nesnele, moralden formele doğru yeniden konumlandırırken, işlerliği mekanik olan apayrı bir ahlaki olguyu da hepimizi hizaya getirici, âdeta uyuma ve uygarlığa mecbur edici bir biçimde hayatımıza yerleştiriyor. Buradan hareketle biz insanoğlunun dünyaya olan bu yeni hâkimiyetini tanımlarken; dijital yönetim, diğer bir deyişle mekanik veya formel hâkimiyet tabirlerini kullanacağız.
Modern zamanların gittikçe nesnelleştirdiği hayata ait disiplinlerle insanlığın gidişatını daha iyiye ve daha güzele doğru yaklaştıracak izlenimi veren bu hâkimiyet olgusu; vicdanen temiz, iyi niyetli, öznel ahlak sahibi bireyleri daha da mutlu kılacak; ama bu ahlaki güzellikleri yaşama geçirme noktasında zaaf ve sıkıntısı olan kimseleri ise aklın, mantığın, dolayısıyla ilahî dinlerin toplumsal pratikleriyle uyumlu olmaya zorlayacak gibi görünmektedir. Netice itibariyle bilim ve teknolojiyle paralel gelişen bu dijital elektronik güç yönetimi, insanoğlunu sübjektif öznelliğin dar kalıplarından hızla küreselleşen dünyanın daha geniş, daha nesnel ve daha kuşatıcı disiplin değer ve modellerine doğru evirecek, dolayısıyla ona vahyin toplumsal değerleriyle bileşen küresel bir etik kazandırmış olacaktır.
Sonuç itibariyle günümüzün teknolojik gelişmeleri, insanoğlunu kendisinin sübjektif yönetiminden kurtaracak; Hakk’ın, terazinin ve matematiğin objektif hâkimiyetine boyun eğmek zorunda bırakacak. Dahası bütün sahtelik, kayırmacılık ve bencillik kokan medenilik dışı tutum ve davranışlar; sayısallığın, sanallığın ve sahiliğin dijital teknolojik güç baskısıyla son bulacak. Artık kibrin, makamın, saltanatın, aşiretçiliğin, nüfuzun arkasına saklanarak "gibi görünmek" devri bitecek; bizatihi "olmak", "yapmak" ve "üretmek" devri başlayacak. Yeryüzünün en ücra köşesindeki en gariban insan ile yeryüzünün en merkezi şehrinde oturan en varlıklı insanın "olma", "yapma" ve "ürettiğini ortaya koyma" statüleri eşitlenecek. Dahası insanoğlunun "en garibanlık" ve "en varlıklılık" statüleri ortadan kalkacak ve normallik denilen olgu insanlığın en gözde normu hâline gelecek.
Yakın bir gelecekte insanoğlu akıllı şehirler inşa ederek yepyeni bir yaşam standardına geçecek. Herkes ait olduğu yerde olacak. Bir nevi insanın kendileşmesi, kendine dönmesi, özüyle buluşması kaçınılmaz hâle gelecek. İnsan insan, öğretmen öğretmen, doktor doktor, öğrenci öğrenci, asker asker, Müslüman Müslüman olmak zorunda kalacak. İnsanlık insanlıkla buluşacak. Hayatın sosyal ve statik boşlukları ortadan kalkacak. Hiçbir şey tesadüf ve oluruna bırakılmayacak. Çünkü dijital çağın her şeyi sayısallaştıracağı bir döneme girilecek. Bu çağ, insana ait hemen her eylemi, lokal veya küresel kamera ya da dijital takip-tarama sistemleri ile denetimi altına alacak. Hemen her eylem ve olgu barkotlanacak veya rakamize edilecek, rakamize edilebildiği kadar reellik ve nesnelliğe yaklaşmış olacak. Dolayısıyla her şeyin sayısallaşması, ahlaki değerleri ve dini de nesnelleştirecek. İyilik ve kötülük kavramları ölçümlenebilen bir statüye, hatta dinin "tövbe" kavramı dahi birçok yönüyle mekanik veya dijital bir işleyişe dönüşecek. Şehirler ve ülkeler, mekanik veya formel değerlere göre dizayn edilecek. Beş kilo iyilik kredisi, bir o kadar kötülük kredimizin düşüşüne yol açacak.
Daha açık ifadesiyle içerisinde yaşadığımız şu dijital çağ; nice bilinmeyeni bilinen hâle getirerek insanlığı Allah’ın el-Alîm (En bilen) ismine, nice duyulmayanı duyulan hâle getirerek es-Semî’ (En işiten) ismine, nice görülmeyeni görülen hâle getirerek el-Basîr (En gören) ismine yaklaştırmış olacak. Dolayısıyla insanlığı ister istemez Allah’ın arzu ettiği hâkimiyet moduna doğru şekillendirecek. Aydınlanma ve ışık, her şeyi ve her yeri fethedecek. İyilik ve kötülüğün, suç ve sevabın tespiti artacak, gizlenebilirliği azalacak. Yalan söyleyen eskisi kadar rahat söyleyemez, rüşvet yiyen eskisi kadar rahat yiyemez, yolda arabasıyla bir yayayı vurup kaçan eskisi kadar rahat vurup kaçamaz, banka veya hastane kuyruğunda sırasını ihlal eden eskisi kadar sırasını rahat ihlal edemez hâle gelecek. Bilmenin, görmenin, işitmenin gücü yükselecek. İyiliğin, güzelliğin, normalliğin, medeniliğin, sevabın, masumluğun formları ve formülleri çıkarılacak. İyi insan olmak kaderimiz hâline gelecek. Bu da insanoğlunu dürüst ve iyi olmaya, doğru yaşamaya, çalmamaya, öldürmemeye, hak yememeye, tecavüz etmemeye, rüşvet alıp vermemeye; kısacası insan gibi insan, Müslüman gibi Müslüman olmaya zorlayacak. Felsefi bir deyişle, yeryüzünü yöneten dijital hâkimiyet, Tanrısal hâkimiyetle aynı düzlemde buluşmuş olacak. Kısacası, insan sübjektifliğinin azalması, bilimsel ve ilahî objektifliğin toplumsallaşmasına; dolayısıyla insanlığın objektivizme, dahası yeryüzünün küresel bir Rıza Yurdu’na, Kampanella’nın Güneş Ülkesi’ne veya Farabi’nin Medinetü’l-Fazıla’sına ulaşmasının kapılarını aralayacak.
Mesut ÖZÜNLÜ
YORUMLAR
hanya deyip sustum.
ve sonra Konya.
yetenek başka bir şey elbet, takdir ettim.
takdir ettim Kapitalizm denilen hepimizce canavarın
nasıl olup da hala yaşadığını, ben, siz ve diğerleriyle.
eyvallah.