- 496 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
EVİN ANAHTARI
EVİN ANAHTARI
Şehir üstüme üstüme geliyor, kaldıramıyorum dedi bu kadar yükü. Şimdi uzaklara gitmek gerek toprakla iç içe olmak bu insan kalabalığından çok daha iyi.
Ortalık zaten salgından yıkılıyordu. Annesi ona hep şunu söylemez miydi? “Evladım, -Nerede çokluk orada bokluk-” Uzatmadan babasından kalan bu evi şimdi ki zamanlarda öylece bırakıp çıkmalıydı.
Önümüz bahardı, doğa şimdi nasıl da allanmış pullanmıştır. Bekliyordur beni Çukurova’nın bağrındaki uyanışı diyen iç sesine kulak vererek hemen göç hazırlığına başladı Filiz. Önce kıştan ve sonbahardan kalma kaban, kazak, eldiven, hırka, tişört, swift ne varsa kocaman naylon bir poşete doldurdu. Sonra bir alt sokağında bulunan “Elden-Ele” adlı dayanışma grubuna paketi bırakmanın sosyal ve psikolojik faydasını düşündü, içi ısındı. Artık sıra kendi hazırlığındaydı.
Naylon paketi bir elinde, diğer elinde ise kocasından kalma yazlık evde ihtiyacı olan malzemelerini doldurduğu valizi, çeke çeke köşedeki mahalle bakkalına geldi.
“Veli, şuradan bir kaç paket sigara versene.”
“Ablası sanki yolculuk var gibi. Hayırdır!”
“Sorma ablam sorma, korkmaya başladım. Şehirden artık gitme vakti. Bak yakında olağanüstü şeyler yaşayacağız gibi geliyor bana. Alayımda şu sigaralarımı da gideyim. Biliyorsun benim gitme zamanı da geldi-gelecekti.”
“Sorma abla, ortalık fena karışacağa benziyor. İnsanlarda bir panik. Benim bu küçük bakkalda bile yiyecek bir şey kalmadı. Valla korktum beni de alırlar diye. İnsanlar stok çalışıyor bu aralar. Makarna, bisküvi, kuru bakliyat adına ne varsa.”
“Hadi hadi Veli lafa tutma. Şu meredi ver de gideyim. Oyalıyorsun beni.”
“Abla her şeyi bıraktın da şu cigarayı bırakamadın.”
“Ulan Karaoğlan şimdi açtırma ağzımı!”
“Tamam ya ablası, niye kızıyorsun seni düşünüyorum.”
“Yolcu yoluna gerek…”
“Bu arada yardıma ihtiyacın var mı? Biraz zorlanıyor gibisin.”
“Filiz güldü, he var! Görmüyor musun eziyet çektiriyorum yüklere. Şimdi tut ucundan diyeceğim senin bakkal kapanacak. En iyi ben böyle sürüyerek, sürünerek götüreyim. Yine de teşekkürler. Bu arada postacı bana uğramadan sana uğrarsa benim adıma gelen postaları alırsın. Yoksa mektuplar ben gelene kadar kayboluyor. Benim için yapacağın en iyi şey bu olur.”
“Merak etme ablam, vallahi gördüğümde senin mektupları soracağım. Bizim Sarıoğlan bakıyor buralara, onu da uyarırım. Benim buraya bıraksın diye. Kargoların gelirse ne yapalım.”
“Sana verirler mi ki?”
“Ablam, ben tüm kargocuları tanıyorum. Acil bir durum olursa ben alırım onlardan. Zaten önce seni cepten ararlar.”
“Ya Veli! Sen nesin böyle! Her şeye bir çözüm buluyorsun. Rahatladım.”
Filiz sigaralarını ve elindeki anahtarları çantasına atıyorken diğer naylon poşete attığını hiç farkına varmadı. Ve yoluna devam etti. Bir alt sokaktaki “Elden-Ele” dayanışma grubundan çocukları gördüğünde seslendi, çocuklar koşarak geldi.
“Buyur ablammmm!” dediler sokak jargonuyla.
Filiz uzun saçlı olanı iyi tanıyordu. Düzenledikleri şiir dinletilerine sık sık geliyordu. Şimdi bu üslubuna şaşırdı.
“Hayırdır uzun! Ablamı bir uzattın ki yeni dil bilgisi kuralları yaratıyorsun sandım. Ya da bizim buraları, sokaklar, seni bozdu mu! Gerçi bizim bura sokaklarda yaşayanlarla, sokak üstünde yaşayanlar farklı dil kullanıyorlar hoş. Etkilenmemek mümkün mü?” dediğinde uzun boylu genç, “Kusura kalma Filiz Abla, burada günlük dile o kadar çok alıştık ki nasıl diyeceğimi bilemedim.” dedi.
“Olsun, ablammmı sevdim. Sanki karşının daha çok ablası gibi hissettirdi bu söyleyişin.”
Uzun saçlı ve uzun boylu genç bu mahcubiyetle Filizle depo gibi kullandıkları yere geldiler. Orada birkaç genç kız da Filizle, Cengiz’i karşıladı. Cengiz, yani uzun saçlı çocuk, Filize döndü;
“Abla, sanırım bu kocaman siyah naylon poşet bize geldi, yanılıyor muyum? Ve de o diğer çantayla da bir yolculuk hikâyen başlıyor gibi.”
“Tam da üstüne bastı Uzun, çek ayağını!”
Cengiz şaşkın bir şekilde ayaklarına baktı. Gerçekten bir şeye mi basmıştı.
“İşte, bu sokak ve onun dili. Bakıyorsun ki biz de etkilenmişiz. Kültürler geleceğe kendini taşırken, canlılığını da böyle koruyor. Anladın mı şimdi!”
Cengiz biraz mahcup biraz da çekingen şekilde, “Bu naylonda ne var söylemenizde sakınca yoksa.”
“Ne olacak ya! Geçenlerde bizim çocuklara mont kazak bir şeyler almıştım. Tabii ki renkler ve modeller benim tercihim olduğundan onlar beğenmedi. Değiştirmeye de zamanım olmadı. Hatta kızdım sıpalara, ne var şunun şurasında mavi değil de gri olsa renkleri. Aslına bakarsan biliyorum, sevdikleri renk ve modelleri ama bir başka olmuş bizim çocuklar.”
“Pardon Filiz Abla, bizim çocuklar derken?”
“Kız kardeşimin çocukları. Bende sonradan düşündüm. Uzun süredir katkı ve katılmayı düşünmüştüm o gün bugünmüş. Evde ne var ne yok derleyip topladım sizlere. Gerçi bahara girdik gibi ama havalar halen soğuk. Belki işe yararlar.”
“Çok güzel düşünmüşsünüz. Olmaz mı? Yeni aileler var, çocuklarının üzerinde giyecek şeyleri var yok gibi. Mutlaka iyi bir yere gidecektir.”
“Artık siz bedenine falan bakar verirsiniz? Bana müsaade, ben kaçayım, geç kalıyorum.”
Filiz, yavaş yavaş el valizini sürükleyerek ayrıldı oradan.
…
Birkaç gün sonra “Elden-Ele” dayanışma grubuna orta yaşlarda kamburu çıkmış bir adam geldi. Utana sıkıla çocuklara derdini anlattı. Çocuklar daha onu ilk gördüklerinde anlamışlardı. Üste yok başta yok. İçlerinden biri “Birazcık şöyle oturur musun abi. Biz şöyle bir bakalım, sana göre bir şeyler var mı diye?” Sonra Filiz Hanımın getirdiği poşete gözleri takıldı.
“Kaç numara giyiyorsun?” dedi.
“Ayakkabı numaram 42.”
“Yok yok ayak değil, bedeninin numarası sordum?”
“Bilmem ki. Bu zamana kadar kimse sormadı. Ne bulduysam giydim.”
Cengiz poşetin üstündeki montu çıkartı. Bir paket cigara yere düştü.
“Bak sen sigarası da içinde.” dedi.
“Neyse şunu bir giyin bakalım, olacak mı? Bu arada kusura bakmayın, adınızı sormayı unuttuk!”
“Abdülkerim adım. Ama ailem bana Kerim diye seslenir. Okulda ise Apo derdi arkadaşlarım. Siz hangisini uygun görürseniz.”
“Yok ya o kadar uzun değil abi. Size hitap etmek bağlamında sormuştum.”
Kerim montu giydi. Gayet güzel oldu. Kazakta sanki bedenine göreydi. Daha da gerisini denemediler bile. Çocuklar poşette ne var ne yok eline tutuşturdular.
“Sigara içiyor musun?” diye sordu Cengiz.
Kerim “Yoo! İçmem.” dedi.
“O zaman sigara bizim, poşettekilerde senin, anlaştık mı?” dedi ve gülümsedi. Kerim mutlu ve mesut elinde poşetle ayrıldı oradan.
Gurbetteydi, daha düzenini kuramamıştı. Geldi geleli akrabalarının evine sığınmıştı. İşsizdi, huzursuzdu. Hele memnuniyetsizliklerini gördükçe kahrı oluyordu
Akşama eve geldiğinde hemen yan odaya geçti. Diğer kıyafetleri denemek için elini en üsteki kazağa attığında bir sigara paketi daha düştü yere. Yanında da metal sesleri.
Birkaç yazlık tişört ve swift çıkınca hazırlayan geleceği de düşünmüş nede çok merhametliymiş dedi. Metal seslerini anlamak için bu kez elini torbanın dibine daldırdığında bir kaç anahtarla karşılaştı. Şaşırdı! Nasıl olabilirdi. Sonra büyük olasılıkla bu poşeti bırakanın anahtarları olmalı, artık yarın bunu öğrenir, anahtarları da bırakırım kararıyla kalan eşyaları denemeye devam etti.
Ertesi gün hem anahtarları bırakma hem de yeniden iş arama bahanesiyle evden ayrıldı. “Elden-Ele” dayanışma ofisine geldiğinde kapıların kapalı olduğunu gördü. Yandaki bir esnafa buranın ne zaman açık olacağını sordu.
Büfeci, “Gençlerin işi belli olmuyor. Okullu onlar, arada boş zamanlarında uğruyorlar. Düzenli bir geliş-gidişleri yok. Bir şey mi var?” dedi.
Kerim “Yok yok, sağolasınız.” deyip ayrıldı.
Elindeki anahtarlığın üstüne zorda okunsa bir adres vardı. Semtte bulunduğu yerdi. Belki doğru adrestir denemekte fayda var diye yazılı adrese gitti. Adresteki dairenin ziline bastı, yanıt veren olmadı. Biraz bekledi. Sonra yine bastı. Giriş kapısında bir kadın belirdi.
“Beyefendi, kimi aramıştınız.”
“Yedi numarayı.”
Kadın biraz düşündü. Elini beline koydu. Aaa şu süslü kadını diyorsunuz. Doğru, kadının dairesi orası.” dedi.
Kerim, “Pardon, süslü kadın!”
“Ya ben ne dedim ki şimdi kusura kalmayın. Ben buranın haftalık temizlikçisiyim. Bazen su falan istediğim oluyordu ondan. O zaman karşılaşıyordum. Çok narin biridir. Ama o geçen hafta gitti. En az 4-5 ayda gelmez. Gerçi arada geldiği oluyor. Sanırım yazar mı gazeteci mi? İmza günleri falan oluyormuş. O zamanlarda birkaç günlüğüne uğruyor. Ya ben bunları size niye anlatıyorsam. Siz ne yapacaksın onu!” dedi en sonunda.
Kerim, “Yoo bir teşekkür için uğramıştım. Sağ olun, kolay gelsin.” diyerek merdivene yöneldi.
Elinde anahtarlarla kalan Kerimin aklı temizlikçi kadının 4-5 ay gelmez sözlerine takılı kaldı. Bu onun için bulunmaz fırsattı. Aklında delice sorular, fikirler. Dememişler miydi iyilikten maraz doğar. Kadının hem elbiselerinden yararlan hem de bir haydut gibi evinden yararlanma fikri canını sıktı. Sonra evdeki sıkıntılar, iş sorunu aklına gelince kendini bu fikre iyice alıştırdı. En nihayetinde bir iş bulana kadar burasını bir üs gibi kullanacaktı. Ve öyle de yaptı.
Eve sessiz sedasız girdi. Kimsenin görmediği ve fark etmediği zaman dilimlerinde giriş-çıkışlar yaptı. Bir restoranda garsonluk yaparken Covid-19 nedeniyle iş yeri kapandığında yeniden işsiz kaldı. İş arayışı sürdü. Yine bir lojistik firmasında getir-götür işi buldu. Bu son işinde sanki sevilmeye başlanmıştı. Çalışkandı. Her şeye koşuyordu. Buda yöneticilerinin gözünden kaçmıyordu. Artık biraz da olsa para biriktirmeye başlamıştı.
Hedefi bir bekar odasına taşınmaktı. Bu arada Filiz hanımın evinde ufak tefek tadilat işleri vardı. Önce mutfaktaki damlayan musluğu, tezgâh dolabındaki menteşeleri değiştirdi. Sonra banyoda ki kırık fayansı, zemindeki derzleri yeniledi. Yine çalışma odasında neredeyse yıkıldı yıkılacak durumdaki kütüphanenin içinde sıralı olan kitapları, sıralarını bozmadan bir köşeye dizdi. Kütüphanenin her bir raf düzeneğini elden geçirerek güzelce onardı. Kitapları raflara sıralarını bozmadan yeniden dizdi. Salonda bulunan küçük bir masayı boyadı. Sallanan sandalyenin kırık ayağını tamir etti. Evin iç çehresi iyiden iyiye değişmişti. Kendini de ihmal etmedi. Fırsat buldukça Filiz’in kitaplarını okudu.
Sokağa çıkma yasağının başladığı günlerde ise eve iyice kapandı. Tam bir fırsattı onun için kendini kitaplara verdi. Hayatında ilk kez bu kadar çok okuyordu. Pandemi nedeniyle kimse kimsenin kapısını çalmıyordu, komşuluk ilişkileri bitmiş gibiydi ama o rahatsız değildi. Şehirlerarası yolculukların bir süreliğine kısıtlanması evde kalış sürecini de uzamıştı. Hayatının en güzel zamanlarıydı.
Zaman böylece akıp giderken pandemi süreci yavaş yavaş normale dönmeye başladı. İşe yeniden gitti. Artık ayrılık zamanıydı. Sonra ortalığı bir güzelce temizledi, derledi topladı. İyi de evin anahtarını ne yapacağım derken aklına paketi aldığı yer geldi. Oraya uğrayıp çocuklar teslim ederim artık dedi. Yaşayacağı bir yeri taşıyacağı bir yükü ve çantası vardı. O da yükünü ve çantasını sürüyerek sokaktaki köşeyi döndü. Gözü bakkala ilişince bir şişe su almak için içeri girdi. Selam verdi. Bakkal Veli aldı selamını. Sonra “Hayır ola bir taşınma olayı gerçekleştiriyorsun sanırım. Bizim sokağın sakinlerinden de değilsin.” dedi.
Kerim “Yoo bu şehirden bile değilim. Benim ki zorunlu kalış hikâyesi.” dedi.
“Kim zorunluluktan kalmıyor ki? Herkesi bıraksan gidecek, istediği şehre ülkeye. Ama yaşam insana fırsat veriyor mu? Her bir zorunlu göçebelik ya da mültecilik bizimkisi.” diye cevapladı.
Suyunu aldı. “Kolay gelsin.” deyip çıktı.
“Elden-Ele” dayanışma ofisinin olduğu yere geldiğinde çıkmak üzere olan birini yakaladı.
“Pardon bakar mısınız? Epey zaman oldu buradan bir poşet verilmişti bana. İçinden anahtarlar çıktı. Onu vermek için geldim.” dedi.
Genç kız, “Hayretler içinde. Kaç zaman sonra mı aklınıza geldi bırakmak.” dedi.
“Haklısınız, birkaç kez geldim. Burası kapalıydı. Sonra ben de unutmuşum. Cebimdeki anahtar sanki benim anahtarım gibi geldi bir süre sonra. Baktım yine cebimde bir boşluk dolduruyor sahibine ulaştırayım istedim.”
“Tamam tamam ver bana. Bu arada sosyal mesafeyi falan da hiç korumuyorsunuz. Girdiniz burnum dibine. Maske falanda hak getire.” diye çıkıştı.
Kerim “O zaman buradan atayım size.”
Kız “Abartmayın lütfen beyefendi.”
“Siz en azından maskeli ve eldivenlisiniz. Biz ise Allaha kalmışız.”
…
Elden-Ele’nin koordinatörü Cengiz’i arayan genç kız, bir adamın uğradığını, poşetlerin içinden birkaç anahtar çıktığını, üstünde hatta adresin bile yazılı olduğunu söylediğinde;
Cengiz “Ooo anahtar Filiz Ablanın evinin olmasın! Çünkü o sokakta oturan ve bize eşya getiren oydu. Neyse içeriye bırak ben akşam alır onu ararım. Nasıl fark etmedi anlamadım.” dedi kıza.
Cengiz yine de dayanamadı aradı Filiz Hanımı.
“Alo abla nasılsın?”
“Teşekkürler. Ya sen Cengiz,”
“Abla biz iyiyiz. Okul mokul yok. Aylaklık. Ama yardımlaşma azaldı. Kimse evinden çıkmıyor. Dedik bir ara maske işine girelim onu da yasakladılar, bildiğin mesele. Biz de evden çıkmıyoruz kös kös oturuyor film kitap derken zaman geçiyor. Bu arada sen iyi yırttın. Kokusunu mu aldın ne? Sokağa çıkma yasaklarının vallahi bravo! Şimdi orada mis gibi hava.”
“Evet evet. Burada kır evine çıktım.”
“Abla senin İstanbul’daki ev anahtarı yanında mı?”
“Nasıl yani. Ev anahtarı falan ne oldu ki?”
“Abla senin bize bıraktığın poşetten anahtar çıkmış birisi gelip bırakmış, ben görmedim ama üzerinde sokak adresi ve numarası yazıyormuş sanırım senin adresi gösteriyor.”
“Gerçekten mi diyorsun. Hay Allah. Doğrudur yaa! İki paket cigarada almıştım onları da bulamadım.”
“Tamam tamam cigara dedin de aklıma geldi. Paketin birisini ben aldım. Vatandaş giysiyi denemesi için çıkartırken düşmüştü. Senin anahtarlar kesinlikle.”
“Bu zamana kadar niye getirmemiş ki. Git bir eve bak uzun. Evi soymasınlar.”
“Tamam abla, bugün akşam uğrarım o tarafa. Bir arkadaşıma geçeceğim zaten.”
Akşam Filiz’in evine girdiğinde gözle görülür bir temizlik vardı. Etraf derli topluydu. Daha önce geldiğinde ev biraz dağınıktı. Kitaplar sağda soldaydı… Tekrar Filiz’i aradı.
“Abla evin yerinde, sanki burada temizlik yapılmış gibi. Ev kendini yenileşmiş mi? Her şey bir garip görünüyor.”
“Nasıl yani!”
“Abla tiril tiril… Bal dök yala. Derli toplu da.”
“De get! Zaten benim evim hep öyledir ki.”
“Abla istersen görüntülü arayayım. Evin bir restorasyon görmüş gibi.”
Ve görüntülü aradığında her köşe bucağı gösterdi. Filiz evi neredeyse tanıyamadı.
“Cengiz sen doğru eve mi girdin? dedi şakavari.
“Vallahi billahi senin ev abla. Zaten anahtarda uydu. Senin portrelerinde var. Bak gör. İşte senin fotoğrafın, kitapların…”
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.