- 1035 Okunma
- 7 Yorum
- 4 Beğeni
ANLAMAK MI ANLAŞMAK MI?!?
Anlamak, algılarımızın sınırları ölçüsünde konuşmaları – okuduklarımızı – yaşananları kavramamızdır. Bu süreç iki tarafın katılımıyla yaşanırsa ‘anlaşmak’ gerçekleşir.
Bu iş, bu kadar kolay olsaydı, insanlıkta ve toplumlarda hiçbir sorun yaşanmazdı!..
Oysa bunların benzerini yaşayanlar, sanıldığı kadar kolay gerçekleşmeyen bu iletişimin devam ediyor gibi göründüğü süreçte, taraflardan birinin ısrarcılığının diğerince sürekli tolere edilmesinden dolayı olduğunu bilir. Olumluluk adına bu yapılanlar zamanla baskın tarafça ‘hak ve mutlak doğru’ gibi algılanırken aynı zamanda diğerinden de iletişimi sürdürmesi görevi de farkında olmadan beklenir.
Aslında bu ilişkilerde ANLAŞMAK yoktur, tek tarafın ANLAMA çabası vardır sadece.
Eee, tabii, bunun da bir sınırı vardır!..
Farklı fikirler savunan iki taraf ( bu iki taraf; karı – koca, iş ortakları, işçi – patron, kardeşler, kadim dostlar, komşular…) karşılıklı tartışırken genelde yaşanan tablo şudur:
Taraflardan biri ısrarla fikrini anlattıktan sonra:
- ‘Beni anlıyor musun?’ der.
Genelde verilen karşılık aynıdır:
- ‘Hayır, anlamıyorum!..’
İletişimlerin kaydığı, konudan uzaklaşılan karşılıktır bu!.. Çünkü biz anlamayı; o konuya, fikre katılmak, anlatılanları onaylamak zannediyoruz. O nedenle genelde bu karşılıklar verilir benzer sorulara. Bu cevap, genelde ‘ fikri – teklifi – konuyu’ reddetme amacı taşıdığı halde, aslında ‘hayır, seni anlamıyorum, bunu anlamaya yeterli değilim’ mesajını verir. Kişi böyle bir cevapla yetersizliğini itiraf ettiğinin farkına bile varmaz!..
Oysa bu fikrine katılmayan kişinin:
- ‘Evet, seni anlıyorum ama söylediklerine katılmıyorum.’ demesi, hem anlama kapasitesinde bir sorun olmadığını hem de fikrinde ısrarı olacak kadar dirayetli olduğunu gösterir.
Karşımızdakinin de en az bizim kadar düşünebileceğini kabul ettiğimiz zaman, bu iletişim sorunları biter aslında.
Bu konudaki en güzel dersi 1700’lerde yaşamış Voltaire: “Kendin için düşün ve bırak diğerleri de kendileri için düşünsün” cümlesiyle verir. ( Başkası / başkaları için düşünmek, zannedildiği kadar sevgi – düşkünlük – korumak – kollamak da değildir, kendinden başka herkesi yok saymanın ilk adımıdır. )
Bu cümlesinden yola çıkarak ‘düşünce özgürlüğünün önde gelen savunucularından olan Vortaire’ ithaf edilen bir kürsü anektodu vardır:
Muhalif bir üye, kürsüde fikirlerini paylaşan Vortaire’in söylediklerine itiraz eder ve bu fikirlerini anlatmasına daha çok izin verilmemesi için yetkililere seslenir, filozof da:
- ‘Ben de sizin söylediklerinizin tek bir sözcüğüne katılmıyorum ama hepsini her zaman söyleme hakkınızı ömrümün sonuna kadar savunacağım.’ der.
1700’lerde kendisinden farklı düşünen hatta bunu şiddetle dile getiren kişiye bunu söyleyen filozoftan 21. yüzyılda sürekli iletişim içinde olan insanlarımızın yaşadıklarına… Yorum yok!
Üstelik anlamak, iki yeterliliğin de ölçülmesidir bir bakıma, çünkü anlamak, hem akıl kapasitesinin hem de iyi niyetin ortaklığıdır. Birinden birinde olumsuzluk varsa, ANLAŞMAK gerçekleşmez, tek tarafın çabasıyla da ( bütünlüğü sağlamaya yetmeyen ) ‘ANLAMAK’tan öteye gitmez ne yazık ki.
Ne kadar boşuna bir çabadır o!..
O nedenledir ki bir süredir – karşımızdakilerde bu iki yeterliliği değiştirmenin mümkün olmadığını fark ettiğimden beri -kendimi kimseye anlatmaya çalışmıyorum, hele ikna etmeye hiç!..
ANLAŞTIKLARINIZIN bol olması dileğimle…
Sevgilerimle, saygılarımla…
01.10.2020 Serap IRKÖRÜCÜ
YORUMLAR
Efendim... En başta gelen erdemlerden biri, bir meseleyi anlaşılır kılma, tanıtma, tanımlama çabasına duyarsızlık göstermeme ve böyle bir imkanı tanıyan kişiye insanca kulak verme, gocunmadan o kişiye bilmediklerimizi söyleyebilme, bildiklerimizi de ortada yükseltilmeye çalışılan 'yapı'ya basiret, feraset, suhuletle arz etme, böylece insanca kurulmaya çalışılan iletişimi insanca noktalayabilmedir...
Çin bilgeliği bunu şöyle formülleştirmiş: "Sende bir yumurta var, bende bir yumurta... Sen yumurtanı bana verdin, ben yumurtamı sana verdim... Yine ikimizin birer yumurtası oldu... Sende bir bilgi var, bende bir bilgi... Sen bilgini bana verdin, ben bilgimi sana... Şimdi ikimizin de iki bilgisi oldu!..."
Ne acıdır ki, bu kültür bu kadar doğal ve değerli bir çıkarımı yapacak parametrelerden yoksun...
Bu yüzden olacak ki, televizyon haberleri insanımızın düşkünlüklerini sergiliyor hergün...
İnsanımızın derdi çoğu zaman o bir yumurta oluyor ve değerinin bir yumurtadan fazla etmediğini gösteriyor...
İçim acıyor... Benden bu kadar...
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Şimdi yokluğuna değindiğiniz 'paylaşma' köken kültürümüzden ve Yesevi geleneğinden getirdiğimiz Ah- i Evran'la Anadolu'ya taşınan hem meslek erbabı olmayı hem de yardımlaşmanın güzel ve yapıcı taraflarını topluma yansıtan bir öğretiydi.
Birçok değerlerimiz gibi bunu da zamanla yozlaştırdığımız için şimdi adını anmak bile yanlış anlaşılabilir, çünkü çoğunluk son yaşananları biliyor.
O nedenle:
"Ne acıdır ki, bu kültür bu kadar doğal ve değerli bir çıkarımı yapacak parametrelerden yoksun..." cümleniz günümüzdeki durumumuzu çok güzel anlatıyor. :)))
Hiçbirimizin duyguları sizden farklı değildir diye düşünüyorum...
Saygılarımla...
Değerli Öğretmenim,
Yine çok önemli bir ders konusu...
Ülkenin tüm insanlarını bir araya getirmek ve onlara hitap etmek zor olsa gerek, lakin ağaç yaş iken şekil vermek, hamura şekil vermek gibi kolaydır. Ülke olarak bir türlü iyileştiremediğimiz kangrene dönen eğitim sistemi rayına oturmadığı müddetçe, ne yazık değindiğiniz konuların tümü daha çok dallanır budaklanır, uzar gider.
Özür dilerim öğretmenim, cuma namazına gideceğim için fazla uzatmayacağım, tüm değerli arkadaşlarımızı inşallah dualarımıza dahil edeceğiz.
Saygılarımla....
Mehmet Burhan AKIN tarafından 10/2/2020 11:47:58 AM zamanında düzenlenmiştir.
Serap IRKÖRÜCÜ
Zamanınız kısıtlı olduğundan dolayı olsa gerek, insan ilişkileri üzerine olan gelişimimizi de eğitimle ilişkilendirmişsiniz.
Oysa biliyoruz ki eğitim, doğumla başlayan ve ölünceye kadar olan bir süreç ve sizin gönderme yaptığınız eğitim ( öğretimin içinde olanı demek istediğinizi düşündüm ) birçok kişinin ( farklı nedenlerle ) eşit yararlanamadığı bir bir durum.
Kişinin kendini aşmasında elbette öğretimin payı büyük ama kabul edelim ki yeterli değildir.
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim.
Umarım bu değerlendirmeyi yazmanız, gecikmenize neden olmamıştır... :(((
Saygılarımla...
Mehmet Burhan AKIN
Hayır Öğretmenim, mahallenin camisi evimize yakındır, gecikmedim.
Cuma duasında bizzat sizin adınızı da zikrederek sitede bulunan tüm arkadaşlara duada bulunduk. Yüce Rabbim kabul etsin inşallah.
Aynen düşündüğünüz gibi hem öğretimin içinde olanları, hem de ailede başlayan ilk eğitimdir kastım. Elbette eğitim ve öğretim ayrı kavramlardır, ama ikisini beraber yürütmek istedim, hani birlikten kuvvet doğar derler misali insan ilişkilerini eğitime ve öğretime dayandırdım.
Küçük bir çalışmamdan küçük bir kesitle örnek vermek isterim.
Görev yaptığım okulların birinde, Milli Eğitim programları dışında bir çalışmamız olmuştu.
Okulun çevresi 1990 larda köylerinden göç edilmek zorunda bırakılan çok aile vardı. Hem kendileri ve hem de çocukları söz konusu eğitimden uzak kalmışlardı. Birinci sınıfa aldığımız öğrenciler okulda aldıklarını aynı akşam aile ortamında tekrar kaybediyorlardı. Öğrencilerin okula uyumlarını sağlamak amacıyla birinci sınıflarımız ders işlerken, aynı saatte başka bir derslikte çocukların anneleri ile bir aya yakın günde iki saat boyunca ben ve bayan rehber öğretmenimizle insan ilişkileri başta olmak üzere çok çeşitli konularda eğitmeye çalıştık.
Ve başardık öğretmenim... Başardık...
Bir derslikte anne, diğer derslikte çocuğu aynı saatte ders işlemek... Tamamen bana ait fikir ve uygulama acep Türkiye'nin her hangi bir köşesinde uygulandı mı, bilemem, çünkü hiç bir zaman milli eğitimin böyle bir programı olmadı.
Demek istediğim insan ilişkilerinde hem eğitim ve hem de öğretim at başı gibi gittiler.
Ha... şunu unutmadan, milli eğitimden sözlü de olsa bir teşekkür bile eden olmadı, çalışmalarımızı bir müfettişten başka.
Saygılarımla...
"O nedenledir ki bir süredir – karşımızdakilerde bu iki yeterliliği değiştirmenin mümkün olmadığını fark ettiğimden beri -kendimi kimseye anlatmaya çalışmıyorum, hele ikna etmeye hiç!.."
evet kendi iç huzurum için ve karşımda ki kişinin de onaylamasam da fikrine saygı duymam gerektiğine inandığımdan bu söylediğinizi destekliyorum
insanlarla tartışmaktan da hiç hoşlanmıyorum
birilerini kırmak ve üzmek en çok beni huzursuz ediyor
yazınız çok güzel hazırlanmış çok tebrikler sevgi ve sağlıkla kalın...
Serap IRKÖRÜCÜ
Bunu yaşamamak ve sürdürmemek için en iyisi bir an önce 'fabrika ayarlarına dönmek' diye düşünüyorum.
Bu dönüş, dediğiniz gibi olası tartışmaları bile başlatmadan bitirir, herkes yerini bilir.
Değerlendirmeniz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim.
Sevgilerimle...
Serap IRKÖRÜCÜ
Anlamlı katkınız eşliğindeki değerlendirmeniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
sayın Hocam.
Çok düşünmüşlüğüm vardır
"Acaba bilmeseydim daha da mı mutlu olurdum"diye.
Ama o zamanda birilerinin dediği gibi "TANE"olurdum.
Tek başımıza yaşayamayaksak, şayet sürü de değilsek,
toplum kurallarına uymamız lazım.
Anlamamız,anlaşılmamız lazım.
Birileri(sizin gibi)bildiklerini öğretmeli bizlere.
Biliyor,bildiriyorsunuz.
Bu site (maalesef) kavga ettiği sevgilisine şiir ya da mektup gönderme yeri değildir.
Öyle mi oluyor?
Evet öyle oluyor.
Bilenler bilmeyenlere öğretmeli bildiklerini.
Her yazılan yazı, şiir iş olsun diye yazılmamalı. Bir mesaj vermeli okuyana.
Nereden nereye...
Özür dilerim Hocam kaptırdım yine...
Yazınıza yorum yazayım derken daldım derinlere...
Saygılar Hocam...
Serap IRKÖRÜCÜ
Bir dönemde 'Bilgi mutluluğu artırır / bilgi mutsuzluğu artırır.' tezlerinin savunulduğu bir münazara yarışması yapmıştık, 2. tez kazanmıştı. Çocukların ortaya koydukları tezler ve örnekler... yenilir yutulur gibi değildi. Açık ara kazanmışlardı.
Anlamamız ve anlaşmamız için ilk yapılacak şey, egomuzu kontrol etmek diye düşünüyorum açıkçası. Bu kişilerden oluşan toplumda uyum kendiliğinden sağlanırdı sanırım.
Estağfurullah!..
Duygularımı anlatmakta daha 'hasis' davranıyorum galiba. Öyle olunca da bildiklerimi paylaşıyorum ben de...
Katılımınız ve değerlendirmeniz için teşekkür ederim.
Saygılarımla.
sayın hocam,
aşklarımız da ilişkilerimizin bir benzeri sonuçta,
burada kırdıklarımız ya da anlamaya asla uğraşmadıklarımızla ev, iş, ya da aşk derken
yapmadıklarımız ne yazık hep aynı.
cahillik eğo'su desem yanlış mı olur bilmem ama,
sonradan değerini ? anladığımız birinin bize hissettikleriyle nice şiirler yazarken
yan yana, omuz omuza olduklarımızın neden değerini bilmeyiz, bilmem.
ülkenin çok karanlıklarından geldiğini düşünen biri olarak ben,
Demirel resmiyle bu günküleri asla aynı kefeye koymam, utanırım örneğin,
utanmanın da bir erdem olduğunu bilmişlikten...
ellerinizden öperim, nice saygıyla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Hatta asıl iletişim becerisi aşkta!...
Öyle olur genelde... 'Kör ölür, badem gözlü olur.' boşuna denmemiş!..
Ülkenin geleceğindeki renk, bana göre geçmişin 'rengarenk' görülmesini sağlayacak.
O dönem liderlerinin farklı bir olgunluğu ve 'halka yakın' tarafı vardı gerçekten...
Konu, neredeeeeen, nerelere geldi!.. İyi oldu, zihin fırtınası yapmış olduk.
Teşekkür ederim.
Saygılarımla.
Serap Hocam İyi Akşamlar!
Bu bu akşam yine , yazınızı okurken, öğrenciliğime yolculuk ettim.
Afyonkarahisar lisesi ikinci kadında, tarihi bir binanın muhteşem
sınıfında 2 kişilik sırada oturuyordum.
Sıraların arasında, döpiyesiyle dolaşan, Atatürk'ün yeni nesli emanet
ettiği öğretmenimiz vardı ve kendinden emin anlatırken dersi, öğrenci
can kulağıyla dinliyordu öğretmenini.
"Anlamak mı anlaşmak mı?!?" başlığıyla okuyucunuzla paylaştığınız
yazı yine ders niteliğinde.
Ders alarmıyız?
Şems-i Tebrizi "Bildiklerini unut. Gel al eline bir silgi, şu yeni başlayan güne bilgilerini silmekle başla. Zanlarını, yargılarını, önyargılarını ve dahi bütün genellemelerini koy bir çuvala ve hepten terk et." demiş.
Biz kotlamalarımızı unutsak, bilincimiz temizlesek, yeniden programlasak; işte o zaman ön yargılar yok olur. Anlatılanı anlar, konuşana hak verir ve ayakta alkışlar!
İçerikli, Rahmetli Hasan Pulur'un ifadesiyle Kıssadan hisse alınacak bir makaleyi severek okudum.
Tebrik ederim Hocam.
Saygılarımla.
Serap IRKÖRÜCÜ
Şimdi sıra ve sınıf düzeniyle ders yapamasak da ben zaman zaman öğrencilerimle bu paylaşımları yapıyorum ( sadece sözel olarak ) ve onlardan fikirlerini soruyorum. O kadar güzel ve doyurucu - düşündürücü karşılıklar geliyor ki...
Her zaman belirtmişimdir. Ben mesleğimi öğrencilerimden öğrendim, beni onlar beslediler...
Onların beni dinlediğinden daha çok ben onları dinlerim, çünkü en çok anlattıklarının biri tarafından 'anlaşılmasına' ihtiyaçları var. Kabul ya da red cümleleri, anlayan tarafından yapılınca çok da kolay karşı çıkmıyor, düşünmeye başlıyorlar. Düşünmek iyidir. Düşünen kişi er ya da geç doğruyu bulur.
Biliyorsunuz ki alıntı yaptığınız üstadın terbiyesiyledir Mevlana'nın 'Gel!..' çağrısı.
Bu cümlelerde de 'takılıp kalmamak - her şeyi yok sayıp sil baştan oluşmak' var ki.. bu da zaten sağlıklı düşünmeyi ve belki de ardından anlamayı ve anlaşmayı getirir.
13. yüzyıldan bu yana insanlık mistik düşünceyi neredeyse tamamen terk ederek sanayi devrimi süreciyle beraber önce 'mekanikleşmiş'... ardından 'elektronikleşmiş'tir... Bu da insanı kendini 'merkezde' ya da 'odak noktasında' saymasına kadar götürmüştür.
Gördüğünüz gibi daha yazılacak çok şey var aslında!...
Değerli katılımınız, alıntılar eşliğindeki yorumunuz ve beğeniniz için çok teşekkür ederim.
Saygılarımla.