- 444 Okunma
- 0 Yorum
- 2 Beğeni
587 - ŞEKER
Onur BİLGE
"Şeker,
Dalgana taş atmayayım, seker meker. Zaten biz hep senin ailevi meselelerin hakkında konuşuyorduk. Zaman zaman üstündeki yükü hafifletmek için bazı olayları dramatize ediyor, seni güldürüyor, eğlendiriyordum. Ben de gülüyor, mutlu oluyordum. Hem seni kısa süreliğine de olsa mutlu edebildiğim için, hem de seninle konuşmakta olduğum için. Sesini duyabilmek bile ne büyük bir sevinç kaynağıydı bir bilsen!
Aynı anda ağzımızdan aynı sözler dökülüyordu, hayret ediyorduk. Aynı anda aynı şeyleri söylemek, isteyerek yaptığımız bir şey değildi ama bizim oyunumuzdu. Konuşma da bitti, oyun da bitti . Yani tadı olmaz artık, konuşsak bile. Eskisi gibi dakikalarca katıla katıla gülemeyiz de... Öyle güçlü bir bağ vardı aramızda koptu.
Belki ihtiyaç duyar da gelip akıl danışırsan, yine dinlerim derdini, bıktırıncaya kadar anlatırım düşüncelerimi, öğrenmek istediğin bir şey olursa bildiklerimi söyler, bilmediklerimi araştırır, öğrenir mutlaka elimden geldiği kadar aktarmak suretiyle yardımcı olmaya çalışırım sana ama artık o eğlence kapısı öyle bir kapandı ki bir daha asla açılamaz! İstesek de o haleti ruhiyeyi yakalayamayız. O bir demdi, geldi geçti.
Yine bir şeyler paylaşmak istersen, reddedemem belki kabul ederim ama: "Yaşasın! Ben varım onun hayatında tek dert ortağı, tek sığınağı ve tek dostu! Yine sesini duydum, ne güzel!.." diye havalara uçmam artık mutluluğumdan. Ebussuud Efendi gibi olacağım. Sakallı, asık suratlı ciddi... Tebessümümü bile göremeyeceksin. O sana yaşama sevinci verebilmek gayesiyle en kederli zamanlarında bile hayat doluymuş gibi neşeyle konuşan, sükûnetle yol gösteren, sabırla olayları törpüleyerek ehemmiyetsizleştirmeye çalışan adamı bulamayacaksın karşında. Onca sıkıntının arasında sevinç, huzur ve mutluluk dakikaları olamayacak bundan sonra. Bütün o güzellikler anılarda kaldı.
Yaşadıklarımızı hatırladıkça diyeceğim ki: "Bir zamanlar bir arkadaşım vardı. Sabahın köründe gelirdi, akşama kadar kalırdı yanımda, deli gibi konuşur, gülerdik, vaktin ne çabuk geçtiğini anlayamazdık! Kimseye demezdi derdini tasasını, annesine bile... Bir bana derdi. Ters yüz ederdik dertleri telefonda, küçücük şeylerle mutlu ederdik birbirimizi, silerdik gözyaşlarımızı, deliler gibi gülerdik!" O zamanlara özlem duyacağım muhakkak ama sana asla!
Neyse.. Her şeyin bir sonu var. Her şey bitimli... Bıkar insan bir yerde. Bıktın belki de benden. Haklısın da... Benim de özelime o kadar girilseydi ben de: "E yeter artık!" derdim, iterdim.
Dün birkaç kere ikaz aldım senden. Sustum. "Ört!" dedin, "Sus!" dedin "Kes!" dedin, "Görme!" dedin, "Deme!" dedin. "Sana ne bundan!" bile dedin. Daha ne diyecektin, nasıl uyaracaktın ki! Açık açık azarlanmayı mı beklemeliydim! Çıkaracak soru da, konuşulacak konu da kalmadı. Aramızda güzellik namına ne vardıysa bitti. Belki dertleşmeydi konuşmalarımız ama neticede neşemizdi, eğlencemizdi. Neler der de güleriz artık? Biz o nefes aldığımız kapıyı kapattık.
Benim çok tuhafıma ve hoşuma gidiyordu aynı zamanda aynı şeyleri düşünüp aynı anda söylüyor olmamız. İkizler gibiydik ruhsal yönden. Hem de tek yumurta ikizleri gibi...
Eskisi gibi korku ve endişeyle: "Sorma başıma gelenleri!" diye söze başlayabilecek misin bundan böyle? Ya da neşe ve heyecan yüklü bir sesle: "Bu böyle mi şu şöyle mi Sırdaş?" diye çocuksu bir sevinçle çıkabilecek misin karşıma?
Çok zor! O hüzün de sevinç de o zamandı, doğallığında... Seni bana sevk eden bir kuvvet vardı. Hediye alır gibi bizi sevindiriyor ve hayrete düşürüyor: "Kalp kalbe karşıdır!" dedirtiyordu o hissedişler. Nasıl olduğuna şaşıyorduk: "Hissi kablel vuku!" diyorduk ama üstünde durmadan geçmiyorduk. Ruhsal boyutta bir bilmece vardı aramızda ve biz onu çözmeye çalışıyorduk.
Birbirimize hayatlarımızdan bölümler anlatıyorduk. Farkında değildik belki ama çok zevkli bir oyun oynuyorduk. Hayatlarımız, duygu ve düşüncelerimizle biz birer puzle idik ve her konuşmamızda, her paylaşımımızda aldığımız parçaları doğru yerlere koyarak tanımaya çalışıyorduk birbirimizi. İkisi de yarım kaldı.Tamamlayamadık, çerçeveleyip de duvarlarımıza asamadık.
Sen haklıydın. Dahası lüzumsuzdu. "Malayani... Abesle iştigal..." diyor Kaptan buna. Boş ver.
Artık büyüdük biz. Kocaman olduk. Bize yakışmaz oyun oynamak. Uçukluk kaçıklık bize göre değil. Sana göre olabilir aslında. Sen maceraperestsin ve hiç büyümek istemeyen isyankâr bir çocuksun. Bana göre değil!
Üzülüyor, kahroluyorduk aslında, farklı nedenlerle, şiddetle konuşmak istiyorduk birbirimizle ama vakit ilerledikçe içimizdeki çocuklar dışarıya çıkıyor, oynamaya koyuluyorlardı. Kendilerini öyle bir kaptırıyorlardı ki oyuna, bir türlü kopamıyorlardı.
Yaşantılarımız yalnızken ya da başkalarıyla iken ne kadar çekilmez bir hal almış olursa olsun, biz o vesileyle belki de hayatımızda hiç eğlenmediğimiz kadar eğleniyorduk. Acaba bir ben mi öyleydim? Senin hakkında yanılıyor olabilir miyim? Onu sana hiç soramayacak, cevabını hiç alamayacağım.
Bilmem hiç düşündün mü seninleyken sevincimin sebebini. Bir şey hissetsem seninle ilgili, sana hitaben yazılmış bir mektup almış gibi telefona sarılıyor, heyecan içinde yetiştiriyordum. Sanki birlikte açıp okuyorduk.
Çok fazla özeline girmemeliydim, haklısın. Kızmadım. Samimiyim. Gereksizdi. Yok, hakikâten kızmadım. Dargın kırgın falan değilim, mübalağa etme! Sadece oyun bittiği için canım sıkılıyor. Oyuncağım elimden alındı.
Başka oyun bulamadık. Başka oyun oynayamadık. Büyüklerin oynadıkları oyunlardan... Biz o zaman çocuktuk. Onca zaman da aynı oyun oynanmazdı ya...
Gelecek ne gösterecek, bakacağız göreceğiz. Aradığını kuzeninde bulabilecek misin? Sen sevgiyi tanımamışsın. Sevgi nedir, nasıldır, bilmemişsin. Bir insan kendini bırakır da başkasını nasıl yaşamaya başlar, nereden bileceksin!
Ebussuud Efendi"
***
Onur BİLGE
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 587
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.