- 394 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Çeyiz sandığı
Tomurcuk bir gül gibiydi. Açmamış, kokusunu etrafına salmamıştı. Hayaller yumağında yuvarlanırken, çok güzel işler yapacağının umudunu taşıyordu.
Her gün tek katlı evinin, karşısındaki marangozun sesiyle uyanırdı. Testere sesleri sanki odasından geliyordu. Uyuyabilmek için Pazar günlerini iple çekerdi. Kapıdan dışarıya attığı her adımda marangoz dükkânı ile göz göze gelirdi.
Bahçeye ekilen limon ağacı da marangozun görüntüsünü kesmeye yetmemişti. Marangozdan gelen ahşap kokuları tüm sokağı sarardı. Yol kenarına dizilen dolaplar, sandıklar, yataklar herkesi kendine hayran bırakırdı. Okula giderken, yapılan yataklara hayranlıkla bakar, bir gün böyle yataklarda yatabilir miyim, diye kendi kendine söylenirdi. Çünkü yattığı demir karyola belini çok ağrıtıyordu. Bir odasının olmasını değil de, bir yatağının olmasının hayalini hep kurardı. Belki yatak ona oda görevi bile yapacaktı.
Çok çalışkan olan Hasan usta, ağaçlara okşayarak şekil verirdi. Evi dükkânın üstündeydi ama o yemek yemek için bile yukarıya çıkmazdı.
O gün okuldan gelirken gözleri yine yatakları aradı. Tek kat, çift kat, zımpara yapılmış yataklar. Ama hiç yatak yoktu. Hasan marangoz bu defa büyüklü küçüklü, değişik desenli sandıkları yolun kenarına dizmişti. Şimdiye kadar dikkatini çekmeyen bu sandıklara dikkatlice baktı. Çok da anlamazdı ama içlerinde bir sandık dolusu kitap hayal etti. Bir sandık dolusu kitabı olsa, her gün birini okuyabilirdi. Parası olmadığı için kitap alamıyordu. Bir kırtasiye, ona okuyup iade etmek şartıyla haftada bir kitap vermeye başlamıştı.
Eve geldiğinde yemek için herkes onu bekliyordu. Demirden paslanmış olan evin kapısını hiç sevmiyordu. Yavaş kapatmak zorundaydı. Yoksa çıkardığı ses, ev sahibinin seslenmesine sebep oluyordu. Yemek için ellerini yıkayıp sofraya oturdu. Kuru soğan da olsa herkes ne varsa mutlu bir şekilde yemeği yedi.
- “Hasan abi ne güzel sandıklar yapmış” diyerek sessizliği bozdu.
Lokmalar ağzında iken gözleri annesinin gözlerine odaklandı. Annesinin gözleri aniden düştü. Yüzünün çizgileri değişti. Boğazındaki lokmaları yutmakta zorlandı. Tüm bunlar onda annesinin evin işlerinde zorlandığını düşündürdü.
Üniversite sınavına hazırlandığı için okulda çok yoruluyordu. Başını yastığa koyar koymaz uykuya geçerdi. O gün akşam da karanlığa kalmıştı. Hızlı adımlarla eve gitti. Yemekten sonra odasına girince çok şaşırdı. Odanın bir köşesinde Hasan abinin yaptığı sandıklardan biri duruyordu. Ne için vardı bu sandık, Hasan abi hediye etmiş olabilir miydi? Annesine sandığı sordu. Annesi sandığın olduğu odada sedirin üstüne oturmasını söyledi. Kapıyı kapattı.” Bu sandık çeyiz sandığıdır. İçine bir kızın gelin olurken götüreceği el emeği göz nuru eşyalar konur. Her evlenen kız bu sandığı gözü gibi korur” dedi. Hala anlayamamıştı. Evde evlenecek kız olmadığı için başka birinindi bu sandık diye düşündü. Kalkıp odadan çıkmak üzereydi ki annesi bu sandığın kendisine alındığını, kardeşlerinin okuyabilmesi için onun fedakârlık yapması gerektiğini söyledi. Cümleleri anlamakta zorlandı. Daldı gitti. Sustu. Kelimeler yoktu. Alfabeyi unuttu. Aklı çok uzaklara gitmiş, giderken de ne varsa götürmüştü. Evlilik çağına geldiğini söyleyen annesi, çeyiz almaya sandıkla başlamıştı. İçini nakışlarla, yazmalarla dolduracaktı. Hatta annesi kendi çeyizinden parçaları bile sandığa koymayı düşünüyordu. Çok güzel gelin olacaktı. Herkes hayranlıkla bakacaktı.
Duygularını harmanlayıp bir kalıba koymak istedi. Bacaklarının titremesine engel olamıyordu. Odanın duvarları ruhunu sıkıştırdı. Gözleri karardı. Fırtınaya tutulmuş bedenini sakinleştirmeye çalıştı. Annesi odadan çıkınca sandığa vurmak istedi. Neden geldin ki diyebildi. Sen emek kokuyorsun, her karışında zarafet barındırıyorsun. Umutla işlenen nakışları muhafaza edeceksin. Sevdalı gençlerin yuvalarını süsleyeceksin. Ama daha çok erken diyerek yutkundu. Sonra başını bir masanın karşısındaki kâğıda bir de sandığa çevirdi. Düğümlendi kelimeler. Hayallerinin yazılı olduğu kâğıdı eline aldı. Dakikalarca baktı. Gözlerindeki yaşlara engel olamadı. Avazı çıktığı kadar bağırmak istedi, yapamadı. Mutfağa giderek su içip kendine gelmek istedi. Ne kardeşleri, ne babası seslendi. Onlar konuyu önceden öğrenmişlerdi.
Alabora olan kafasıyla yatağa girdi. Sabah olmak üzereydi ama hala uyuyamamıştı. Oturduğu yatağından bir çeyiz sandığına bir kitaplarına bakıyordu. Ağaç kokan sandıktan dolayı odanın havası çok değişmişti. Kitapları da ağaçtan değil miydi? Aynı kökten gelen kitap ve çeyiz sandığı farklı hayallere basamak olabilir miydi? Bu düşünceler yumağında başı çok ağrıdı.
Pazar günü yine de sınava girdi. Odasındaki sandık çalışma azmini başka diyarlara götürmüştü. İçini doldurmaya başlayan annesi meseleyi çok açmıyordu. Günler sonra aile arasında nişan yapıldı. Nişana gelen Hasan marangoza düşman gibi bakmaktan kendini alamadı. Dışarıya yansıtmak istemediği duygularıyla içinde bambaşka dünyalar kuruyordu. Söyleyeceklerini sadece içindekiyle paylaşıyordu. Yüreğindeki gül daha açmamıştı.
Üzerine dantelli örtüler örtülen sandık dolmuştu. En güzel kanaviçeler, yazmalı iğne oyaları canlı renkleriyle dikkat çekiyordu. Nakışların rengiyle sandığın kokusu birbirine karışmış, toprakla su gibi olmuşlardı.
Marangozun makine sesinin, ağustos sıcağına karıştığı bir gün kapı çalındı. Evin küçük kızının elinde bir zarfla içeri girmesi herkesi heyecanlandırdı. Yanına gelenlere ben okuyacağım diyerek zarfta yazılanları okumaya başladı. Zarf ablasının sınav sonuç zarfıydı. Ablasının mühendislik kazandığı yazıyordu. Zarfı ablasına verdi. Elleri titreyerek zarfı alan ablası göz pınarlarına engel olamadı. Zarfla odaya gitti. Kapıyı kilitledi. Ağladı, ağladı. Ne kadar gözyaşı varsa boşaltmak istedi. Zarfı öptü, kokladı. Bir elinde zarf, diğer eliyle sandığı tuttu. Kapağını açtı. Bütün eşyaları hızla çıkardı. Gözyaşlarıyla iyice ıslanan zarfı sandığın dibine koydu. Bir şey eksikti bu sandıkta, şimdi tamam oldu derken nefes almakta zorlanıyordu. Ağlamaktan artık sesi çıkmaz oldu. Kapıya hızla vuruluyor, kapıyı aç diyenleri bile duymuyordu. Eşyaları gelişi güzel sandığa koydu. Tomurcuk bir gül olduğunu düşündü. Ağlamaklı bir gözle sandığa baktı. Çeyiz sandığının en değerli eşyasını taşıdığını düşündü. Ve bir yemin etti.” Sen benim en değerlimi taşıyorsun bundan böyle sende benim en değerlimsin” dedi. Nefes aldığı sürece sandığı koruyacaktı.
Gözlerinin yaşını sildi ve usulca gidip kapıyı açtı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.