Gidişat Nereye...
Son otuz yılda insanlık teknolojik açıdan inanılmaz bir ivme yakaladı. Akıllı telefonlar, ses hızını aşan uçak ve trenler, organ kopyalama, akıllı evler, insansız araçlar, nano teknolojik kıyafetler, sesle çalışan güvenlik sistemleri ve daha binlercesi. Kapitalist sistemin bu baş döndürücü ve çekici dünyası hepimizin içinde bulunan bilinçaltımızdaki her şeye sahip olma ve daha iyi yaşama arzusu, egomuzun bütün varlığımızı ele geçirerek hayat algımızı yalnızca madde ve maddi dünyanın nimetlerine yönlendirme ve köleleştirmesine neden oldu. Bütün bunlar olurken fiziki dünyanın temellerini oluşturan iki temel gerçekliği kör olan algılarımız yüzünden gözden kaçırdık.
1.Var olan her şey zamanla çürümeye ve dönüşüp form değiştirmeye mahkûm dur.
2. Yeri boşalan fiziki veya manevi bir değer başka bir değer veya başka bir gerçeklik tarafından doldurulur.
Biz materyalist dünyanın zevk dolu bahçelerinde iliz yon yaşarken üzerinde bulunduğumuz dünyayı kendi ellerimizle yok etmeye akıl almaz bir sarhoşlukla devam ediyoruz. Milyonlarca yıldır var olan yağmur ormanlarını nehirleri denizleri ve gökyüzünü "daha rahat yaşamak adına katlediyoruz. Yeryüzünün doğal dengesini sağlayan bitki ve hayvan türlerini acımasızca yok ediyor ve doğal afetlerle karşılaşınca sanki bunların sorumlusu biz değilmişiz gibi şaşkınlıkla izliyoruz.
Uyuşmuş beyinlerimiz yansızca dünya nimetlerine sahip olmak için bizi birer vahşi canlıya çevirirken asıl ihtiyacımız olan maneviyattan öldürücü bir hastalıkmış gibi kaçıyoruz. Öylesine makineleştik ve zalimleştik ki.
Milyonlarca insan açlık savaş ve yokluktan ölürken sanki eski bir filmi izler gibi duygusuzca boş gözlerle bakıyoruz. Hayatımızdan sevgi, merhamet, anlayış, şükür, duygudaşlık, fedakârlık gibi kavramları çıkarmak için bir birimizle yarışıyoruz. İnançlarımız ideolojilerimiz cinsiyetimiz ırkımız milliyetimiz ne olursa olsun hepimizin tek bir kutsalı ve ideali "para" oldu. pastadan daha fazla pay almak adına içimizdeki habis hastalıklı ırkçılık sınıfçılık hücrelerini harekete geçirdik.
Hepimiz her şeyi bilen ve her şeye sahip olma hakkına tek sahip olan canavarlara dönüştük. Sürekli olarak biz ve diğerleri gibi ötekileştirici kavramlar yarattık. İşin aslında insanları yaratan Allah’ın dünyasında öteki diye bir kavram yokken biz kendi yarattığımız ayrımcı ırkçı sınıfçı Allaha iman ettik. Bölüşmenin paylaşmanın bizi bir yapacağına değil de elimizdekinin azalacağı korkusuna kapıldık. Yaratıcının kendisine iman etmeyenlere bile tanıdığı yaşama hakkını biz bizim gibi olmayanlara çok gördük. Yalnızca tüketmek ve yok etmek üzerin e kurulu bir hayata iman ettik. Bütün bunları yaparken kendimizi haklı çıkarmak adına dini milliyeti eğitimi ırk gibi argümanları kullanmaktan çekinmedik.
Hepimiz insan olarak doğduk ama acaba kaçımız insan olarak kalabildik. Kendi acılarımıza ağıtlar yakarken başkalarının acılarına ağlayabildik mi? Kendi sevinçlerimizi yaşarken başkalarının mutlu olmasını istedik mi? Kendimize hak gördüklerimizi başkaları içinde hak gördük mü? Kadınlara eşit davranıp adil olabildik mi? Aynı dine mensup olmayan insanları kardeşimiz sayabildik mi? Bizimle aynı eğitim ve sosyal statüye sahip olmayanları anlamaya çalışabildik mi? Farklı bir siyasi ideolojiye sahip bir arkadaşımızın da haklı olabileceğini düşünebildik mi?
Kuşlar gibi uçabiliyor balıklar gibi yüzebiliyoruz ama insan olabildik mi?
YORUMLAR
eh bunu zamanında düşünmek gerekirdi, iş işten geçti çoktan. bundan sonrası yıkım ve felaketler birbirini takip eder demeyelim, güzel düşünelim güzel diyelim hoş ve huzur dolu nice insanca yaşamlar diyelim..
güzel yazıydı beğendim.
haddimce tebrik ve saygılarımla.