- 1059 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GECE VAKTİ
BİR GECE VAKTİ
Giden zamanlar acıtıyor içimizi, dirhem dirhem “içimizden söküp” alıyor mutluluklarımızı; biraz gülümseyelim derken, kendimizi ateşin ortasında bulduk. Acılarımızla, biz artık, bu “dünyaya” sığamaz olduk! Kurşunlar madara etti kınalı yavrularımızı, yirmilik nefesleriyle, “ölümün rengini” edebiyete giydiler. Gecelerin katil yüzünü, gündüzlerin kırmızılı zeminini görür olduk! Yer, gök ağlarken, “yüzler gülmez” oldu!
İnsani değerlerin fakirleştiğini, içimize sıkıntıları çeke çeke öğrendik! İhanete teslim oldu gövdemiz, yavaş yavaş saymayı öğrendik; hakikatten kaçtık, hayatın hırlı havalarında “sokaklarda yüreyemez” olduk! Acemice vurulduk, soğuduk hayattan, kendimizden geçtik, içimiz “binbir derde” boyandı!
Düşünüyorum da, biz neden bu kadar ağır yükler taşıdık, ağıtlı türkülerimizle bir ırmağın şifasız suyundan neden kana kana içtik?Bedenimize işlenmiş duâlarla, aydınlığın cennet kapısını kucaklamayı dilerken; bitap düşmüş yalnızlıklarımızla, “ruhu çürümüş” insanların kol gezdiği hanelerde, yoksulluğu, haram yemeyen ebeveynlere, ölümü, kınalı kuzularımıza tattırdık!..
Bu evrenin yaşanmışlıklarını ruhlar, sevgi bezeli yarınlara anlatırken; demir parmaklıklar ardında, acil çıkışlı yollarda, insanlar hayata veda ederken, mumlanmış duvarlara bedenler çivilenerek, “çürümeye” terk edilecek! Dağların keskin yollarında, kentin kızgın semalarında ağıtlar yankılanırken; soysuz neferlerin hanelerinde dudaklarım kafesleşirken, “yürek bağım” tarihi yaşatacak, yalnızlığım, kelimelerim, benliğim, kine bürünen siyahi gecelerde, zehirli kelimeler işitecek, yokluğun ıslak mührünü basacak! Ve ben, o gün, yer, gök demeden “ateş püsküreceğim” hain ellere...
Bir gece vakti, uykusundan uyansa güneş; demli özlemlerden kucaklansa gün, sevgisiz, beş para etmez vakitlerde, kahpe ellerle, közlenirken nefesler, ruhlar âdeta üşüyordu! Gri bulutlar, gecelere yeller estiriyordu, kim bilir, hangi saatte? “Toprak renge bürünmüş kirli ellerin sahte kanları, bir bukalemun gibi renk değiştiriyordu!” Dere yataklarında, sevda gölgelerinde; can ocaklarında, var olan her şeyde, yıkılmıştı kent, “katiller imzalamıştı intihar mektuplarını,” çıra gibi yakılmıştı düşünceler!..
Kırık zeminlerin taşları bir deprem misali, mekânların zeminini çürütüyordu. Kaybolan zamanın gevşek yollarında, acımadan katledilmişti bebekler, kadınlar! Siren sesleri, insanların haykırışları yürekleri dağlıyordu; kelimelerin esareti altında kalmıştı dudaklar, isyanlar büyürken, gözyaşları sel gibi akarken, türkülü ağıtlar yakılıyordu sevdalara, “binlerce ruhla, on binlerce sevdayla!”
Katildi zaman, incinen ruhlar hep ağlamalıydı, dokunsan ağlarsın misali... Kırılgan, hüsrana uğrayan; hem zehirleriyle on parmakla hayata tutunan, onlarca kalp taşıyan gönüller, gecede, gündüzde, “çıra gibi” yakılıyordu...
Bir gece vakti, umuda yolculuk köprüsünde birleşmişti rehin yürekler; bu katil yaşamdan soğumuştu insanlık, bir gün, bu bozuk düzenin nefesine değecek güzellikler, her gün akıtılan gözyaşları çok uzaklara göç edip gidecek! Kıyı köşelerinde kararan umut dalları yeşerecek, ellerin sevgi sıcaklığı yüreklere değecek; insanlık için gün ayacak, yaralı gönüller şifa bulacak, umuda yolculuk diyarında buluşacak canlar. Ağaçlar “secdeye dururken,” zaman sevgiyle bütünleşecek; ve yarınlarımıza “yürek dilimizle” huzur serpeceğiz, bedenimizle aşkı hissedeceğiz, bu hayatı yaşadığımıza hiç usanmadan “şükürler yağdıracağız” bir gün, kim bilir?
Mehmet Öksüz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.