- 469 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Yalnız Kişi
YALNIZ ÇOCUK
Kendimi nasıl da onun içine atmıştım/Şimdi onu nasıl içimden atarım.
Sigarası ağzında, elinde kehribar tespihi kararsız adımlarla yürüyordu. Gürcü kapı durağını geçip yönünü kuyumcular caddesine çevirdi. Düşünceli ve dertli olduğu her halinden belliydi. Yapmayı düşündükleri için adım atıp atmamanın kararsızlığını yaşıyordu. Aklı ve kalbi arasında sıkışıp kalmıştı. Ruhundaki gelgitlere kapılmaktan sıkılmış ve dalgalarla boğuşmaktan yorulmuştu. Daha fazla ileri gitmek istemedi. Geldiği yönden hızlı adımlarla geri döndü.
Anahtarı çevirip evin kapısını açtı. Ayakkabılarını kapının eşiğine bağladı. Telefonun ışığıyla salona geçti. Kendini zar zor deri kaplı mor koltuğa fırlattı. Gözleri tavanda birkaç defa derin nefes alıp verdi. Sanki bir şey boğazını sıkıp göğsünü daraltıyordu. Dayanamadı, kalkıp ışığı açtı. 23.44’u gösteren duvar saatinin karşısındaki ceviz ağacından yapılma kitaplığa yürüdü. Sonra elini uzatıp üst raflardan rastgele bir kitap aldı. Kendisini boğmaya çalışan muammalardan bir sayfanın öksüz çocuklarına sığınmayı adet etmişti. Çoğu zaman ne aradığını bilmeden sayfaları çevirse de daha doğrusu karıştırsa da kitabın bağrından kopan koku ruhunu hoşnut etmeye yetiyordu.
Yorulmuş gözleri, pes edecekmişçesine kapaklarını indirip ayrılmak istiyordu. Mutfağa geçip çay yada kahve yapmayı düşündü. Fakat bunu yapmadı. Gömleğinin cebinden gözlüklerini çıkardı. Kitap ilk sayfadan itibaren zamanı bükmeye başladı. Uzun zamandan beri okumaya bu kadar konsantre olamamıştı. “Tüm öyküler belki de tek bir hikayedir. Tıpkı sarı çiçekli bayaz çileğin hikâyesi gibi.” dedi kendine.
Kendisi olmak uğruna yalnızlığı tercih ettiği için hemcinsleri tarafından dışlanmış bir martının şahidi olmuştu gerileyen gecede. Şartlara teslim olmayan, doğru bildiğini de kesinlikle okuyan Jonathan’ dan oldukça etkilenmişti. Kendine “Jon kadar- öyle ya arkadaşları ona Jon diyorlardı- tehlikeli bir seçim yapmalı mıyım?” diye sordu. “İçimdeki sesi dinlersem sonradan pişman olur muyum? Olmam herhalde. Ama yok, bir hikaye ile hareket edemem ben. Bu akıllıca olmaz.”
Verdiği kararı hızlıca değiştirdi. Psikolojisi de aldığı zıt kararları farklı mantıki düzlemler kullanarak meşrulaştırdı. Az önce, evet sen martı Jon gibi hareket etmelisin kararını mantıklaştıran aklı şimdi de bir hikaye ile hareket edilmez kararını da mantıklaştırdı. Bulmak istediği çözümler birer düğüme dönüştü. Kurtulmak ve tutunmak arasındaki doğru bağı kurmaktan aciz olduğu için kendinden utanç duydu.
Gözü alt raftaki yeşil poşete takıldığında şimdiye dek neden dikkatinin hiç çekilmediğini düşündü. İçinde ne olduğunu, nerden aldığını da hatırlamıyordu. Diğer gecelerden farklı bir gecesi olduğu artık gün yüzüne çıkmıştı. Merakla poşeti açtığında kendini bir kervanda buldu. Şalvarını ve cübbesini dikkatle incelerken deveci, kabileler arasında savaş çıktığını bu yüzden hem gece hem gündüz yol alacaklarını duyurdu. Zahmet herkes için aynı olduğunda onun için de exstrem bir durum yoktu ve olamazdı.
Üç gün sonra vahayı gördüğünde şaşırdı. Yüzlerce kuyu ve binlerce hurma ağacını göreceğini hiç tahmin etmemişti. Daha küçük ve şirin bir yer bekliyordu. Çadırlar arasında yürürken gözleri çay içebileceği bir yer aradı. Bulamayınca demliğini doldurmak için kuyuya yöneldi. Kendi çayını pekala kendisi demleyebilirdi. Su çekmek için kuyuya iyice yaklaştığında vahanın en yaşlı sakini, kuyunun dibine oturmuş kalabalığa rüzgara dönüşen bir çobandan bahsediyordu.
“Çoban, ‘Kör olmadan güneşe bakabilmem için ortalığı tozla sar’ dedi rüzgara. Çünkü genç güneşle konuşmak istiyordu.” dedi yaşlı adam. “Rüzgar her zamankinden daha güçlü esmeye başlayınca fırtına başladı. Hayvanlar iplerinden kurtuldu. Ve insanlar sürüklenmemek için birbirine sarıldı.”
“Çoban güneşe, ‘rüzgara dönüşmeme yardım etmelisin, ışığıyla bizi aydınlatan sen bunu yapmak zorundasın’ dedi. ‘Evren benim yaratılanların en aydını olduğumu bilir. Ama en bilgini olmadığımı herkes çoooook iyi bilir. ’ diye yanıtladı delikanlıyı güneş. ‘Ele el açacağına evreni ve kaderini yazan El’e el aç.’ dedi güneş. Genç dizlerinin üzerine otururken çıkmaz sokaklarda buldu kendini. Güneşin karşısında kendini mahçup hissetti. Ne yapması gerektiğini düşündü. Nihayetinde genç, güneşi dinleyip her şeyi yazan El ile konuşmanın zamanı geldiğine karar verdi. Ellerini semaya açtı. Ve içten içe yakardı. Nedamet duygusu aklını ve kalbini esir almıştı. Delikanlı ‘Sen O’nun bir aynası mısın’ diye sordu güneşe”
Yaşlı adam sohbetini bitirdiğinde yemekler yenilip çaylar içildi. Kalabalığın arasında oturan genç yaşlı adamın dikkatini çekti. Onu daha önce buralarda hiç görmemişti. Ve üstelik dertli birisine benziyordu. Geceyi geçirmesi için yabancıyı çadırına davet etti. Genç, zahmet vermemek için teklifi geri çevirdi. “Geleneklerimiz ve dinimiz misafir ağırlamayı emreder. Peygamberin sünnetine uymak zorundayız.” Diye ekledi yaşlı adam.
Gece ilerlerken sohbet iyice koyulaştı. Yaşlı adamın misafirini uyutmaya niyeti yoktu. Genç adam uykusunun kaçması için kendine bir bardak demli çay doldurdu. Kafasında gezen soruları yaşlı adama sormak istiyordu. Fakat suallerinin saygısızlık olup olmayacağı konusunda tereddütleri vardı. Bilmeden geldiği bir diyarda her haberdar olmadığı gelenekler varken rahat davranma lüksü yoktu.
Sonunda çok utanıp biraz da sıkılalarak yaşlı adama aşkı sormaya karar verdi. Yaşlı adam yeni bir sigara yakarken genç adam onun ağzında yeşerip düşecek kelimeleri bekledi. “Çoban Fatıma’ya ‘Benim karım olmanı istiyorum. Seni seviyorum.’ dedi. Genç kız testiyi taşırdı. Fatıma başını eğip dudağını ısırdı. Çoban genç kıza hikayesini anlattı. Genç kız ‘Doğru okuduğun işaretler getirdiler seni’ diye cevap verdi.”
“Peki sonra.” “Sonra, ‘Ben gidiyorum’ dedi Fatıma’ya çoban. ‘Ama geri döneceğim. Seni seviyorum. Çünkü bütün yaşadıklarım sana ulaşmam için yol gösterdi’ dedi. ‘İnsan sevdiği için sever. Aşkın hiçbir gerekçesi yoktur.’ Diye cevap verdi Fatima.” “‘Geri döneceğim’ dedi bir kez daha delikanlı. ‘Babam bir gün gitti daha sonra anneme geri döndü ve ne zaman gitse geri dönüyor’ dedi. Delikanlı genç kızı çadırının kapısına kadar götürdü. ‘Mektup’ dedi genç kız. ‘Ben senin Menkıbenin bir parçasıysam bir gün geri döneceksin.’” “Genç kız doğru kelimeleri doğru zamanda kullandığı için çoban kesinlikle çok şanslı.” Dedi genç adam. Yaşlı adam duygulanmıştı. Kelimeler ağzından düğümlenerek çıkarken harfleri titrek mum ışığında canlanıyordu.
“İşaretler” dedi yaşlı adam. “Doğru okunmazlarsa asıl ‘mektub’ hiçbir zaman anlaşılamaz. İşaretler yanlış anlaşıldığında doğru kelimeler hayatını kaybeder. Yanlış kelimeler ise hiçbir zaman hazineye götürmez. Doğru yaşamak için çok ince davranmak yetmez.”
Yaşlı adamı zevkle okurken sayfaları heyecanla çeviriyordu. Bazı cümleleri tekrar tekrar okuyor, sıralamaya dikkat etmeden geriye dönüp notlar alıyordu. Aklına takılan kelimelerin ve ayağını köstekleyen harflerin hayatına katmak istediği anlamı bulmak arzusundaydı. Bazen devecinin, bazen billururiye tüccarının, bazen de İngiliz kimyacının yerine koydu kendini. Fatıma’nın yerine düşündüğü zamanlar da yok değildi. Bekleyenlerin ve kaybedenlerin birbirini bulması için dua ederken duanın yönünü gösteren çoban yıldızına teşekkür etmeyi ihmal etmedi.
“İngiliz’in ‘Başarısızlığa uğrama korkusu şimdiye dek Büyük yapıt’a girişmeme hep engel oldu,’ sözleri doğru zaman ve mekânda söylenmiş sözler. Her şeye rağmen geç kalmış da sayılmam. ‘Kitaplar tıpkı kervanlar gibidir’ sözü onu bir kez daha haklı çıkardı. Yaşamın amacı doğru zamanda doğru yerde durmaksa tekrar yola revan mı olmal…”
Yolculukta tanıştığı herkese teşekkür ederek kervanla vedalaştı. Gecenin karanlığı ve dolunayın şahitliğinde bir avuç kum alıp eline tüm gücüyle avucunda sıktı. Kum taneleri parmaklarının arasında kayarak yere düştü. Kar taneleri ‘simyacı’ yazdığında çöl canlanıp yeşerdi. Güller açıp bülbüller öttü. Çilekler kırmızıya boyanırken aşk güllere büründü.
Kabartmalı harflerle üzerinde “Simyacı” yazan kitabı yeşil poşetine sardı tekrar. Kum saatini sakladığı yerden çıkarıp ters çevirdi. Kum saati küçücük saniyeleriyle çölü denize, denizi çöle döktü. Usulca geceyi gündüzün, gündüzü de gecenin içine sakladı.
Bu yolculuktan sonra toplumdan hızlı bir kopuş yaşadı. Dış dünyadan kendi özüne yürüdü. Belki dalgalar beni kıyıya vuracak ama yüzmekten vazgeçmeyeceğim.” dedi kendine. Kelimeleri arındırmanın kendini arındırmak olduğunu anlayan bir öykücü olmak için güneş doğmadan çantasını topladı.
“Hayatta bazı seçimler vardır ki bu seçimi yapmak herhangi bir tercihte bulunmaktan çok daha derin ve karmaşıktır.” Dedi deveci. “Karışmak ve karıştırmaktan korkanların bir hikayesi olmayacağını unutmayacağım.” Dedi deveciye. Demliği doldurup ocağa çay suyu koyarken misafiri olduğu yaşlı adamın “Öyküsel duruş, romansı kopuş” sözleri demini almıştı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.