- 465 Okunma
- 2 Yorum
- 2 Beğeni
TANDIR BAŞI MUHABBETLERİ 1
PEPUK – PUPUK ( GUGUK ) KUŞU EFSANESİ
Anlatırlardı çocukluğumuzda yaşı ilerlemiş büyükler;
“Geçmiş zaman olur ki” diye söze başladıklarında odalarda oturanlar pür dikkat kesilirlerdi, çıt çıkmazdı odanın duvarlarında kirli kokan tütün dumanından başka.
Yazı icat edildikten uzun devirler ve dönemler geçmesine rağmen halk arasında yayılmadığı bir gerçektir. Buna rağmen sözlü anlatım yerini koruyarak günümüze kadar gelebilmiştir. Fakirliğin hat safhaya vardığı ülkelerde; zalimlerin en acımasızları, düşkünlerin en perişanları, aşkların en güzel yaşanmışları, kahramanlıkların nam saldığı, afetlerin önüne geçilmediği ve güç; hakanların, kralların, padişahların, daha küçükleri ağaların ve beylerin elinde olduğu dönemlerde halk dertlerini, duygularını ve şikayetlerini sözlü olarak dile getirmişlerdir. Kimisi seslerini duyurmak amacıyla yönetimlere, kimisi de acılarını Allah’a havale etmek yolunu seçerek masallarda geçen hayvanlar örneklemelerine sığınmışlardır.
Her yörenin kendine has bir anlatım özelliği olur mutlaka. Bizim Handris yöresinde ki efsanelerden biridir PEPUK KUŞU efsanesi, Kürtçe olan orijinal dil anlatımı çok akıcı ve şiirseldir. Türkçeye çeviriline, nesir yönü öne çıkıyor PEPUK Kuşu efsanesinin.
Anlatırlar….
Vakti zamanda; dağların doruklarında yaz kış yılın dört mevsiminde kar eksik olmayan, geniş yayları, çağıl çağıl akan soğuk pınarları, ormanlarında yabani hayvanların barındığı, koca Murat nehrinin ilkbaharda hırçınlaştığı bir uçtan diğer ucuna aktığı yörenin dar vadisinin üst yamacında küçük bir dağ köyünde, anne baba ile iki çocuğu yaşarmış.
Kudret kalemiyle güzellikleri çizilen çocuklardan büyüğü kız, küçüğü de erkek. Öyle ki iki çocuğun sevimlilikleri çevre köylerde dillere destan olmuş. Herkes imrenerek ailenin mutluluklarına, neşe ve sevinçlerine ortak olmaya çalışırken, kem gözler durur mu..?
Baba bir sabah çocuklarını uyandırmadan saçlarını okşamış, azığını hazırlayan dünyalar güzeli eşinin de yanağına bir buse kondurarak güle eğlene değirmen yamacının eteğindeki tarlanın başına geçmiş.
Annedir… dişi kuştur yuvayı yapan. Kabı kaçağı birbirine vurarak, köşe bucağı temizleyerek günün işlerini bitirmeye çalışmış. Bir ara başını kaldırıp kapının önünde oynayan çocuklarına göz atınca, tanımadığı, görmediği korkunç gözlü nereden geldiği belli olmayan bir koca karı bitivermiş.
Anne, yaşlı kadına acıyarak gönlünün hoşluğuyla sorar:
“Buyur nene, hoş geldin… Buralardan değilsin sanırım, daha önce hiç görmüşlüğüm yok seni?”
“Doğru dersin kurban olduğum, yukarı köylerden olurum.”
“Hele şu kürsüde bi oturuver, yorgunsun şimdi… bir tas ayran vereyim de yorgunluğun geçsin.” Yaşlı nene kürsüde dinlene dursun, evin hanımı tez elden bir tas soğuk ayranı yaşlı kadına ikram eder. Bir yandan yudum yudum ayran içerken, diğer yandan acayip gözleriyle etrafı kolaçan etmekten geri kalmaz yaşlı kadın.
Efsane bu ya, sözün kısası yaşlı kadın çekilip gittikten sonra olanlar olur… Kendi güzel, huyu güzel evin kadını neye uğradığının farkına varmadan, beynine aniden şimşek çakar, iki kuluncunun orta yerine bıçak saplanır gibi sancıdan kıvranır, olduğu yere yığılır. Konu komşu başına toplanır, kocası tarladan henüz dönmemişken ruhu Azrail’e teslim olur. Ahlar, vahlar arasında köyün mezarlığında defnedilir.
Köyde herkes kendi işinin başına geçmiş, son güzün rüzgarı toprak damları döverken, ailenin neşesi, huzuru, mutluluğu yerini üzüntüye bırakmıştır. Evde aş pişirecek kimseleri olmayınca, bir müddet sonra babanın yeniden evlenme kararı verilmiş. Söylentiler üzerine yukarı köylerin birinde yaşı ilerlemiş bir kız bulmuşlar, baba yeniden evlenmek zorunda kalmış.
Kadere bakın ki; Çocukların üvey anneleri, kapıya gelen acayip gözlü yaşlı kadının kızıymış meğer. Koca kış boyunca evin içinde huzur bulamamışlar iki dünya sevimlisi kardeşler.
Üvey annenin çocuğu olmuyor, kısırdır. Haliyle kıskandığı içindir ki çocukları hiç sevmez, onlara düşmanca davranmaya başlar. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış. Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırıp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürmeye çalışmışlar.
Masallarda, hikayelerde ve de efsanelerde zaman çabuk geçer bilirsiniz. Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kenger çıkarma kazmasını vererek, kenger toplamaya göndermiş. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar.
…………………………….
Karların erimesiyle Handris’in dağlarında yetişen kenger bitkisi, diğer pancarlardan daha çok yetişir, dağ bayır her taraf kenger tümleriyle bezenir dikenli dallarıyla. Topraktan çıkarılırken çiğ olarak yenildiği gibi yağda yumurtayla pişirilmesi de çok lezzetlidir. Turşusu yapılır. Bütün çocuklar kenger toplamayı ve yemeği çok severler. Kenger sakızıyla da meşhur bir bitkidir, üzerine türküler bile yakılmıştır.
Kengeri, önemli yapan tüm bunlardan da öte acıklı efsanesidir. Farklı biçimde de olsa kengerin bittiği her yerde Pepuk kuşu efsanesi bilinir ve çocuklara anlatılır. Efsane, kimi yerlerde farklılık da gösterse, konu benzerdir. Kimi yerde erkek kardeşin acısı anlatılır kimi yerde kız kardeşin acısı...
………………………………..
Abla, kazma ile tek tek çıkarıp topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyar. Hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamaya devam ederler. Artık köye dönme vakti gelmiştir, gecikirlerse üvey anneden yiyecekleri dayağın farkındadırlar. Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran ablası;
“Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi? Biz şimdi eve nasıl döneriz? Üvey annemiz bizi öldürür.” deyip çıkışmış kardeşine. Kardeşi ise;
“Hayır, abla bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!” demiş, ancak ablasını bir türlü inandıramamış.
“Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!” demiş.
Üvey anne korkusuyla ne yapacağını bilemeyen ablası almış bıçağı, karnını yarmış kardeşinin. Kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş oğlanın… Kardeşi doğru söylemiş, meğerse kengerleri yememiş. Kardeşinin karnını yeniden dikmeye çalışmışsa da iş işten çoktan geçmiş, kardeşi oracıkta ölmüş. Bir yandan kardeş acısı, diğer yandan üvey anne korkusuyla ne yapacağını bilememiş.
Gidip torbaya tekrar bakmış ki ne görsün, torbanın dibinde kocaman bir delik var. Sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamışsa da iş işten geçmiş bir kere. Meğerse üvey anneleri onlara eve geldiklerinde sırf kötülük etmek için bahanesi olsun diye dibi delik torbayı bilerek vermiş.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acıyla neye uğradığını şaşırmış, orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvermiş. Mezarın yeri belli olması için başucuna bir fidan dikmiş. Üvey anne korkusuyla eve dönememiş. Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış.
“Allah’ım beni bir kuş yap ki adı PEPUK –PUPUK (Guguk) kuşu olsun. Bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara;
“Kardeşim” diye, seslenip durayım“ demiş.
Ağlamaktan bin beter olmuş, kardeşinin mezarını kucaklayarak halsizlikten uykuya dalmış. Rüyasında beyazlara bürünmüş dünyalar güzeli bir peri görmüş. Kanatlarını süzerek etrafında dolanan periye hayretle bakarken bir de ne görsün, peri sandığı, dünyalar güzeli annesinin ta kendisi.
O anda kızın dileği kabul olur. Bir kuş olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konmuş, kardeşi için seslenip durmuş.
Efsane bu ya… İşte o gün bu gündür GUGUK KUŞU olan kız;
“Pepuk… Pupuk” deyip, acıklı acıklı öterek dağlarda oradan oraya dolaşır, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur. Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber Pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar.
Efsaneye göre Pepuk kuşu kardeşine şöyle seslenir:
“Pepuuk...!!!! ( Eyvah…)”
“Pupuk… !!!! ( Vahvah…)”
“Kekuu…!!!! ( kardeş, abi…)”
“Ki kuşttt…? ( Kim öldürdü…)”
“ Min kuşt...!!! ( Ben öldürdüm…)”
“Ki şuşt… ? ( Kim yıkadı…)”
“Mın şuşt..!!! ( Ben yıkadım…)”
“PEPUK…!!! PUPUK… !!! ( EYVAH… VAHVAH…)”
26 Eylül 2020
Mehmet AKIN
YORUMLAR
Sayın Hocam.
Yazımızı yazdıktan sonra önümüze bir pencere açılıyor.Sistem soruyor bize,
yazınız hangi türden? Sıralanan türlerin içinde Masal da var.
Ama şimdiye kadar hiç birimiz bu türden yazı yazmadık.
Siz bu güzel yazınızla bunu başlattınız.
Çok teşekkür ediyoruz size.
Bundan sonra bu türden de yazılar yazmamız da fay davar.
En azından ben deneyeceğim.
Konu da güzeldi, anlatımda.
Sizi kutluyor, selam ve Saygılarımı gönderiyorum.
Mehmet Burhan AKIN
Şeref verdiniz Efendim...
Anadolu'nun köylüklerinde tamamıyla kaybolmaya yüz tutmuş ya da bunca geçen zamana rağmen henüz açılmamış öyle hazine sandıkları varır ki insanlığa ışık tutan...
Sizin oraların "Sinsin" oyunu ya da bizim yörenin düğünlerde çekilen halaylarında kalan kültür mirası hazinelerin anlamlarını ne kadar biliyoruz acaba sorarsak, kim asıl cevap verecek doğrusu merek ediyorum ?
Neden olmasın sayın Komutanım, hem e zevkle okuruz.
Saygılarımla Efendim.
Mehmet Burhan AKIN
Her masal, hikaye ya da efsanenin içeriğinde bir anlam görüyorum okurken, ışığına tutunarak yürüyorum kör karanlıkların ortasında bana yol gösteren kılavuzlar gibi.
Önce çok dinledik ve çok okuduk, ufkumuz gelişsin diye. Okudukça güzel görmeye başladık, güzel gördüklerimizi paylaşmak görevdir, kendimizi insanlığa hizmetçi adamak ise Allah'ın lütfu olarak biliyorum...
Saygılarımla...