- 686 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Dedemin Umudu
Vakit epeyce ilerlemişti. Usul usul yaklaşıyordu akşam. Biraz önce yol sapağında otobüsten inmiş, nihayet ayak basabilmişti köyünün tozlu yoluna. Hiç duraksamadan yokuş yukarı biraz yürüdü, manzaralı bir dönemeçte azıcık soluklandı. Tekrar yola koyulmanın vaktiydi. Yerinden doğruldu, dalgın dalgın yürümeye başladı. Sırtında bir çanta, elinde bir bavul ile hava kararmadan köyüne varmak, yıllarca gözünde tüten ailesine sürpriz yapmak istiyordu.
Anayola biraz uzakçaydı köyleri. Yarım saat kadar yürümüş, yolun çoğu kısmını tüketmişti. Az ötede bir çınar ağacı, onun yanı başında da şırıl şırıl akan bir pınar olacaktı. Çocukluğunda çok severdi orayı. Ne hatıralara tanıklık etmişti çınar ağacı ve yanı başındaki pınar.
Çeşme dedesinin yadigârıydı. Sanki ölmeden yetiştirmek istercesine gece dememiş, gündüz dememiş, o sert kayaların arasında yollar aça aça suyu bir boruyla yolun kıyısına kadar indirmiş, sonra bir de kendi elleriyle çift oluklu taştan bir çeşme yapmış, birkaç hafta sonra da vefat etmişti. Şöyle yazdırmıştı dedesi çeşmenin başındaki taşa:
“Çağlasın kıyamete dek şu berrak su
Serinlesin çeşmeden bu yolun yolcusu
Hayır işledim amma, günahım çok daha
İç suyu da oku içten bir Fatiha!..”
Bu mısralarla birlikte akıp gitti maziye, ya da mazi akıp geldi o âna... Âhh, her hatırlayışta yüreğini burkan o güzelim günler!.. Kuş olup çocukluğunun masmavi düşlerine kanat çırpabilseydi...
Dedesinin ilk torunu idi o. Onun için çok severdi dedesi onu, hatta ismini bile dedesi vermiş, ’Umut’ olsun demişti. Özellikle eşinin ölümünden sonra torunundan ayrı kalamaz olmuştu Ârif dede. Birlikte sık sık yollara düşer; bağlara, bahçelere yahut da çamlığa gider; her mevsimde tabiatın seyredilecek ve sevilebilecek pek çok güzelliğini bulur; kuş, böcek ve su sesleri arasında dertleşirlerdi.
Nelerden bahsetmezdi ki dedesi!.. O ılık yumuşak sesiyle; şiirler, ilahiler okur; hikayeler, masallar, kıssalar anlatırdı. Okula gidememişti; fakat kendi gayretiyle okuma-yazmayı öğrenmiş; o kıt şartlarda kitaplar, dergiler getirtmiş, gece gündüz okumuş; âlim zatların sohbetlerinden istifade etmişti. Öylesine dolu dolu yaşamıştı ki hayatı, yazılsa kitap olurdu.
Dinlemesini ve dinletmesini iyi bilirdi, insanlarla çok samimi olmasına rağmen vakarını korurdu hep. Onun için çınar ağacıyla dedesinin resmi daima yan yana dururdu zihninde. Çok uzaklardan bile akıl danışmaya gelenler olurdu ona. Çoğu meseleyi çözer, çare yollarını sayardı tek tek. Sonra da bu bilgi ve becerisini Allah’ın bir lütfu sayar, kibirlenmezdi.
Kırlangıçların gurbet ellerden dönmeye başladığı taptaze bir bahar gününde bahçedeki yeni çiçek açmış badem ağacının dibine oturmuş, meyve yiyorlardı. Cevabını çok merak ettiği önemli bir soru vardı kafasında. Elmanın bir dilimini dedesine uzatırken de sormuştu:
“Dedeciğim, bilirim sen düşünmeden bir şey yapmazsın. Benim adım niçin Umut?”
Dedesi, “ilahi çocuk” dercesine şöyle bir gülümsemiş ve o günden beri aklından, ruhundan bir an bile silinmeyen şu manidar sözlerle cevap vermişti:
“Evladım, şu dünyada insanı canlı tutan, neşelendiren, geleceğe kararlılıkla yol aldıran ve korkudan, karamsarlıktan uzaklaştıran ‘umut’tur. Umut, mutluluğa, başarıya uzanan yolun ilk basamağıdır. Ben şu dar çevrenin dışına çıkamadım. Kendime, çevreme ve insanlığa yeterince faydalı olamadım. Kendimi aramanın telaşı içinde koskoca bir ömrü harcadım. Yine de umutsuzluğa kapılmadım. Ben olamasam, dünyadaki rolümü hakkıyla oynayamasam bile, sen varsın ya! Sen umudumsum benim, geleceğimi süsleyen tomurcuğumsun.”
Sonra ona göstermeden yaşlarını sildiği gözlerini çok ötelere dikmiş, derin düşüncelere dalmıştı.
Şimdi ise göz yaşlarına hâkim olamayan Umut’tu; yıllar önce güle oynaya, dedesiyle bilmem kaç kez geçtiği şu yolun tozlu sahifesini, derin bir hicranın ve hicabın ılık damlalarıyla yıkıyordu...
“Ya dedemin umudu olamadıysam, ötede onun yüzüne nasıl bakarım?..” diyordu.
Birden bir su şırıltısıyla sıyrıldı dalgınlığından ve endişesinden... Dedesinin çeşmesiydi bu, âriflerin çeşmesi... Sanki dedesine kavuşacakmış gibi bir hisle koştu çeşmeye. Kana kana içtiği her tasın ardından Fatihalar gönderdi ona. Dedesinin “Umut’um, umudum!..” diye seslendiğini duyar gibi oldu. İçine serinlik, ruhuna ferahlık geldi. Öyle bir dedesi olduğu için şükretti Allah’a.
Biraz sonra varacağı evine/ baba ocağına doğru güçlü ve kararlı adımlarla yürürken heyecanına diyecek yoktu...
*****
(19/11/2020 tarihinde, Telmihçe Dergisi’nin elektronik eki olan Telmihçe Öykü’nün 1.sayısında yayınlanmıştır; sayfa:33-34)
*****
www.telmih.com/telmihce-oyku-1-gerceklik/
www.telmih.com/telmihce-oyku-1-gerceklik/?fbclid=IwAR0HqLbeqAy6ApO0O93LJxiF1Reh4Q1M-WEfDcq-6pmk39I5Ald-N99UPKg
*****
Daha önce 2001 Mayıs ayında yayınlanmıştı.
*****
(Bu hikayem, 26/11/1999 tarihinde öğretmenlik yaparken Eraslan ve Suluova’da ilk şeklini almış; 01/04/2001 tarihinde Suluova’da yeniden düzenlenmiştir.
*****
(Foto: 12/09/2019 (14.54) Mimar Sinan’ın doğduğu Ağırnas Köyü)
*****
(Son tashih zamanı: 14/02/2021, 19:08; Kocasinan, Kayseri
*****