- 290 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Amsterdam’ın Sokakları
Şimdi Amsterdam’ın kalabalık sokaklarını beraber arşınlayıp kendi halimizde sükunetle el ele ve engin hayallerin kollarında dalgın dalgın yürüyoruz. Bir saatlik bir vapur turundan sonra görkemli binaların arasından hiç adını sanını bilmediğimiz sokaklardan geçerek gelişigüzel yürümek bu olsa gerek diyorum içimden.İçimizde taşıdığımız sevinçle beraber. Güneş gibi sıcak gözlerine baktıkça mahcubiyetini gizleyemeyen benim saygıdeğer Bahriyem kelimeleri seçerken bile ağırbaşlı bir sorumluluk bilinciyle hareket ettiği için bu güzel insanı bazen güneşten bile kıskanmak zorunda kalıyorum. Böyle anlık sevgi yoğunlukları çoğaldıkça ona olan saygımda artıyor içimde her adımı atışımda daha da belirginleşerek. Güneşli ve ayaz bir havanın müzdarip olduğu Pazar sükuneti eğlencelerin merkezi olan Amsterdam’ın merkezine kurulmuş sircus şenlikleriyle çocukları sevindirirken kalabalıkları yara yara ilerlemek zorluğunun dışında bir engelle karşılaştırmıyor insanı. Şurada göze ilişen bir müze, burada rastlanılan tarihi bir bir yapı uzak doğunun motifleriyle Avrupa klasik yapı sitillerinin özdesleşmesinden ve kaynaşmasından oluşan bir bütünlük oluşturan şehir mimarisi evlerin mükemmeliğiyle insanı büyüleyen duygular kucaklıyor seyredenleri … bu şehir kozmopolitik yapısını daha şehire ilk adımını attığınızda bile hissetiriyor. Renkli bir bir bütünlük bütün tezatları bünyesinden biriktirerek sarhoşundan esrar içene, menenjerinden ev kadınına, öğrenciden işsizine, orta hallisinden en yoksuluna kadar herkesi bağrına basarak selamlıyor adeta. Gözalabildiğine insan kalabalığı ve akan bir hayat sürekli olan.
Bütün bunların yanında duygularımın gerçek sahibi olan, ellerinden tuttuğum halde içimi saran sarhoş duyguların bedenimiesir ettiği güzelliğin adeta yüreğiyle fiziğinde bütünleştirdiği nadide insan, yürek kadını Bahriyemle buraları görmek ise deyim yerindeyse „mükemmelliğin yaşandığı anlar“ olarak beni ve ruhumu sarıyor sevinçle beraber.Bunca yıldan sonra, Seni, seni bulmanın, varlığını keşfetmenin acılarıma antibiyotik bir ilaçtan daha keskin ve daha sagaltımcı bir terapi gibi hükmettiği bu yüce insan yaşadığım bütün acıları, ihanetleri bir bakışıyla silip süpürmesi, içimi tertemiz duygularla doldurması, bir Tabula Rasa’dan kurtularak yeniden yasama sevinciyle kuşatılmanın sersemliğinin dışında bir eksiklik bırakmıyor bedenimde bu güzel insan.
Yanınmda yanıbaşımda elimden sıkı sıkıya tuttuğu halde yine de ona karşı derin bir özlem duyuyorum beraber yürüdüğümüz halde. Düşüncelerim hep gülümseyen gözlerini, yanaklarını, dudaklarını alnını, ok gibi kipriklerini, kalem gibi kaşlarını binlerce kez gözümün önüne taşıyor sevgiyle.. ve içimden, aah yüreği nakışlı sehergülüm, sümbülüm, mor menekşem, çiğdem çiçeğim, leylak kokulu sevgilim, lilien gülüm, lalem, nergisim! Diye duygularıma sarılıyorum ona belli etmeden sevgimi. Bazen severek yürüdüğüm yayla yollarında kaba saba sesimle kendi kafamdan uydurduğum ve söylediğim türküleri getiriyor aklıma Amsterdam’ın ortasında ve burada hiç ismini bilmediğimiz insancıllaşmış, evcilleşmiş daha önce hiç göremediğim bir türüne rastlıyorum aynen köyün tepelerini aşarken uçup giden kuşlardan gördüklerim arasında olmayan cinsinden. Yalın ayak, lastik ayakkabıyla yürüdüğüm yoksul yollar aklıma geliyor birden bu garip insandan kaçmayan güzel kuşu görünce… üşüdüğüm zamanlar aklıma geliyor akşamları bu yollarda, yağmurda, kışta, karda, tipide ve kırk derece sıcakta yandığım günleri hatırlarken. Bir anlığına da olsa vurgun yemiş denizci gibi hissediyorum kendimi sevinerek. Ne çok üşürdük yayla yollarında... „Ve hemen arkasından, yüreğinde, sevgilimin yüreğinde olmak istiyorum kocaman ateşler yakarak o üşüyen ellerini yine yüreğimle o mübarek ellerini ellerimle ısıtmak için sevgili eşimin… Sankı gülbang çeker gibi bir havaya giriyor yinede yüreğim sevgsimi sunmak için Bahriyeme… „Şimdi üçler, beşler, seyitler aşkına usla yüreğimi. Usla ve bırak yaralı kalsın seven yanım... Gözlerimdeki yaşları topla, bırak çöl olsun kaderim... Bir kardelen aşkı kalsın içimde, bir de bu kahreden gurbet ezgisi... Gerisi Elst‘e aşkına ağlamak olsun diye hüzünlü bir iki dakikalık bir duygu kaplıyor yüreğimi... Gözlerin, gözlerimde hangi pınarın mavisi, hangi ayın vurgunuyduacaba mavi gecelerde ahu gözlümün...
Eğer umudun bir adresi varsa, o da sensin, sen güzel olan her şeyi çoktan hakkeden sen, emek veren sen, hep sen, sen, sen, sen ve yine sen. Yine soruyorum: Umudun adresi var mı? Sevgiye nereden gidilir? Yitirdiğim adresini sen debuldum dostluğa giden yolun, vefanın, aşkın. Bul beni… Her adımda ateşlere basıyorum, körler ülkesinde, kördüm ben. Ben yaşamın adını sen koydum, senin adını sevda, sevdanın adını yaşam. Düşmütşüm, tut elimden kaldır beni, alıp sevdalaragötür... beni haykırışlar içimde uğuldarkken. Evet, sesin çağlayan bir ırmağın türküsüydü karlı dağlarda oy nazlı Yarim. Gülün boyun büküşüydü hasret bahçelerinde, ben gönlümü yalnızca sana sakladım yıllar boyu… Sev beni, sev beni ateşler içinde de olsanda! … Düşmüşüm kaldır beni, yüreğine yaslanayım. Üçler, yediler, kırklar aşkına ah nazlı yarim, Bir Tanem, Bahriyem, Kalem Kaşlım, Ok kipriklim, Medar-ıİftiharım, Can Damarım, Sultanım, Şahım, Feriştahım! ..“
Canevimde büyüyen hasretimi yasladım da yıllara; uzak, çok uzak bir yıldızda kaldı düşlediğim dünya. Sonra uzun bir kar yağdı yollara, üşüdüm. Duman oldu, tufan oldu ömrüm, içimde dinmeyen fırtınalar, gece karası öfkeler kaldı yüreğimde ve ihanetlerin açtığı çukurlar, hesabını kimselere soramadığım… Ama senin gelişinle birdenbire aydınlanan yüreğim okkalar dolusu sevgisini sunmak için sana, çırpınıp beklerken, takıldığım sevgi çemberinin çelikten yapılmış telinde seni buldu ve her şey, her beklentim huzura erdi, erişti sayende. Çünkü, bir dilberin ta kendisiydin sen. Üstüme kar yağdığında yorganım olan sen, başımda gam, gönlüm rüzgarlara vurgun, yollar duman. Ateşler içinde dolanır kanım, yüreğim, sensiz kalan yanım. Sarıl bana üşüyorum, sarıl bana düşüyorum, nedenini sorma ne olur… Zaman kör karanlık ve acımasız. Yıldızlara dönder yüzümü oy Bahriyem, lekesiz sabahlara döndür, ya da yüzün gibi tertemiz et, eskimiş bedenimi, aşkınla sararak. Güneşe dönder yüzümü, şimdi soğuk bir kutup dünya, iliklerime dek üşüyorum. Kar altında kalbim şimdi, dağların doruklarında gözlerim üşüyor, gözlerimin anadolusunda kirpiklerim. Mühür vuruldu yaralarıma oy Bahriyem, çam kokularını saçlarına toplayan Bir Tanem, eğer sararsan anamın bıraktığı yerden beni, o sıcak dostluğun ısıtır beni ancak, hilesiz sevgin ısıtır. Bunca yıldır gönlümü yalnızca sana sakladım. Sev beni üçler, beşler, onikiler, on yediler, masum-i paklar, kırklar aşkına”.
Derken yine yanılmadığımı ve hayaller ülkesinde olmadığım gerçeğiyle köşedeki kahveye giriyoruz biraz mola vermek için. Ve yine bu güzel insan, ruhunu başıma taç ettiğim sevgili Cananım burada da bana hizmet etmek için adeta yarışıyor zamanla… Kahvemi, getiriyor, suyumu getiriyor ve beni çoğaltıyor. Oysa her baktığında pire gibi zıplayan ben ben olmaktan çıkıyor uysallaştıkça uysallaşıyorum Cananımın ellerinde yamışarak. Hep gülümsüyor gözleri, derin bir pınarın mavi ve duru akan suyu gibi… çok ince bir ruhun kaliteli kişiliğine hükkmettiği bu insan benim eşim olduğu için bu kocaman Fransız kafeteryasında haykırasım geliyor içimden, bir dilim ekmeğini bile benimle paylaştığı ve sevgiyle gülümseyerek yüzüme baktığı için. O, salına salına ellerini yıkamağa giderken mağrurla yürüşü beni gururlandırıyor ve kalbimin kan basıncı periyodik bir artışla beynime kadar pompalanıyor sevginin içimdeki hararetiyle… ve içimden yine bir şeyler mırıldanıyorum: Ey yarasında nehirler fışkıran kalbim, ey saksısında sevgiler büyüttüğüm kalbim, bak akşam oldu yine, düşlerim hayal değil, bunca yıl bekleyişine değdi. Uzun bir ah çekerek, bu acıların hesabını kime soracağım diye bir kaygımda yok olmustu artık. Kendimi anlatacak kadar vaktim de var artık bu saygıdeğer insana. Aşka ve sevgiye olan ahdımız var ey Bahriyem. Paylaştığımız şiirleri serp üzerime su yerine, sevgini serp üzerime.Üşüyorum… Gel, yürek çatlağı bir ezgiye sar beni, gül yaprağı bir sevgiye sar ki, ölem. Gümbür gümbür bir yürek nasıl düşermiş toprağa, görsün dünya alem Amsterdam’ın ortasında. Neymiş sevgi görsünler bu çatlaklar, bu yarım yamalak yaşanılan hayatlar“ haykırışı ses buluyor B......’m lavobodan geri gelinceye kadar beynimde yankılanarak.
Ve böylece sevince imza atıyoruz birlikte. Gara doğru sakin ve sessizce yürürken bu köprülerin şehirinden ayrılmadan önce. Artık göğüsleri yaralı iki turna yok, uçan, hep uçan, sevgiyi ve sevinci kendi çapında yaşamak için emek veren biz ikimiz varız merkezde… Gurbetin ve ihanetlerin kırdığı kanatlarımız bu gün biraz daha iyileşmiş, sevgimiz biraz daha derinlesmiş vaziyette dönüyorum evmize… Bitmeyen hüzünlerin kancasını, kopçasını, anelesini, zincirlerini, palamirlerini kırarak. Artık karanlik günler yok önümüzde. Bak, Amsterdam binlerce köprüyle birbirine nasıl bağlanmışsa ben de sana içimden çelik bir köprüyle bağlanmışım Bir Tanem, huzurumuz daim olsun saygıdeger Sultanım, Bahriyem. Seni seviyorum haykırışları çınlıyor içimde, ezgilere tutsak kalmadan… Kendiliğinden yasa geçen trenler bizi selamlıyorlar o büyük tarihi binanın peronlarında. Seviniyorum, seviniyorum, kan çanağı gözlerimin yerine sevgiyle dünyayı görmek ve yaşamak için olanca kuvvetiyle parlayan gözlerimi hüzünden kurtardığı için minnet duyduğum ve duyacağım ciğerlerime nefes veren Bahriyem.
H. Hüseyin Arslan - 05.04.2013
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.