EKOSELİ GÖMLEK
Trompetin çubukları ritmi yakalayamayınca işiteceğimiz azarın yer ve zaman ayarı olmadığını biliyordum. Nasıl olmuş da göze almıştım bunu anlayamadım. Daldığım hayalden uyanmamı sağlayan Horoz Memed, zil yutmuş sesiyle ciyak ciyak bağırarak tepemde belirmişti.
- Aklın nerde kızım senin?
Kendime geldiğimde trompet takımımız çoktan İzmir Marşına geçmişti.
Hemen toparladım kendimi, aldım gözlerimi cafcaflı camekandan. Cadde üzerindeki insanlara aldırış etmeden vurdum çubukları gergin davula Horoz Memed’ in gergin suratına vurur gibi ;
İzmir, İzmir/Bakıkesir + İzmir+ Van
Ayaklarımın ve çubukların ritmi yakalaması uzun sürmedi. Ama aklım vitrindeki ekoseli gömlekte kalmıştı.
O gunden sonra okul yolum değişmişti. Duvarına yaslandığım Istanbul Pastahanesinin sıcak poğacalarınin kokusu,burnumun direğini kırarcasına sızlatiyordu. Başka zaman olsa onlardan bir tanesini alıp pofidik gövdelerine koca koca ısırıklar koyarak giderdim okula. Ama sırtım dönüktü işte onlara. Şu karşımdaki mağazanın vitrinindeki ekoseli gömlek kadar dikkatimi çekmiyordu poğaçalar. Sırf bu anı yaşamak için alelacele atıştırdığim kahvaltı sofrasından çarçabuk kalkıp iki kilometre gidişi iki kilometre de dönüşü olan okul yolunu tutuyordum.
Oysa ne çok tembih etmişti annem.
’ Kızım kayadibinden gidin. Orası tenha ama kestirme. Hiç olmazsa trafik yok.Mahalleli çocuklardan ayrılma sakın, kalabalık gidin ha’ diye sıkı sıkı tembihlerdi her sabah.
Okulumuzun ikinci dönem başlar başlamaz bayram törenlerine hazırlık için kurduğu bando takımı da çalışmalarına başlamıştı. Her yıl bayramlara katılma mecburiyeti olduğu ve her yıl da ayrı etkinlikler yapıldığı için masraf olmasın diye girmiştim bando takımına. Izci kıyafetlerini andıran sabit bir üniforması vardı bu takımın. Onları yıkar, ütüler her yıl Cumhuriyet Bayramında, 23 Nisanda ve 19 Mayis da giyerdik.
Şubat başından beri çalıştığımız bando artık son provalarını yapıyordu. Bundan sonraki provaları, sadece öğle aralarında değil okul çıkışlarında ve tören alanına gideceğimiz caddelerden geçerek yapacaktık.
O gün gördüm seni. Sensin majörümüz Horoz Memed’den azar işitmeme sebep olan.
Ben bunları söylerken o hiç istifini bozmadan karşı mağazanın camekanındaki tahta manken de bir koluyla belini kavramış hareketsiz duruyordu.
Pembe ve mor karelerin içinde yer yer turuncu ince çizgilerini yine bunlar gibi su yeşili çapraz çubuklar kesiyordu. Hepsinin üstünden geçen orta kalınlıktaki lacivert çizgiler pembe ve mor karelere muhteşem bir cümbüş katıyordu.
’Bando kıt’ a dur, yerinde say’ komutu ile çivilenmiştim işte böyle karşında. Gözlerim sende idi ellerim ayaklarım ne yapıyordu bilemiyorum. O gün bugündür aklımdasın.
Sen benim en sadık kankamsın.
’ Geç kalıyorsun okuluna hem burası cadde üstü.Uzatır yolunu.’
’Erken çıktım ben. Vaktim var daha.’
’Sadece bana bakman dikkat çekiyor bak yan tarafımda bir mağaza daha var ’
’Yok ki onlarda senin kadar güzeli ’
Bir ara boştaki kolunu kaldırıp başına götürdüğünü hayal ediyorum.
Neyse ben geç kaldım dönüşte yine burdan geçeceğim sakın kimsenin olma emi diyorum ona...okuluma yöneliyorum sonra.
İçimden geçen tek söz;
İnşallah satılmazsın. İnşallah seni benden başka kimse almaz...
Öyle bir gün geliyor ki ben dahil kimse almıyor seni.
....
Bundan tam 30 yıl önce, çeltik tarlasında ayrık otu, soğan otu, darı denilen hepsi yeşil ama birbirinden farklı pirince zararlı otlari dizlerime kadar girdiğim bataklı suda toplarken hayalini kurduğum yerdeyim şimdi. Ailemin maddi imkansızlıklarının yükünü biraz olsun hafifleteyim, hiç olmazsa kendi ihtiyaçlarımı karşılayayım diye gittiğim tarla işi, Çorum’un pirinci ile ünlü minik Osmancık ilçesindeydi..Yaşadığım ama yaşamak istemediğim bir yerdi.Lise gözümü açmıştı. 1.sınifın ilk yazını böyle bir iç savaşla geçirecbileceğim hiç aklima gelmemişti. Öte yandan darıyı( pirince en çok zarar veren ayrık otu )her göremeyişimde ark başında duran gözcünün azarına muhatap olmak beni çileden çıkarıyordu.Taki arı sokması gibi bir acıyı bacağımda hissedince olanlar oldu...Arkama dönüp baktığımda minik solucandan küçük bir sülüğün bacağımdaki kanı eme eme kocaman bir yılana döndüğünü gördüğüm gün bardağı taşıran son damla oldu. Ağlaya ağlaya soyleniyordum kendime:
- Ben buralarda mı ömrümü geçireceğim, yazıklar olsun bana, doğru düzgün konuşmayı bile bilmeyen insanlardan emir mi alacağım...bir ekoseli gömleği giyebilmek için bu çileye değer mi? Daha dün resim yarışmasında ödül alan ben miyim? Yazdığı yazılar dergilere gönderilen, okul sergilerinde bana özel yer ayrılan ben miyim? Saydıkça saydım kendime...hem saydım hem ağladım..çünku okulda başka Ülkü, evde bambaşka Ülkü olmaktan bıkmıştım. Kim ne derse desin, uçsuz bucaksız tarlalarda kurduğum hayallerimin peşinden gidecektim. Edebiyat öğretmenimin ’sen iyi bir yazar olacaksın’ sözü kulaklarımı çınlatiyor hiç aklımdan çıkmıyordu.Bir de sen, ekoseli gömlek.Hayallerimi süsleyen tek idealim vardı. hem yazarlık hem resim öğretmenliği. Aç kurtlar gibi kitap okurdum ortaokul ve lisede. ( Bu alışkanlık üniversitede de devam etti ) Hatta annem her seferinde ’ kızım çeyiz yerine kitap mı koyacağız sana, şu danteli başladın bitir bari’derdi..evet annemin zoru ile başladığım çeyiz işlerinin hiç birini bitiremedim . Çok çabuk sıkılır hemen kitaplara sarılırdım. O zamanlar kitap almak diye bir şey yok, kütüphaneye daimi üyeyim. Yerinden kalkmaya oldukça uşengeç olan ben kitap ihtiyacım olunca gidiş dönüşü evimizden bir saat süren kütuphaneye gitmeye hiç üşenmezdim.Bazen de ogretmenlerimden isterdim. Günlük tutuyorum her gün.( bu arada hâlâ duruyor lise ve üniversite günlüğum) her okuduğum kitap beni bambaşka diyarlara götürüyor,ben de kendi hayal dunyamın kahramanlarıyla sonunu bilmediğim bir yola giriyorum. Resim tutkum beni 19 Mayıs Üniversitesi Resim Öğretmenliği bölümüne, okuma ve yazma tutkum yazar ve şair olarak anılmama vesile oluyor ( her ne kadar ben kendimi öyle goremesem de)...yıl 2018 bir şiir kitabım var.(KAPI ARALIĞI)..250’yi aşkın şiirimden seçme ortalama 100 şiiri kapsayan...3 masal kitabım da kırmızı havuç yayınlarından 2020 Mayıs’ ında çıktı çok şükür. Tüm şiirlerimi, anılarımı, denemelerimı, hikayelerimi edebiyatdefteri.com sitesinde biriktiriyorum. Bu arada bir romana niyetlendim.Bizim oraları anlatıyorum..tam bir anadolu hikayesi...o yaşamak istemediğim Osmancığım burnumda tütüyor ...romanımın başrolünde...
23 yıllık resim ögretmeniyim .Mesleğimi çok severek yapıyorum.
Hobilerini meslek edinen mutlu azınlıktanım.
Kendimi ne gökte ne yerde hissediyorum.
Hayallerime dokunabildiğim yerdeyim.
Ekoseli gömlek...
Ha o mu?!
Bütün o yaz çeltik tarlasında onu alacak parayı biriktirmek için çalıştım. Okulun ilk açıldığı gün koşar adımlarla çıktım yola. Ne annemin ’kalabalık git ’tembihini dinledim ne de okulun kestirme yolunu denedim.Doğru ona gittim.
O hâlâ beni bekliyordu.
Sitemkârdı her hali.
Suskun ve sessiz.
O sustu ben sustum...
O bakamadıkça yüzüme ben hırslandım...
Neden?Dedim neden?
Neden?
Dili yok ki söylesin.
’Sen güneşin altında sabahtan akşama kadar çalışırken yandın da ben yanmadım mı seni beklerken’ desin.
Yaz sıcağında.
Camekanda üç ay...
Bir ekoseli gömlek....
Can çekişmiş, solmuş.Ekoseler yok olmuş.😔
Şimdi gel al beni nasıl desin..
En buyuk hayal kırıkliğımdı bir ekoseli gömlek hayaliyle tüm yaz tarlada ter dökmek.
Anladım ki hiç bir hayale ter dökülmeden ulaşılamıyor. Bazılarına ter döksen bile...
Nasip denilen bir güç var tüm hayallerden öte.
Ülkü KARA /Bursa