- 525 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
MİRAC'A NASIL ÇIKTIM
MİRAC’A NASIL ÇIKTIM
Hûû..
Evet kardeşlerim, bir sohbetimize daha hoş geldiniz. Bugünkü sohbetimizde siz değerli kardeşlerime mirac’ımı anlatacağım. Mirac’a nasıl çıktım. Bir gece Cebrail aleyhisselâm geldi ve bu kardeşinizi elimden tutarak evvelâ Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da uruc ederek Mirac’a çıkardı. O gece ben Mescid-i Haram’da otururken, Cebrâil (Efendi) aleyhisselâm elimden tuttu ve bir binek (Nûri Zikrullah)’e bindirdi ve Mescid-i Aksâ’ya götürdü. Yani eski anlayış (Mescid-i Haram)’dayken, yeni anlayışa Mescid-i Aksâ, yani (İlm-i Tevhid)’e götürdü. Sonra beraberce Mescid-i Haram’dan (fenâ mertebeleri) çıkış yaptık, Mescid-i Aksâ’ya (beka mertebeleri) çıktık. Uruç burada başlamıştı. Derken birinci gök kapısına (ef’âl) geldik. Burada fenâ-i ef’âlimi soydu yerine Tevhid-i ef’âl elbisesini giydirdi. Bu kapı da gördüm ve anladım ki, benden ve yaratılan bütün mahlukattan tek işleyen, bütün işlerin sahibi Allâh imiş. Burada Allâh’ın ef’âl yüzünü gördüm ve O’nun ef’âli ilahiyesi ile konuştum ve Allâh burada bana; "ENE FÂ’İL" dedi ve ben de karşılığında, "ENTE FÂ’İL" dedim. Allâh’ü Teâlâ burada, bütün işlerin yaratıcısı ve tek işleyeni benim! deyince ben de evet Ya Rabb’i gördüm, inandım ve ikrâr ederim ki, bütün işlerin yaratıcısı ve tek işleyeni sensin deyip oradan ayrılarak, ikinci gök kapısına çıktık. Cebrâil aleyhisselâm burada fenâ-i sıfatımı soydu, yerine Tevhid-i sıfat elbisesini giydirdi. Bu kapı da gördüm ve anladım ki, bende ve bütün yaratılan mahlûkatta mevsuf olan Allâh imiş. Burada bütün sıfatları halk edip, o sıfatlarla sıfatlanan yani, hayat, ilim, irâde, semî, bâser, kelâm, kudret, tekvin sahibi olan Allâh’ın mevsuf yüzünü gördüm ve O’nun sıfat-ı ilâhiyesiyle konuştum ve Allâh burada, "ENE MEVSÛF" dedi ve ben de karşılığında, "ENTE MEVSÛF" dedim. Allâh’ü Teâlâ burada, bütün sıfatların yaratıcısı ve tek mevsufu benim deyince, ben de evet Ya Rabb gördüm, inandım ve ikrâr ederim ki, bütün sıfatların yaratıcısı ve tek mevsûf sensin diyerek, oradan ayrılıp üçüncü gök kapısına çıktık. Cebrâil aleyhisselâm burada fenâ-i zâtımı soydu, yerine Tevhid-i zât elbisesini giydirdi. Bu kapı da gördüm ve anladım ki, bende ve bütün yaratılan mahlûkatta tek zât sahibi olan Allâh imiş. Burada, bütün vücûdları yaratıp, o vücûtlarda tek zât sahibi olan Allâh’ın zât yüzünü gördüm ve O’nun zât-ı ilâhiyesiyle konuştum ve Allâh burada, "ENE ZÂT" dedi ve bende karşılığında, "ENTE ZÂT" dedim. Allâh’ü Teâlâ burada, bütün vücûdların yaratıcısı ve tek vücûd sahibi benim deyince bende evet Ya Rabb gördüm, inandım ve ikrâr ederim ki, bütün yaratılan vücûtların yaratıcısı ve tek zât sahibi sensin diyerek, ordan ayrılarak dördüncü gök kapısına çıktık. Bu kapıya geldiğimizde cebrâil aleyhisselâm, artık soyunacak bir varlık-bırakmamıştı bende.
Evet sevgili kardeşlerim bu fakir kardeşiniz artık, Allâh’ın huzurunda (Makâm-ı Cem)’deydim. Burada Allâh’ın Nûr’u karşımdaydı, gözlerim kamaşmıştı ve birden bayılmışım. Kendime geldiğimde Allâh’ü Teâlâ bu fakir kardeşinize seslendi! "ENE-L HAKK" ben Allâh’ım, senin ve cümle mahlûkatın yaratıcısı, canını alıcısı ve sonra tekrar dirilticisi benim dedi. Burada, Allâh bana kendi elbisesini giydirmiş, Hakk ile Hakk’ta Hakk olmuştum. Sonra giymiş olduğum bu Nûr’dan elbise ile oradan ayrılıp, beşinci gök kapısına çıktım. Bu kapıda beni sevgili Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallallahû aleyhi ve âlihi vesellem efendimiz, elinde kulluk elbisesi ile bu fakiri karşıladı ve elinde bulunan kulluk elbisesini de üstüme giydirdi. Sonra elimden tutup, beraberce altıncı gök kapısına çıktık. İnanın kardeşlerim burada hem Allâh’ın hem Resûlullah’ın bir olduğunu gördüm. Yani Resûlullah’ın aynı Hakk olduğuna şâhid olduktan sonra, Resûlullâh Efendimizle vedalaşıp dünyaya geri döndüm ve hakikatte ölü bir kul olduğumu, hiç bir şey yapmadığımı, hayatımın, ilmimin, irademin, görmemin, işitmemin, konuşmamın, kudretimin, yaratıcılığımın bir yalan olduğunu ve bunların tümünün gerçek sahibinin bizleri yaradan Allâh’ın olduğunu anladım. Allâh’ın ve Resûlünün, ölü kullarda diri olduğu yani, Allâh’ın zâtı ve sıfatının, ölü kullar da zuhur ettiğini gördüm ve şahid oldum.
İşte böyle canlar, miracımı böyle tamamlamış oldum. Bakınız kardeşlerim, aslına bakacak olursak "Miracın"bir anlamı da ölüp tekrar dirilmektir. Yani, Hazreti Resûlullâh’ın söylediği gibi, "Mutu Kable Ente Mûtu" yani, ölmeden evvel ölmek mucibindeki ölümdür Miracın asıl maksadı. Hattâ ve hattâ, namazın da asıl maksadı miractır. Şimdi belki de diyeceksiniz, efendi, peki neden böyle? Çünkü kardeşlerim, Hazreti Peygamberimiz yine bir başka hadis-i şeriflerinde ne diyor biz ümmetine?! "Es-salâtü mirac’ül mü’minin." Yani Namaz müminin miracıdır demiyor mu? İşte bu fakir kardeşinizin miracı da namazda oldu. Aynı Hazreti Peygamber Efendimizin Miracı gibi. Peygamber Efendimiz de, efendisi olan Cebrâil aleyhisselâm ile namazda miraç etti. Yoksa, Allâh’ü Teâlâ, Peygamber Efendimize bir hayvan yollayıp, onun üstüne de Peygamber Efendimizi oturtarak, bildiğimiz gök yüzüne çıkarmadı ki!. Hazreti Resûlullâh Efendimiz de, Cebrâil adlı bir Efendi’den Nûri Zikrullâh’ı aldı. Miraca çıktığı düldül adlı binek, "Nûri Zikrullâh"tı aslında! Şimdi sohbetimize başka bir zevk vererek Miracı açalım. Miraca giderken çıktığımız birinci gök kapısı Sabah Namazı, ikinci gök kapısı Öğle Namazı, üçüncü gök kapısı İkindi Namazı, dördüncü gök kapısı Akşam Namazı, beşinci gök kapısı Yatsı Namazı, altıncı gök kapısı Selâtı Vitir Namazı, yedinci gök kapısı ise Camiî’nin kendisi, yani insanın kendisidir. Yani Allâh’ın evi İnsandır! Sevgili can kardeşlerim, değerli bacım sultanlar. Unutmayalım ki, her Peygamber, her Velî miraç etmiştir ve Miraç etmek isteyenlere de dâvet yollamıştır. Allâh dostlarından bir dost olan Efendimiz, Hacıoğlu Selahaddîn Efendi hazretleri de bir ilâhisinde miraç etmek isteyen müminlere şu çağrıyı yapıyor.
Aşk ile Allâh diyenler gelsin,
Bî hurûf Allâh’ı zikreden gelsin.
Her fiil’de fâ’ili görenler gelsin,
Enfüs âfak fâ’il Allâh diyenler gelsin.
Selb’i terk edip subut diyenler,
Her sıfatta mevsuf Allâh diyenler gelsin.
Ölmezden evvel ölenler gelsin,
Zât’ta mevcûd Allâh diyenler gelsin.
Ferâiz’de Hakk’ı görenler gelsin,
Mansur gibi "Enel- Hakk" diyenler gelsin.
Farkta Muhammed’i görenler gelsin,
Rahman’da Rahîmi bilenler gelsin.
Bu "Hacıoğlu"nda Hakk’ı görenler,
Hakk’ı halkı birleyen gelsin meydana.
İşte böyle sevgili can kardeşlerim, değerli bacım sultanlarım. Ben, Allâh’ın kuluyum ve kulluk vazifelerimden biri olan namazlarımı kılıyorum diyen müminlerin hepsi "Miraç" etmek mecburiyetindedir. Çünkü, miracı olmayan kişinin namazı da yoktur! bakınız canlar bunu ben söylemiyorum, Hazreti Resûlullâh Efendimiz söylüyor! Ne diyor mübârek? NAMAZ MÜ’MİNİN MİRACIDIR! diyor. Eee.. Şimdi bir düşünün bakalım, mademki namaz müminin miracıdır,o zaman namazlarında miraç etmeyenin namazı var mıdır? Yoktur tabiî ki. Şunu da söylemeden edemeyeceğim. Söze çok dikkat edin lütfen! namaz Müslüman’ın miracıdır demiyor! müminin miracıdır diyor! Demek ki bu hadise göre "Miraç" her Müslüman’a değil, her mümine farzdır. Peki kimdir mümin? Dedim ya canlar ,mümin canını vermiş ve Allâh’ın râzı olduğu ölü kul imiş mümin kul. Canı olan, Müslüman. Canını teslim eden ise mümin imiş!. Yani fenâ-i ef’âlini, fenâ-i sıfatını ve fenâ-i vücûdünü ifna (yok) eden kul, Hakk katında en makbûl olan ölü kul imiş miraca çıkan kul!. Değerli İhvanlar; evvelâ şunu bileceğiz ve kabûl edeceğiz ki, insan kendine isnâd ettiği vücûd varlığı ile uruç edip sonra üç fenasını ifnâ (yok) edip, "Makam-ı Cem’de" Hakk’a erecek ve tüm vücûd varlığını bu makamda yok edip Hakk’ın vücûdünü giyinecek, yani ölecek. Sonra "Makam-ı Hazret-ül Cem"de kulluk elbisesine bürünüp dünyaya öyle dönecek ve tekrar dirilecek. Artık bundan sonra o ölü kulun elinden işleyen Allâh, O kuldan nefes alıp veren, gören, duyan, konuşan, düşünen... Allâh olacak vessleâm. Yine; Allâh velilerinden olan, büyük efendilerimizden Hasan Fehmi Tezdoğan Efendi Babamız bir ilâhi şeriflerinde, miracı bakınız ne de güzel anlatıyor biz dervişlere.
Doğdu ol şems-i hakîkat, saldı aleme ziyâ
Feyzine mazhar olanlar, buldular hayyü’l bekâ
Taşnedil olana sundu, ilm-i ledün kevserin
Doğdu hikmet kâlplerinde, buldular zevk-i fezâ
Merhabâ yâ Mustafâ, ey nûr-i alem merhabâ
Merhabâ yâ kurrete’l-ayn-i Habibi esfîyâ
Kenz-i Rahmândır vücudun, sırr-ı hikmet sendedir
İlm-u irfân bize bahşetti dilin ey dilküşâ
Sen habîbullah olupsun sevmeyen kimdir seni!
Can fedâ etmiş yolunda yürür nice bin kedâ
Rûh-ı pâkine varır, günde nice yüz bin salâ
Sensin ol mürşid-i âlem, sendedir derde devâ
Baş açık yalın ayak, kapında mücrim bendeyim
Kıl şefaât FEHMİ’ye, ol günde kim rûz-i cezâ
Evet sevgili can kardeşlerim, değerli bacım sultanlarım. Aramızda bulunan kardeşlerimiz içinde yeni derviş olmuş ve Hakk yolunda Hakk ile Hakk’a yürümeye çalışan kardeşlerimize ve bu yola aday olan diğer kardeşlerimize ve de miraç etmek isteyen cümle kullarına Allâh’ü Teâlâ, layıkı ile namazlarını eda ederek miraç etmeyi nasip etsin inşallah. Yoksa, ibâdetlerinde "Mirac" etmeyen, Allâh ile görüşüp konuşmayan kim, makamı-mevkiî ne olursa olsun, Allâh’ın değil, zanlarının kuludur! Ve o kul, Allâh katında büyük bir zîyâna uğramıştır!. Sevgili canlarım, bacım sultanlarım, değerli derviş kardeşlerim. Allâh katında, bu değersiz sohbetimi Allâhü Teâlâ’nın güzel bir Âyet-i Kerîmesi ile noktalamak istiyorum. "Biz senden perdeni kaldırdık. Bugün artık görüşün keskindir." (Kaf,50/22) . Sadak Allâh’ü’l Azîm. Cümle dervişân’ı Hakk ile Hakk’a emanet eder, cümlenize saygı ve sevgilerimi sunarım. İnşallah başka bir sohbette görüşmek dileğimle. Aşk-ı Niyâz ile kalın sağlıcakla. Aşk ile Hûû...
Fakîrullâhmelâmî.
Enez/Edirne.
26/07/2011/Salı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.