GÖRMEK- DUYMAK -SUSMAK
GÖREN KÖR
Son zamanlarda kitaplarını elimden bırakamadıgim bir yazar var. Jose SARAMAGO. Duyduguma göre Amerikan siyaset bilimcilerinin de elinden düşmüyormuş.Sormadan edemiyorum kendime, acaba devletlerin politikalarındaki hedefe kilitleyen acımasızlıklara hep bir kılıf bulma gayretlerini mi taçlandıriyor yoksa görmezlikten gelinme gayretlerini boşa mı çıkarıyor da bu yazar şiddetle tavsiye ediliyor siyasetcilere.
Bak olacaksınız böyle olun, yoksa görünmez olun der gibi adeta. Bir bir dökülüyor tepedekilerin eteğindeki taşlar. O taşlar ki hiçbir zaman tepedekilere isabet etmemiş. Hep yerdekilerin gözüne gözüne... KÖR olun dercesine.
1 550 Hesabım Paylaş
Göksel Rıza
0 şiiri ve 4 yazısı kayıtlı
"görmek" ve jose saramago
Günün Yazısı
Okuduğunuz yazı 14.3.2021 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
“GÖRMEK” VE JOSE SARAMAGO
“Körlük” adlı romanını büyük bir hazla okuduğum Jose Saramago’un “Görmek” adlı romanını bu hafta sonu okuma fırsatım oldu. Portekizli yazar Jose Saramago “Görmek” adlı romanıyla, adı belli olmayan bir ülkedeki siyasi manevraların, derin devlet olgusunun işleyişi ve demokrasinin değişkenliği üzerine etkileyici bir kitap sunmuş biz okurlarına. Kapitalist düzen demokrasisinin aslında bilinen özelliklerini şaşırtıcı bir yalınlık ve açıklıkla işlemiş olması da “Görmek” kitabının bir diğer öne çıkan özelliği.
Saramago, “Kölük” de olduğu gibi, “Görmek” romanında da anlatıcı ile roman kahramanlarının diyaloglarını tek bir monolog şeklinde sunuyor okurlarına. Yer yer uzun cümlelere başvursa da, bir görünüp bir kaybolan, anlatıya bazen hınzırca müdahaleler yapıp okuru da içine alan anlatıcının kimi zaman ironiye kaçan üslubuyla daha da keyifli bir anlatıya dönüşüyor roman. Anlatıcı yer yer okura romanla ilgili birtakım hatırlatmalarda bulunarak, hayali okurla söyleşerek, zaman zaman romanın akışını bölüp okuru da bu keyifli, masalı andıran bu hikâyeye dâhil ediveriyor.
Olaylar adı belli olmayan bir ülkenin başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağan yağmur nedeniyle evlerinden çıkamayan halkın yağmurun durduğu saat dörtte koşarak sandık başlarına gitmesi ve sandıklar açıldığında kullanılan oyların yüzde 83’ünün boş oy (ya da kitaptaki deyimle “beyaz oy”) çıkmasıyla başlar. Devletin merkezi olan başkentte, üstelik bu kadar yüksek oranda beyaz oy çıkması, devleti dehşete düşürür. Kendi yasalarında beyaz oy kullanma demokratik bir hak olarak tanımlanmış olmasına rağmen koymuş olduğu bu yasaları çiğnemeyi büyük bir başkaldırı, devletin temellerine vurulmuş bir darbe olarak görür.
Romanda insanların neden ve nasıl böyle bir davranış sergilediklerine dair bir ifade göremiyoruz. Her şey sanki kendiliğinden olmuş ve bitmiş gibi görünüyor. İnsanlar beyaz oy vermiş ama neden verdiğini de bilmiyor gibidir ya da dışarıya karşı öyle görünürler, belki de bir savunma mekanizmasıdır bu. Ancak romanın son bölümlerinde gizli gerçekleri yazıp dağıtan insanlar, posta kutularına bunları ulaştıran gençler bize o konuda minicik de olsa bir ipucu verir. Buna dair başka da bir ifadeye rastlamayız roman boyunca.
Zaten romanın derdi de bunu anlatmaktan çok, demokratik hak sayılabilecek bir durumun bile bir tehdit olarak görüldüğünde devlet mekanizmalarının nasıl işlediğini, kapı ardında dönen hesapları, yeniden yeniden konumlanışları ve kirli uygulamaları gözler önüne sermektir
KÖRLÜK de GÖRENKÖR ile ne kadar umuda kapıldiysam GÖRMEK de o kadar çaresiz kaldım.Meğer GÖRENKÖR olmak her zaman geçerli akçe imiş. Sadece Duyuyorsan vay haline. Hele bir de Görüyorsan bittin demekmiş.Değil mi ki GÖRMEK, KÖRLÜĞÜ diskalifiye eder.DUYMAK da SUSMA’ yı bertaraf etmelidir. Her duyduğunu söylemek, başı beladan, dili vebadan kurtarmaz ama her gördüğüne KÖR olma nasıl bir illettir ki bu kadar tutulur hale gelmiş?!!!
Siyaset; en yabancı olduğum, cinliğine, hinliğine bir türlü akıl erdiremediğim bir oluşum. Ben Devleti siyasetcilerinden daha çok severim. Devleti uğruna canını verenler baş tacımdır. Mantığını çoğu zaman bertaraf eden, hayalperest atılımları deli cesareti ile kucaklayan biri olarak hayatı sorgularken hayatın içinde olanları hep bir metefor gizi ile sarıp sarmalamayı, kendi ruhsal çıkarımlarıma yine kendim ile bir çıkış yolu bulmayı şiar edindim.
Bu yolculukta SUSMA’ yı edepten sayan DİLİN SÜSÜ SUSMAK’ tır diyen büyuklerimizi pek dinlemedim. Ama görünen o ki hayat; insana doğru bildiğini yalanlatıp, bildiği yolda şaşırtanmış.
Aliya İzzetbegovic’ in canı pahasına baş kaldırışı, devleti ve milleti uğruna kaleminin susmayışı tepedekilere yerdekilerin gücünü göstermiştir.
Kutlu doğum sancıları çeken toprakların eşsiz haykırışlariydi şüphesiz, Cengiz Aytmatov’ un Gün Olur Asra Bedel kitabındaki Mankurt hikayesi.
Çığlık çığlığaydı hayat orda. Ceninden beklenen sabırsızlık hayata göz kırparken, Hayattakilerin hayattan bıkmışlığına göz yummalarına şahit bitirimsiz bekleyiştekiler...Kimse umduğunu bulamayacak...birileri haykirsin bunu lütfen.
Ceninin(cennetten gelenin) dünyaya gelme telaşı, dünyadakilerin cenin kalabilme (cennet kazanma) yarışı artık masumiyetini kaybetti. Masum kalan tek şey büyümesini istemediğimiz çocuk kalan yanımız.Çocuklarımız... Devleti bakî kılma uğruna ümit aşılayabildiklerimiz...
Gözün süsü GÖRMEK,
Kulağın süsü DUYMAK
Dilin süsü SUSMAK imiş.
Ya KÖRLÜĞE ne demeli?
Oysa dilin susu, kulağın pası gözü kör etmez mi?
MANKUT DEVRİ bitti artık. Zaman GÖRENKÖR DEVRİ
Tüm KÖRLÜK lerin sadece kitaplarda kalması dileğiyle. ÜLKÜ KARA/BURSA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.