- 334 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
KÖYÜN DEDİKODUSU
...............................
Yayladan indiklerinden beridir köyün içinde kadınlar arasında bir garip hava esmeye başlamıştı. Evden eve gidip gelmelerin ayakları dillerinden daha çok yorulmuş görünüyordu. Yorulmuş ayaklar toz toprağın içinde sürükleniyordu. İlkin derin bir sessizliğin içinde anlaşılmayan bir gariplik oldu. Kadınlar kapılara dayanıp erkeklerden gizli fısıldar gibi konuşuyorlardı. Kadının biri çivit leçeğinin ucuyla sürekli gözlerini siliyordu. Kadınların gözyaşları her zaman akmıştı, ama böylesine sessiz akmamıştı. Kadın sessiz ağlıyordu. Yaşı çok ilerlemiş ağır işiten kadının biri bastonuna dayanarak bir kapıda toplanan kadınlara seslendi.
“Ne oluyor burada?”
“Ne olsun, nene? Yok, bir şey…” deyip geçiştirdiler.
Kotali tepesine koyun sağımı için beriye gidildi, yolda aynı konuşuldu. Harmanlar düzlüğü ile mezarlık arasındaki çeşme başında kadınlar toplandılar, aynı konuştular. Kadınlar ne çok şey biliyordu, ne çok konuşuyorlardı. Önceleri kadınlar arasında gizliden gizliye başlayan fısıltılar, evden eve dolaştı, bütün köyü bir dedikodudur sarmıştı. Handris’in köylüklerinde hiçbir şey gizli kalmaz, uçan sineğin bile dedikodusu yapılır. Söylencelerin yanlışlığına ya da doğruluğuna bakılmaz, laf üzerine laf üretilir.
Ertesi gün köyün ikinci sağım yeri olan değirmen tepesine erkenden gittiler. İkindi sağımına daha zaman vardı, tepedeki kayalıkların arasında çift meşenin gölgesinde oturdular. Koyun çobanı Menan koyun sürüsünü değirmen yamacından değirmen deresine indirmişti. Koyunlar bayıra yayılarak sağım yerine gelene kadar isim vermeden aynı konuşuldu. Köyün kadınları sonu bilinmeyen bir hikâyeyi durmadan anlatıyorlardı birbirlerine.
“Değirmen yamacından inerken görmüş.” Dedi kadınlardan biri. Kim kimi görmüş, neyi görmüş belli değil.
“Değirmen deresinde mi, kız?”
“Hee, bacım orada…”
“Kim görmüş kız Nazire, kimden duydun, görenin ismi cismi yok mu?”
“Bilmem anam, valla öyle diyorlar.”
“İyi de, diyen kim?”
“Ne bilem ben, orada işte, derede görmüşler.”
“Hee… ya. Değirmenin arkasında…” sonunu getiremedi kadınlardan biri, Nazire’ye destek çıkmıştı. Konuşmalar uzadı.
“Utanmaz rezil, ne olacak böyle olacağı belliydi.”
“Köyün adı batacak.”
“Kocalarımızı baştan…” sözünü bitiremedi Nazire’nin eltisi.
Menan’ın sesi derenin görünmeyen yerinden geldi, koyunlara toplanma komutunu vermişti. Bayıra yayılmış koyunlar sağım yerine toplandılar. Kara tüylü çoban köpeği Bazın, yorgunluk belli eden haliyle bir kayanın gölgesinde ön ayaklarını uzatarak çömeldi, dili dışarıda soluyordu. Çift meşe ağaçlarının ikindi gölgesi derenin üzerine doğru uzanmıştı. Birkaç genç tekke irili ufaklı kayaların üzerine çıkıp indiler, boynuzlarıyla tokuştular. Menan, eşeğin sırtından çoban kepeneğini aldı, kadınların kalktıkları meşe gölgesine serdi, sırtını yaşlı ağaç gövdesine yaslayarak dinlenmeye çalıştı.
Çobanın yemek sırası bu hafta Musa’nın evindeydi. Yemek çıkınını getirdi, Menan’ın önüne bıraktı Musa’nın gelini Sıdıka. Handris’te adettir, koyun çobanlarının yemekleri sıraya konulur. On koyunu olan bir gün, elli koyunu olan beş gün, yüz koyunu olan on gün boyunca çobanın öğle yemeğini, akşam ekmeğini vermek zorundadır. Nahırcıların da her evden günlük bir ekmek toplama hakkı vardır. Günlük ekmekleri nahırcının karısı toplar.
Musa dayının gelini Sıdıka yemek çıkınını önüne bırakırken bir acayip tiksintiyle bakmıştı, ama Menan bir anlam verememişti. Kendi kendine düşündü, kimsenin koyunlarına zarar verdiğini hatırlamıyordu. Menan’ın hiçbir şeyden haberi yoktu, günahsız bir iştahla tereyağlı bulgur pilavını kaşıkladı.
Üç gün üç gecedir yine köy aynı konuşmuştu. Tandırlar yakıldı, ekmekler pişirildi, köy yine aynı konuştu. Taze ekmek kokusu köyü sardı, sıcak ekmeğe hasret insanlar ekmeğin kokusunu içine çektiler. Yakın komşu evlere tandırdan yeni çıkmış sıcak ekmekler dağıtıldı, tandır başlarında kadınlar aynı konuştular. Köyün her sokağında bir dedikodu furyası almış başını gitmişti. Aynı şey konuşuluyordu.
“Gizlisi saklısı kalmadı bacım.” Dedi Sadi’nin karısı Nazire, tandırın başında lafı açmıştı.
“Kız anam başımıza taş yağacak, taş.”
“Doğrusun vallah, başımıza…”
“Taş yağacak.” Sıdıka diğerinin sözünü ağzından alarak cümleyi tamamlamıştı.
“Aman, uzak olsun hayâ kalmadı, köyün üstüne...”
“Taş yağacak.”
“Aman be, kız tasası sana mı düştü?” Kim konuşmuştu Nazire duymadı bile, dinlendirilmiş ekmekleri topluyordu.
Köyün yaşlı kadınları köyde dolaşan dedikodulardan rahatsız olmuşlardı. En çok Gülperi ana rahatsızlığını dile getiriyordu.
“Alma günahını zavallının kız Nazire, gördün mü gözünle?”
Gülperi ana; köyün anasıdır, yardım sever, sözü dinlenir orta yaşlı kadındır. Köyün kadınları içinde sigara kullanan bir tek o vardır. Hoş sohbetli, gerçeği gören, kadir kıymeti bilendir. Handris’in bütün yaşlı kadınları gibi kofisinin etrafına siyah şal bağlar, üzerine beyaz leçek örter. Yeni gelinler, köyün diğer genç kadınları kofilerinin etrafını renkli eşarplarla süslerler, boncuk işlemeli çivit leçekler örtünürler. Renkli boncuklar güneş ışığı atında parlar. Gülperi ananın sade beyaz leçeği esmer yüzüne yakışmıştı.
Hamur leğeninin dibi göründü, pişirilecek son ekmekler tandıra vuruldu. Gülperi ana ellerini destek yaparak kalkarken uyuşmuş romatizmalı dizlerini ovdu, esmer yüzü ekşimsi bir hal aldı. Dizleri ağrıyordu. Unlara bulanmış peştamalını, üstünü başını silkeledi. Hiç konuşmadan işlerini ağırdan alıyordu. Bütün konuşmaları, dedikoduları dinlerken yüzü asıktı. Nazire habire konuşmuştu. Ayağa kalktı, ellerini de çırptıktan sonra:
“Bana bak kız…” Nazire’ye dönerek, bildiğini söylemekten çekinmeyen bir edayla.
“Bunca laf etmekten utanmıyor musun köy yerinde?” Durdu, Nazire’ye çok sert bakarken yüzündeki düşünce çizgileri derinleşmişti.
“Köyü birbirine düşüreceksin, aptal kadın.” Sesi kararlıydı.
Nazire Allah’ın bir belasıdır, köyde ne kadar kavga, ne kadar gürültü, ne kadar dedikodu varsa içindedir.
“Bilirsin Gülperi ana, Nazire’nin ağzında bakla ıslanmaz, o da duyduklarını çeşmede kadınlara konuşmuş.” Gençten bir kadın konuşmuştu.
Nazire:
“Ama Gülperi ana, değirmen deresinde görmüş...” Gülperi ana sözlerini bitirmesine fırsat vermedi, sertçe:
“Kız deli Nazire, değirmen deresinde seni görmüş olmasınlar? Söyle hele ne işin vardı orada?”
“Hâşâaa… Gülperi ana, benden ırak, bu ne biçim söz öyle…” Nazire’nin yüzü kızarmış, biraz da alınmıştı.
“Ya, ne yapsın kadıncağız, dul kaldı diye işlerinin peşinden koşmasın mı? Hangimizin malı davarı kayıp olmuyor,
söylesenize? Kadınlara dönerek sormuştu. Kızgınlığı her halinden belliydi.
“Bu konuyu kapatın, bir daha kimsenin günahına girmeyin, anlaşıldı mı?” Eğildi tandırda pişen son posta ekmekleri çıkarırken:
“Ne demişler. “Alma mazlumun ahini çıkar aheste aheste” sözünü hiç duymadınız mı? Bir daha da kimsenin ahini almayın, sakın.
“Ha, aman erkekler duymasın, bilirsiniz köy birbirine düşer.”
“Kız sen de Nazire, öyle suratını asacağına gidip zavallı kadıncağızdan özür dileyeceksin, gönlünü alacaksın. Kadıncağız kaç gündür kahır oldu, utancından evinden çıkmaz oldu.” Tandırdan pişmiş son ekmekleri de çıkardı, dinlenmeye bıraktı. Dinlenmiş ekmeklerden bir bohça yaptı.
“Şimdi bana bak Nazire, al şu ekmek bohçasını, yanına bu tazeyi de al, ona götür, gönlünü almadan da gelme.” Taze dediği genç kadın bir yıl önce Murat nehrinin karışı köylerinden gelin gelmişti.
Nazire ekmek çıkınını aldı, mahcup bir şekilde çıkıp giderken ağzında geveledikleri anlaşılmadı. Gülperi ananın işaret ettiği taze gelin Nazire’nin peşine takılmıştı. Bereket versin erkekler konuşulanları hiç duymadı.
..................................
( Turnanın Feryadı Romanı )
YORUMLAR
Ne ocaklar batırıyor fitneci dedikoducu iftiracı insanlardan..Rabbim kötü kalplilero şerrinden hepimizi muhafaza etsin..
Harika bir anlatımlı ders nihayetinde güzel bir hikayeydi..
Yüreğinize kaleminize sağlık 👏👏💯 huzurlu bir gün diliyorum ☕
Mehmet Burhan AKIN
Köylerimizde nice ocaklar söndü asılsiz dedikoducular yüzünden, anlatamayız...
Saygılarımla.