- 785 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Kediler de cennete girecek mi?
"Cennetlerin meyvelerinden kendilerine her rızık verilişinde ’Bu (tıpkı) daha önce (dünyada iken) bize verilen rızık!’ diyecekler. Halbuki bu rızık onlara (dünyadakine) benzer olarak verilmiştir."
(Bakara sûresi 25. ayetten.)
Bir keresinde şöyle bir soruya muhatap olmuştum arkadaşım: "Allah, bir kadının tecavüze uğramasına müsaade ettikten sonra, cennette mutlu olmasını nasıl bekliyor?" Yanlış anlaşılmasın. Soran kardeşim ateist falan değildi. Müslüman bir hanımdı. Fakat içine düştüğü bu cendereden çıkamıyordu. "Tecavüze uğramış bir kadın, yaşadıklarını hatırlamasına rağmen, nasıl cennette mutlu olur?" diyordu. Farklı versiyonlarıyla daha evvel de karşılaştığım için garipsemedim. Ateist gruplarda da, özellikle çocuk tacizi gibi olayların mağdurları adına, böyle sorgulamalar yapılıyordu. Allah’ın böyle bir travmayı yaşattıktan sonra o insanlardan mutlu bir hayat sürmelerini beklemesinin haksızlık olduğu savunuluyordu. Bense, ne zaman böyle argümanlarla karşılaşsam, mürşidimin Mesnevî-i Nuriye’deki o cümlesine uğrayıp dönüyordum: "Gafil nefis âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor."
Geçenlerde Nihal Bengisu Karaca Hanım’ın ’kedilerin bekası’ konulu yazısını okurken de bu cümleye uğradım. Neden? Çünkü bu tarz itirazların altındaki arızayı hep aynı şekilde teşhis ettim: Bu tarz takılmalar ölüm eşiğini atlamanın (veya dünyadan ahirete yaşayacağımız büyük dönüşümün) algı-anlayış dünyamıza hiçbir tesirinin olmayacağı üzerine kurulular.
Böyle düşünüş sahipleri sanıyorlar ki: Biz ahirette varlığa, ayrılığa, fenaya veya hâdiselere dair hiçbir bakış açısı değişikliğine uğramayacağız. Bu dünyada nasıl görüyorsak öyle. Bu dünyada nasıl hissediyorsak öyle. Bu dünyada nasıl kızıyorsak öyle. Bu dünyada nasıl üzülüyorsak öyle. Öyle, öyle, öyle. Herşey öyle kalacak. Hiç başka türlüsü olmayacak. Burada üzüldüklerimize orada da üzüleceğiz. Burada kızdıklarımıza orada da kızacağız. Burada neyi-nasıl bulduysak orada da öyle teşhis edeceğiz, arayacağız, umacağız vs. Fakat, hayır, ahirete dair rivayetler bize böyle söylemiyor. Aksine; benzerlikler kadar başkalıklar da olduğunu; dostların düşman, düşmanların dost gibi görülmeye başlanacağını; hülasa; insan-mekan-varlık algımızda ’din günü’ne yakışır şekilde sıçramalar olacağını öğreniyoruz okuduğumuz kudsî kaynaklardan.
Bunu Holografik Bakış’tan öğrendiğim şu misalle açmak istiyorum: Size bir video izletildiğini düşünün. Birkaç adam toplamış sedye üzerindeki birisini kesiyor. Ürküyorsunuz. Kan beyninize sıçrıyor. "Nasıl olur böyle birşey?" diyorsunuz. Sonra kamera giderek uzaklaşıyor. Öyle uzaklaşıyor ki artık ’Ameliyathane’ yazısı duvarda okuyabiliyorsunuz. Yazıyı okuduğunuz zaman olaya yaklaşımınız değişiyor. Rahatlıyorsunuz. Meğer bu insana yapılan işkence değilmiş. Sağlığı için uğraşılıyormuş. Risale-i Nur terminolojisinde buna ’ademî görünen vücudîlikler’ deniliyor:
"Adem şerr-i mahz ve vücud hayr-ı mahz olduğunu ehl-i tahkik ve ashâb-ı keşif ittifak etmişler. Evet, ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehâsin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona râci olur. Sureten menfi ve ademî de olsa esası sübutîdir ve vücudîdir. Dalâlet ve şer ve musibetler ve mâsiyetler ve belâlar gibi bütün çirkinliklerin esası, mayası ademdir, nefiydir. Onlardaki fenalık ve çirkinlik ademden geliyor. Çendan suret-i zâhirîde müsbet ve vücudî de görünseler, esası ademdir, nefiydir."
Konu zor. Daha fazla misal verelim. Mesela: Kangren olmuş bir kolun kesilmesi ’ademî görünen bir vücudîlik’tir. Çünkü, her ne kadar yapılan şey bir ’yoksun bırakma’ eylemi olsa da, aslında yaşama hizmet eder. Hayırlıdır. Varlıksaldır. Tersi bir misallendirmeyi de konuşalım: Bir seri katili özgürlüğüne kavuşturmak zâhiren vücudî görünse de aslında ademîdir. Yani ’vücudî görünen bir ademîlik’tir. Çünkü bu tutum günahına girdiği masumların, o masumların hayatlarını önemseyenlerin ve adalet bekleyen toplumun hukukunu hiçe saymak olur.
Yine bunun gibi: Faiz her ne kadar malı arttıran birşey gibi görünse de büyük resimde görünen çirkin yüzüyle eksilticidir. Sömürü düzenini besler. Emeği zaafa uğratır. Say-Sermaye mücadelesini arttırır. Fakirler ve zenginler arasındaki köprüleri yıkar. Zekat da her ne kadar zâhirde malı azaltan birşey gibi görünse de büyük resimde görünen güzel yüzüyle arttırıcıdır. Sömürü düzenini yıkar. Emeği destekler. Say-Sermaye mücadelesini azaltır. Fakirler ve zenginler arasına köprüler kurar. Bu yüzden hadis-i şerifte "Zekat İslam’ın köprüsüdür!" buyrulmuştur.
İşte, bu ademîlik-vücudîlik, varlıksallık-yokluksallık karmaşası nedeniyle, yani eylemler sadece zâhirleriyle birbirlerinden ayrılamadıkları için, insanlığa vahiy bahşedilmiş, şeriattan sorumlu tutulmuşlardır. Şeriat kısa akılların yaşayacağı karışıklığı ilahî seçimlerle temizler. Onlara büyük resimde (’ezel’ denilen manzar-ı âlâdan görünen resimden büyüğü mü vardır) görünen hakikatleri üzerinden sınırlar tayin eder. Yasaklar/teşvikler koyar. Biz de resmini kuşatamadığımız bu tayinlere teveküller ederiz. Mü’minin Allah’a tevekkülü bu şekildedir. Yani Allah "Zekat malı arttırır!" buyuruyorsa, görünene kanmayız, arttırıyordur. "Faiz malı azaltır!" buyuruyorsa, görünene aldırmayız, azaltıyordur. Neyse, bu bahsi fazla uzattık, sadede dönelim.
Müfessirler Fatiha’da geçen ’din günü’ tabirinin bir anlamının da ’tek geçer akçenin din olacağı gün’ olduğunu söylerler. Yani dünyada değer atfedilen bütün algılar orada dinle mihenge vurulacaktır. Dinde kıymeti olmayan hiçbirşeyin kıymeti olmayacak, dinde kıymetli olanın değeri ortaya çıkacak, dünyadaki sahte değer yargıları Allah’ın azameti karşısında kayıplara karışacaktır. Yine mürşidimin tabiriyle bu dünya Daru’l-Hikmet iken öteki âlem Daru’l-Kudret olacaktır. Bu dünyanın zenginleri, eğer mallarını hayırda kullanmamışlarsa, öteki âlemin dilencilerine dönüşeceklerdir. Bu dünyanın fakirleri de, eğer hakkıyla şükretmişlerse, öteki âlemin sultanlarına dönüşeceklerdir. Burada hususan şu noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum:
"Gafil nefis âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor..." ifadesinde dikkat çekildiği gibi ’herşeyin dünyadakiyle aynı paralelde devam ettiği bir ahiret’ düşlemiyoruz biz. Müslümanın ahireti böyle değildir. Dolayısıyla dünyada alıştığınız şeylerden yoksunluğunuza, mesela kedilerinizi orada bulamayışınıza, üzülmeniz sözkonusu olamaz. Bu tür sanrılar hiçbirşeyin değişmeyeceği üzerine kuruludur. İnsan şu dünyada dahi azıcık daraltıcı/ferahlatıcı bir hâdise yaşasa algı durumu büsbütün değişir. Dünya ahirete dönüşürken aynı mı kalacaktır? Kalmayacağını Kur’an’da bize nakledilen mahşer diyaloglarından biliyoruz. Münkirler tağutlarını, tağutları münkirlerini nasıl, ne şekillerde, ne netlikte inkâr etmeye başlıyorlar, ilgili ayetleri okumuşsunuzdur. Bu diyalogların bize nakledilmesinin bir hikmeti de, işte, bu algı değişikliğine uyanmamızdır. Dünya ahiret gibi olmayacaktır. İnsan da öyle kalmayacaktır.
Gelelim baştaki soruya: Bunun da cevabı aslında yukarıdaki paragrafta saklanıyor. Biz bu dünyada birşeylere üzülüyoruz, kızıyoruz, gülüyoruz, beğeniyoruz, travma yaşıyoruz, neden? Çünkü onları kafamızda/kalbimizde koyduğumuz bir yer var. Bir algı dünyamız var. Bir değer hiyerarşimiz var. Bir haritada işaretlenmiş konumlar var. Bu algı dünyası, bu değer hiyerarşisi, bu haritada işaretlenmiş konumlar yerlerinden oynatılsa onları ele alış tarzımız da büsbütün değişir. Sözgelimi: Askerlikte yaşadığınız eziyetli günleri daha sonra yıllarca keyifle anlatırsınız. Çocukken köy hayatında çektiğiniz çileler metropollerde özleme dönüşür. Peki, bu kadar çokça küçüğün küçüğü nümunelerini yaşarken böyle değişimlerin, travmatik olaylara yaklaşımımızı da bu dünyadaki şekliyle ahirete taşıyacağımızı kim iddia edebilir? Kim böyle bir öteyi öngörebilir?
Uzattım. Toparlayayım: Ben hem Nihal Bengisu Hanım’ın serzenişinde hem de baştaki soruda aynı bakış açısı daralmasının etkili olduğunu düşünüyorum. Biz ’âhireti dünyanın bitişiğinde ve dünya ile bağlı bir menzil zannediyor’uz. Buradaki hislenişlerimizi, düşünüşlerimizi, yargılarımızı da aynıyla oraya taşıyacağımızı sanrılıyoruz. Göğsümüzdeki sıkıntıyı da bu yanlış beklentiye yaslıyoruz. Bunu bir aşabilsek ahiretle ilgili rivayetlerde gönül razılığı bulacağız. Allahu’l-a’lem. Ne diyelim: Cenab-ı Hak verdiği haberleri razılıkla kabullenenlerden eylesin. Âmin. (Bitirirken: Maruz kalabileceğim linçlere karşı belirteyim: Ben de bir kedi hastasıyım.)
YORUMLAR
valla muhterem,
o çocuğun çığlıklarından kameranızı nasıl uzaklaştırır
ve yaşananları nasıl görürsünüz bilmem ama
kendi adıma ne insanlık, ( insanlık mı? utandım bunu size yazarken)
ne edep ve ne de şu ülkenin insanlarından biri olarak bakışınıza lanet etmekten gayrı ( oldukça kibar, malumunuz) elimden bir şey gelmiyor... lanet olsun vicadanınıza...
belkibirharfimben
Yazıda verilen örnekler sinir uçlarına dokunup, insanların ızdırabına narkoz vermek gibi geldi bana. başka denmez.
bak şu beliğe gelince; bırakılan cehennemi acılardan cennet üretmeyi başarabilir miyiz?
düşünüyordum da; hep geçmişe takılıp kalınmış, geçmiş kitapların açılımları tecrübelerle aktarım bandına konmuş, tüketiciye sunuluyor.
fikirlerde ve inançlarda bile tüketim toplumu olmuşuz; bu dinde de böyle, tarikat ve cemaat anlatımlarında da böyle, felsefi çıkarımlarda da böyle.
çare mi? Y'ler, zincirlerini kırabilirse ve Y olanlar. ancak o zaman çareyi konuşabiliriz mi? önce zindandan çıkmak lazım. fikir ve sanat dünyasında sanki yeniden 80 leri yaşıyoruz ...
değerli hocam, dalgalı deniz, öfkesinin nedenini tahmin edemem. belki de ediyorum. bilmiyorum. hala kılıçla fetva veremeye kalkışanların döneminde, celali fazla. lakin küçük bir iğnede öfkesi tavan yapıyor ve bunu da kuran ve hz muhammed örnekleriyle kapatıyor, çünkü biliyorki insanlar o-onlar dendi mi, ses çıkarmaz, eleştiremez. şeytanın taş ilan edilip taşla taşlandığı bir gelenek var çünkü. genel algı olarak doğru, lakin gelen algılar olarak gelecekte yer tutunamaz benim ön görüme göre..kapalı bir elektirik devresinde, devrenin içine giren atomları da güzel çarpar ama,beni çok çarptı yani. titre ve kendine dön, Allah ı tanı gibi.
değerli abim; çok giydiriyor yazılarında, giydirmeyi de baba evlat, anne evlat, abi kardeş, büyük küçük farkıyla yapmayı çok iyi biliyor. anlamak veya anlayamamak bir yana mıktanıslık mucibince nasıl çekeceğini, nasıl iteceğini biliyor insanı... acıtır lakin, anlayamazsın. görmeden çözülemeyecek benim için, görür müyüm, ben kırmızı eti severim, beyaz et sevmirem..umarım.. 2020 bile devrilecek neredeyse planlar tutmadı..Tanrı konusu sonuçta dünyalı değil?
benim bu güzel sitede insanlar sitedaşlar ile iyi veya kötü nasıl muhabbetim başladı inanın bilemiyorum. bir nehir kimi herkes benim için, ben de herkes için bir nehirim, tekneliği bilen deryaya varmaya çalışıyor işte..varır mıyız umarım.. gönülden gönüle...
analitik düşünce deniyor, sayısal sistemler veya borsalarda aşırı yükselişler olur, nereye gideceğini bilemezsin, gidecek derken girersin dine, beni taşır ahirete cennete bir bakmışsın yüksekten atıvermiş cehenneme. zaten cehenneme taşıyormuş oysa sonra anlarsın.. onlar var ise, olup olmaması önemli değil, sen insanca yaşa, insanı yaşat yeter ki...
çok gerildi millet. sonumuz iyiye güzele nasıl varır, devam fikri işkencelere?
bu çağ; dinlerin cehennemi olacak veya dinler cehennemi tutuşturacak. tüm ahlak sosyolojisi ve hiyerarşik çıkarımlarım yeniden yazılacağı bir dönemdeyiz.
insanların ortak huzurda, ayrı özneler ve dairesel alanları içinde ve meydanda cenneti yaşamasını zorlaştırmayalım yeter ki..
ben sudan çıkmış balık gibiyim, kanadım daha iyileşmedi uçamıyorum..sizler nasıl yüzüyor ve uçabiliyorsunuz bu çağda şaşıyorum..
her iki güzel insana da, saygı huzur ve sağlık dileklerimi sunuyorum..
eksik olmayın..
belkibirharfimben
Yinsani
Kuşak sizler için elbette bir şey ifade edemez, ki; bin ikibin vb yıllık arabi gelenekleri bin yıl sonraya taşımaya taraf diyorsunuz, kopyala yapıştır bir taraf anlayışı.. aynısını vatikan da diyor, hindu da diyor, yahudi de diyor. dini düşüncenin veya dindar yönetimlerin 28 şubattan farkı ne? kemalist ile nurcunun farkı nedir zulümde? kemalist zulmü gördü insanlar biraz, nurcu zulümlerini daha yeni yeni görmeye başladı, kemalistleri aratacak kesin. farkınız veya farkları; abd ile rusun farkı ne ise o.. hepsini besleyen aynı yapı. lakin sizleri sanki birbirinizin düşmanı gösterip, birbirinize saldırtırıp keyfine bakıyorlar ne olduğu belirsiz kutsalgüçler gibi..
Sadece paranın olduğu yer, ganimetin olduğu yer tarafınız. Geçmişin aynısını nakarat yapmışsınız. Lakin dayanılan tüm kutsalların bir uydurma olduğu tek tek meydana çıkıyor. ve insanlar bunları görüyor. Gözünü açanı bir şekilde susturmaya çalışıyorsunuz, din düşmanı, allah düşmanı gibi ayrımlarla insanları bölüyorsunuz. insanı bölünce aile, aileyi bölünce millet, milleti bölünce devleti çökertiyorsunuz. Ne peygamber ne kral ne din ne kutsal taşları anlatamazsınız teknoloji çağlarında.
En güzeli şudur: herkes kral, herkes peygamber herkes din ve herkes kutsal.
Bu yazdıklarım ve tarif ettiklerim şimdiye ait değil, şimdiye gelen tarifler. ve sizler de onların üzerinde yürümeyi marifet sayıyorsunuz.
Sosyal gerçekler, din ve peygamber kehanetlerinden, Tanrı ve Allah iddialarından daha gerçek hocam.
altın ve paranın üretimi,bölüşümü değişiyor, enerjisi değişiyor insanın, tarım hayvancılık değişiyor, eğitim tıp değişiyor, asker polis yargı konuları değişiyor, şiir teknikleri, anlatım metodları değişiyor.. yakında dna değişecek.. robotlar doğurduğunda 5-6 bin vb yıllık bir dönem kapanacak. bunu dinle,tarafla daha kaç vakit açıklayabilirsiniz?
ben hiç bir şeyden emin değilim ve hiç bir şeye güvenmiyorum, sadece güvenim insanın kendisi, saflığı, iyilik ve güzellik istemesi, düşünebilmesi insanın, düşüncesini geliştirebilmesi...
bakalım zaman ne gösterir..
iyi akşamlar.
Dogma sözcüğünü bile yanlış kullanıyorsunuz. Toplumda alışılagelmiş anlamını yükleyerek bir terimi kullanmak, o terimin gerçek manasını ortadan kaldırmaz. Dogmanın anlamı farklıdır, iyi bir şeydir sadece bunu söyleyeyim. Belki bu durum bilginin kullanımındaki tecrübesizliğinizden kaynaklanabilir.
Bilgi; yanlış öğrenilebilir, yanlış yorumlanabilir ve yanlış aktarılabilir. Bu yanlışlıklar üzerine bireyi şekillendirirseniz ortaya hiçbir zaman doğru bir şey çıkmaz.
Öfkenin literatürel terimsel açıklamasını yaparak Öfke- bilinç, öfke- bilgi, öfke-sonuç… gibi zihin yormalara gerek yok. Kısaca öfke; rahmani değil şeytanidir. İster abdest alın isterse yirmiye kadar sayın içinizden öfkeli iken…kurtulmak için, kontrol etmek için.
Bir Dünyevi arkadaşın kendini parçalarcasına anlatmaya çalıştığı yaşayan jenerasyon farklarıyla günü yorumlamakta, yordamlamakta ve geleceğe bakış açısı bırakmakta kaçırılan (ıskalanan), göremeyen izanları anlatmaya çalışıyor. İlk başta dedim ki…
“Bak lan şu bebe beliğe, sen kim oluyorsun da bize akıl vermeye mi kalkışıyorsun, hele ki inanç alanında hele ki toplumsal alanda. Hele ki biz bunca okuyup yazmışız… bi dımıh başıylan bizi yeniden mi dizayn edeceksin,” dedim kendi kendime. Affetsin…
Sonra düşündüm…ben buradan onun olduğu yeri, O buradan benim olduğum yeri tam manasıyla kavraması imkansız. Bunca bilgi bunca aktarım bunca söyleşiye rağmen.
Kaldı ki bana bin dört yüz yıl önceden beri süregelen tevatüri nitelik taşıyan bilgilere dayanarak kendimi ve toplumu yorumlamamı mı istiyorsun… ve bu yorumlar üzerine tesis edilmiş inanç üretmemi mi istiyorsun.
Yazınızın konusundan epeyce ayrıldık “hikmetinden sual edilmez” öyle mi… Büyük soruları sormamak gerekir, demek midir bu. Hesap sorma, hak arama demek midir bu? Belli ki bizim bildiğimiz ama kıt aklınızla sizin bilmediğiniz şeyler var demektir bu…korkuyla tümleşik.
Kimyam eksik, hastalıkla doğmuşum, çevrem sağlıksız, yetim kalmışım, rızkım çalınıyor, algım yetersiz, dini diyaneti öğrenmek için mahalle camisinin imamının her türlü egosunu yaşamasına açık halde bırakılıyorum “Tanrı evi” ne. On sıfır geriden başlamışım yaşama…savaşacaklarım zımba gibi.
“Kast”ta boğulmuşum…Savunmasízím. Makro fırınlar kurulmuş attıkça atıyorlar odunu üstüne üstlük yakarım, kızartırım, diye tehditler savruluyor, kandırmalar savruluyor, gözüm bağlanıyor, insanlığım çalınıyor Tanrı adına.
Tecavüze uğruyorum, arkasından en korkunç karabasanların bile insafa gelip kurtarıcı olacağı kötülüklerle, korkularla birlikte katlediliyorum…çocuk nefesim. Hikmetinden sual edilmez.
Ama ben her şeyden önce bir insanım!... feryat ediyorum. Duyun beni Allah yolunda kötülük saçanlar!..
“Sus! Sana cenneti vaad ediyorum.” Dedi, diyorlar. Susmayacağım...
Zulmün karşısında susan dilsiz şeytandır.
Sonuç olarak eğip bükerek dini tarikatlara tıkıştırarak, az bilginiz entellektüelitesine kapılarak magazinsel dini konular yazmak. “bilmem kimin kedisinden cennete” Kedinin cennetini bilmem ama eşek cennetine gidenleri bilirim.
İşte size bu yüzden söylüyorum, siz dini de inancı da bilmiyorsunuz. Eğer ilgi duyarsanız anlatır, yönlendiririm. Bir düşünün isterseniz...
Bu konu ile son sözüm, “lütfen bilgiyi doğru kullanın.”
belkibirharfimben
Erlik Aldacı
Çok korktum...:))))
belkibirharfimben
Erlik Aldacı
Hakarette hikmet olmaz...yok öyle değil dediklerim, diyorsan.
İnsana ne derler biliyor musun...ya ağzından çıkanı kulağın duymuyor ya da elinin ne yazdığını gözün görmüyor.
Zerre kadar İslam inancın varsa ki tüm bana yazdıkların hak geçmesidir, haram ediyorum. Ama sen de haklısın bu tür yazıları yazmak zorundasın....insan enerjisini aldığı yere bağlıdır.
Allah akıl versin sizlere, bir daha cevap yazmayacağım.
Savunmuş olmak için savunmak.., yanlış bir yaklaşımdır. Hafıza atomiktir, kaydedicidir, der benim seyhimde.
İnsanlığın en onur kırıcı saldırısı tacize uğramaktadır ve sonrasında korkuların en korkuncunu yaşayarak katledilmek, daha algı bile oluşmamışken, farkında değilken tek basamaklı sayıda ise yaşam. Herşey susar burda... utanır burda.
Birde cehennem ile baskılayacak ha...fiili isleyenlerle yasaman gerek ömür boyu. Sabret sonra cennette koyacağım seni, demek söndürür mü bu kadersel yangıyı... Yunus'un dediği gibi. ”dileyene ver onları,"
Bundan ala cehennem mi olur....sizin dinî evirdiginiz biçime göre.
Kusura bakmayın siz, inanmanın ve dinin ne olduğunu bile bilmiyorsunuz? Ve zarar veriyorsunuz...
belkibirharfimben
Erlik Aldacı
belkibirharfimben
Erlik Aldacı
Kaos, genel düzenin parçasıdır. Celal, cemalle ilişkilendirilir. Lakin öfke farklıdır, "iyi"likle ilişki içinde olmadığı gibi rahmani de değildir.