- 336 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Masum aŞk 11
21 yıl sonra yine bir merhaba…
Ben Ayhan,
Bazen, hatta çoğu zaman gördüğümüzü sandığımız şeyler aslında görüldükleri gibi değildirler!
Ben bu durumu Hippias’ın “mutlak doğru yoktur, duyular bizi yanıltır” yorumu ile bağdaştırırım.
Gördüğünüzün ya da duyduğunuzun aslında farklı çıktığı olmadı mı?
Buna benzer bir durum sizin başınıza hiç mi gelmedi? Bence gelmiştir.
Ne garip, değil mi?
Henüz 14-15’inde birer fidandılar. Bu yüzden yazı dizisinin adı(Masum Aşk) durumla müsemmadır.
Ve de bu yüzden bu kadar rijitti tavırları, sevgileri, kaygı ve kavgaları…
O kadar çok yanlış anlaşılma ve yanlış insan vardı ki etrafta…
Daha önce de dedim ya bir arada kalamayacak kadar güzeldiler.
21 yıl sonra Masum Aşk’ın panaromasına bakan Ayhan’ın içi acıyordu resmen!
Kendisinin bilmedikleri kadar bir de bildiğini sandıkları vardı. Tabiki Nazlı’nın da bilmedikleri vardı.
Kalbi gibi hafızası da güzel kadın her şeyi tertemiz ve naif hatırlıyor, Ayhan’ın dahi kendinde sevemediği detayları öyle güzel anlatıyordu ki
Ayhan o detayları daha sevimli kabul ediyordu artık.
İşte bunca yıldan sonra gerçeklerin olduğu hali ile gün yüzüne çıkma vakitleridir.
Hem, filmler, dizilerde falan da hep böyle olmaz mı. Olur. Burda da olsun o vakit.
Mesela Nazlı’nın betimlemesindeki sarı beyaz kazağını sevmezdi Ayhan. İşin garibi belkide kendisine yakışırdı da.
O kazak, onun, mecburiyet ve imkansızlıklar cumhuriyetinin başkenti idi.
Daha iyisi ve yenisi olmadığı için mecburen giyerdi o kazağı. Dedim ya belki de güzeldi ama mecburen alınmıştı o kazak.
O zamanların çocukları kendilerine alınan her şeye karınca kararınca katkı yapardı biriktirdikleri paralarıyla.
Ekonomik anlamda çok da iyi değillerdi ama çevrelerine bunu sezdirmezlerdi; aslında kimsenin birbirinden çok da bir farkı yoktu:
makas bu kadar açık değildi zaten.
Ayhan ilk okul çağlarında ayakkabı da boyadı, su da sattı, yaz tatillerinde farklı işlerde de çalıştı ama bunların hiç birini yadırgamıyor
hatta eğleniyordu bile. Sanırım yaşadıkları çevrenin geneli aynı durumda olduğundan ona da normal, olması gerekenmiş gibi geliyordu.
Fakat bu durumun, erken yetişkinlik döneminde beraberinde getirdikleri de vardı:
Nazlı çıkmazdı öyle hafta sonu gezmelerine, buluşmalarına falan. Ayhan da hiç sorun etmezdi, Mahallede görüşebildikleri kadar, okulda, okuldan eve dönerken beraber yürüdükleri yol, yeterdi ona. Nazlı’yı zora sokup mutsuz etmek istemezdi ama zaten buluşsalardı parası olur muydu onu da bilemiyorum!
Ayhan’a ukde oldu Nazlıya ısmarlayamadığı çay, davet edemediği sinema, saklayabilmesi için küçükte olsa bir hediye, bir eşya…
Offf düşündükçe içi acıdı Ayhan’ın.
Bizim zamanlarımızda okulların çay davetleri olurdu.
Ayhan iki bilet alamayacağı için gelemeyeceğim demişti Nazlı’ya. Zar zor bir biletin parasını denkleştirdi ki Nazlı biletleri alıp Ayhan’a haber verdi.
Bu durumun hele ki Ayhan gibi gereğinden fazla gururlu biri için yıkımda farkı yoktu. Hatırlayamadığım bir bahane uydurdu Ayhan.
Gitmeyecekti de, çok içerlemişti durumuna. Ama davet günü akşama doğru Emre ve diğer arkadaşları gelmesi için çok ısrar ettiler.
Zaten bir biletin parası elinde olan Ayhan, Nazlı görmek ve belki de bir dans edebilmek umudu ile gitti davete.
Nazlı’nın kendisine hediye ettiği kolye vardı mesela.
Ayhan kolye takmazdı ama Nazlı’yı kırması söz konusu bile olamazdı. Gözü gibi baktı kolyeye.
Genç kalbinde bir çökük daha oluştu, karşılığında bir hediye veremediği için. Zaten ayrıldıklarında Nazlı istemesede Ayhan zorla geri vermişti.
Nazlı’nın kalbi pırlanta gibiydi, Ayhan’ın yonttuğu bir kuru ağaç parçası, kağıda yazılmış iki satır yazı onun için yeter de artardı bile
ama ah o Ayhan’ın kör olası gururu yok muydu. İstedi, ama elden gelen de bir şey yoktu.
Bu yüzden Nazlı, Ayhan’ın katı yahut bu tip şeyleri sevmeyen biri olarak düşündü hep.
Telefonlaşmak isterdi Nazlı ama Ayhan’ların evinde telefon kaosu yaşanıyordu.
Eve gelen kallavi telefon faturası sonrası baş şüpheli tabiki bizim asi Ayhan’dan başkası olamazdı.
Bu yüzden sesine doyamasa da Nazlı’ya telefonda konuşmayı sevmiyorum gibi saçma bahaneler bulup duruyordu.
Yıllar sonra öğrendi ki faturanın müsebbibi, dönemin müzik kanallarını vs arayan ablasıymış. Ne tirajikomik değil mi?
Gel gelelim ki durum da bundan ibaretti işte.
Kısacası “Biz de bilirdik sevgiliye karanfil almasını lakin aç idik yedik karanfil parasını”
Ama Ayhan güzel severdi Nazlı’sını, bekle dese ömür boyu beklerdi. Beklerdi ve bu gerçekti, çünkü; etraftan gelen onca davete kulaklarını tıkamış,
asla Nazlı’nın yerine bir başkasını koymamıştı.
Ta ki Nazlı Mert ile görüşmeye başlayıncaya kadar.
Karşınızdaki insan eşiniz dahi olsa aşılmaması gereken sınırlar, söylenmemesi gereken sözler vardır.
Çünkü; o söz ağızdan çıktığı andan itibaren yavaş yavaş normalleşir: bu bir küfür ise hakaret;
bir itham ise suçlayıcı dil ya da özelinize yapılan tacizler ise saplantılara dönüşüp ortak hayatınızın rutini olur.
Yapılmaması gerek bir davranış da böyledir; çizgi aşılınca normalleşir ve ikili ilişkiyi kemirmeye başlar.
Ayhan çocuk denilebilecek kadar gençti ama bunu biliyordu.
Nazlı’ya gelen telefonlardan ve onun neler yaşadığından habersiz; kendisini kıskandırmak için yapılmış çocukça bir şey sandı.
Ve Nazlı’nın çizgiyi aştığını düşündü.
Gördüğü gibi anladı durumu ve sindiremedi.
Mert’in kuzeni Gönül, bir daha bir araya gelme ihtimallerini engellemek için Ayhan ile görüşmek istedi.
Ayhan Gönül’ü mahalleden tanırdı fakat arkadaşlıkları yoktu. Görüştüklerinde yanlarında Sevgi de vardı.
Gönül’ün hiç ayrılmadığı iki yakın arkadaşı vardı Sevgi ve Ferda.
Gönül ve Sevgi Ayhan’ın Ferda ile flört etmesini istiyorlar ve bunun için onları çeşitli bahanelerle bir araya getirip,
okul çıkışlarında yolları farklı olsa dahi beraber yürümek istiyorlardı.
Ferda minyon yapılı, beyaz tenli ve yeşil gözlü, güzel bir kızdı.
Fakat Ayhan, Nazlı ve kendisinin içinde bulunduğu bu durumdan çok rahtsızdı.
Ferda’ya olabildiğince soğuk davranıp kendisinden uzaklaşmasını bekledi.
Hatta bir bahane ile okuldan izin kağıdı alıp iki hafta kadar okula gitmedi.
Uzak durmak istedi, diğer yanı bahanelerle Nazlı’nın sokağına sürüklerken kendisini.
Nazlı’yı konuşmak ve durumu anlamak için çağırmıştı ki gülüşmekten konuşamadılar.
Hani Emre’nin gelip “ Mert, sebebini soruyor” dediği gün. Nazlı’nın gözlerinde gördü kendisini nasıl da sevdiğini.
Ayhan mutlu ama sınırın bir kez aşıldığının ve bir sonraki ayrılığın daha kolay geleceğinin bilincinceydi.
Keşke gene de sorsaydı! Yardımcı olabilirdi Nazlı’ya.
Ferda’dan da sıyrıldı, Mert’ten de ama olmadı işte!
Sosyo kültürel çevre,
Ekonomik gerçekler,
Nazlı ve Ayhan’ın toylukları,
Mert,
Ferda,
Göründüğü, duyulduğu ya da sanıldığı gibi olmayan şeyler,
Ayhan’ın hiç yerine ama gene olsa yine yapacağı üzerine yaralanması …
Ayhan Nazlı’nın yaşadığı kaosu bilmiyordu.
Nazlı da Ayhan’ın onu ne kadar çok sevdiğini ve tehdit telefonlarında söylenenin aksine onu hiç aldatmadığını bilmiyordu.
Ayhan Nazlı’ya hiç seni seviyorum diyemedi ama
Nazlı da Ayhan’a hiç seni seviyorum diyemedi ki.
Bu bir görev değildi; keşke biri diğerinin yerine başarabilseydi ve kendilerine zarar verecek olan değilde
güzelliklere sevk edecek sınırı aşsalardı.
The Curious Case of Benjamin BUTTON da olduğu gibi bir sürü keşke sıralanabilir.
Keşke Nazlı onu arayıp Ayhan’ı bırakmasını isteyen kıza karşı koyabilse ve durumu Ayhan’a anlatabilseydi.
Keşke Ayhan Nazlı’yı konuşmaya davet ettiğinde, Emre biraz daha geç gelse ve Ayhan Neden? diye sorabilseydi.
Keşke Ayhan, Nazlı’ya bir kez olsun seni seviyorum diyebilseydi.
Keşke Nazlı da Ayhan’a bir kez olsun seni seviyorum diyebilseydi…
Keşke Ayhan o yaz yaralanmasaydı.
Bir kaç gün de olsa her şey çok güzeldi ta ki Nazlı’nın camdan Ayhan’a bakarken yemeği yaktığı güne kadar.
Nazlı, zavallı Veli’ye sert çıktı akabinde ne olduğunu anlamak isteyen Ayhan da payını almıştı.
Ayhan’a mahallenin içinde böylesi bir tepki gösterecek pek kimse bulunmazdı ama bu da Nazlı’ydı işte.
Ayhan nasıl hatırını incitseydi Nazlı’sının. Durumun hadsiz acılığını geçiştirmek istecesine, buruk gülümsemekle yetindi.
Hem, mahallenin kalanı durumu biliyordu ama Nazlı’nın annesi duyarsa bu durum Nazlı için pek hoş olmazdı.
Ayhan da buna izin vermezdi.
Nazlı, bir daha falan yok deyip, listeye koca bir keşke daha ekledi ve arkasını dönüp gitti.Kaderin çarklarına bir tane daha eklediğinden habersiz.
Ayhan sessizce “tamam, eyvallah” dedi. Nazlının ardından ve oracıkta helalleşti gönlünde Nazlı ile. Daha fazla söze gerek yok diye düşündü.
Belki Nazlı bekledi ve sessiz telefonlarla Ayhan’ın sesini duymaya çalıştı ama,
O yaz, hakaret ve haksızlığa uğrayan birini korurken kolundan ciddi bir şekilde yaralandı Ayhan.
Toparlanması neredeyse bir yılı buldu.
Böyleydi işte bizim Ayhan haksızlığa tahammülü yoktu.
Ömrünü adadı akademisyen olmak için ama pire için yorganı yakardı, yaktı.
Bir daha hiç çıkmadı Nazlı’nın karşısına.
Merak kediyi öldürdü
Ve onca yıldan sonra gerçek bir tesadüf eseri buldu Nazlı’yı.
Hiç bir beklentisi olmadan, geçmişten, gerçek bir dost gibi, sadece iyi ve mutlu olup olmadığını öğrenmek istedi.
Nazlı iyi ve mutluyum derse içi rahatlayacaktı.
Ayhan’ın kızı olmadı; olsa da adını Nazlı koymazdı, insan neden kendine bu acıyı yaşatsındı,
Zaten Nazlı da oğlunun adını Ayhan koymadı.
Artık sarı beyaz kazağını daha çok seven, içindeki çocukla çok ama çok mutlu insan.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.