- 542 Okunma
- 2 Yorum
- 1 Beğeni
Yazamamak kalemin işkencesidir
Ne keseceğini bilmeyen bıçak. Neyi yakacağı gösterilmeyen kibrit alevi. Açılacağı manzarayı bulamamış pencere. Bazen öyle ortada kalıyor insan. İçinde bir yazma isteği oluyor ama yazacak şey bulamıyor. Hakkında yazılacak şeyler, eğer bizzat bir/birkaç yaranıza tekabül etmiyorsa, yani onu deşmek sizde bir tatmin hissi oluşturmuyorsa (hem can acısı hem iyileştirici tatmin), o zaman yazmanın da okumanın da bir anlamı yokmuş gibi geliyor.
Dışınızda büyük büyük şeyler yaşanıyor olabilir. Koca koca adamlar gece-gündüz onlardan bahsediyor görülebilir. Sizde de bu büyük nehrin parçası olmaya doğru bir rağbet, akıntının kuvvetine göre, güçlenebilir. Ama en nihayet akışı içinizde anlamlı kılacak şey yaralarınızdır. Eğer karadeliğinizin dolmasına benzer bir huzur yaşatmıyorsa bu akış, bir yerli yerindelik hissettirmiyorsa, daha çok karalamanın da bir anlamı yoktur. Bediüzzaman’ın tabiriyle ’aklı geveze etmek’tir bu. Evet. Öyle. İnsan salt başkaları için, sırf başkaları ’hoş bulacak’ diye yaşayamaz ki. Başkalarının beğenisiyle yaşanan tatmin tek kullanımlık ürünler gibidir. Başkası hep ’başkamızdır’ çünkü. İla nihaye gidicidir. Bırakıcıdır. Terkedicidir. Aşk bile olsa öyledir. İnsan sonunda kendisine kalır. Tıpkı ömrü boyunca okurlarının beğenisiyle ayakta durmaya çalışmış Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’de dediği gibi: "Aşk da mahvediciydi. Güzel olan, doğru olan ne varsa gidiyordu." (...) "Hiçbir şey yeterince yavaş değildi. Hiçbir şeyin ömrü yeterince uzun değildi." Yahut Pazartesi ya da Salı’da dediği gibi: "(...) beğenilmek hayal kırıklığını onaramıyordu."
Lezzet-i ruhaniye dediğimiz şeyse, tıpkı ruhun kendisi gibi, daha kalıcı bir mutluluk. Zeval-i lezzeti elem olmayan (belki zevali de olmayan) türden bir bağış. Eylemsel değil olgusal/doğrusal bir lezzet. Hakikatin lezzeti. Doğru şeyi yapmış olmanın mutluluğu. Kalabalığın desteğini almış olmanın ’mış gibi’ mutluluğu değil. Allah’ın rızasını aramak da sadece bir ’beğeni’ aramak değildir bu yönüyle. Daha derin/aşkın birşeydir. Açlığınızı çektiğimiz şeydir. Olması gereken şeydir. Olmayınca eksik kaldığımız şeydir. Yaratılmışlığın yaralarının tedavisiyle ilgilidir. Bu makamda der ki mürşidim: "Cenâb-ı Hak, senin ibadetine, belki hiçbir şeye muhtaç değil. Fakat sen ibadete muhtaçsın. Manen hastasın."
İkisi pek sık karıştırılır. Niceliğin desteği doğru şeyi yapmak anlamına gelmez her zaman. Ama doğru şeyi yapmak (zira en nihayet ’akıbet takva sahiplerinindir’) niteliğin sizin yanınızda olacağını garanti eder.
Nice peygamber gelmiştir ki ümmetleri olmamıştır. Davalarında yanlış olduğundan veya üslûp yanlışlarından mıdır bu? Hayır, hâşâ, asla! Kalabalıkların eylemden öte doğruyu farketmesi zaman aldığından. Nasıl ifade etmeli? Belki şöyle bir ipucu vermeli: Bugün Muhammed Mustafa aleyhissalatuvesselamı destekleyen herkes aslında onları da desteklemiş oluyor. Peygamberler insanlığı klanlara, aşiretlere veya kavimlere bölmek için gönderilmediler. Birleştiriciydiler. Kardeştiler. Kardeşlik ektiler. Düşünün ki: Aynı zamanda farklı topluluklara gönderilen birçok peygamber vardır ama birbirleriyle savaşan peygamberler yoktur.
Allah’ın varlıkta muradı hiçbir zaman bölmek, parçalamak veya savaştırmak olmadı. O bir bütünlüğün/tevhidin kalıbında yarattı mahlukatı. Mahlukat bu anlamsız tefrikaya sınırlılığından uğradı. Ve bedelleri tefrikanın iyi olmadığını hatırlatacak bir bilançoydu çoğu zaman. Yanlış yolda olduğumuzun, bu yolun sonunun yıkım olduğunun, en çıplak göstergesiydi. Furkan bu makamda buyurdu: "Ey insanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız."
İnsan önce yaratılıyor sonra da farkları ve düşmanlıkları yaratılıyor değil. İnsanın yaratılışındaki sınırdır ki, kendi dışındaki varlığı ’ötesinde’ ve ’farklısı’ olarak algılamaya mahkum. Elinde iki seçenek var: Ya o farklılığı bir bilgi kaynağı kılıp tevhide bir kapı açacak. Yeni bir marifet devşirecek ondan. Yahut da öteki olanı ’kendinin olmamakla’ veya ’kendinden olmamakla’ yaftalayıp sakınacak. Her ne ile karşılaşsanız size yeni gelen tepkiniz iki şekilde olur: Ya merak ile ona yönelirsiniz, yahut korku ile ondan çekinirsiniz. Birisi kuvve-i akliyeye bakar. Ötekisi kuvve-i gadabiyeye.
Yazmaya niyetlenmek, arzusunu duymak, bir nevi tanıma isteği. Hem tanınma isteği... Allah ırkımızı böyle kabile kabile, renk renk, çeşni çeşni kıldığı gibi kelimelerimizi de, dillerimizi de, düşüncelerimizi de birbirinden ayırmış. O dillerin içinde de manaları birbirinden ayrı parçalar olarak bırakmış zihinlerimize. Anadilimiz gibi has dillerimiz de var ki şu yazdıklarımızla ortaya çıkıyor. Edebiyatın da amacı en nihayet kardeşliktir. Zihinden zihine sözle ulaşmaktır. Allah bizden o kelimeleri ayrı ayrı bırakmamızı istemiyor demek ki. Metinlerde kaynaştırıyor. Ülfet ettiriyor.
O kelimeler vasıtasıyla ve yine birleştirerek kolayca tanımamızı diliyor birbirimizi. Yalnız birbirimizi mi? Kendimizi de. Kendimizle de barışırız yazarken. Fakat nereden başlayacağız düşünmeye? Düşünmenin en zor yanı, eşiği, ilk adımıdır. Nasıl başlayacağına karar veremeyenlerin vazgeçtikleriyle doludur çöpsepetleri. İşte bu noktada da vahiy devreye giriyor. Allah bize nereden başlayacağımızı öğretiyor bir nevi. Her bir ayet bir yıldız. Bir pusula. Bir merkez. Bediüzzaman ayet ve yıldız, Kur’an ve sema arasında benzerlik ilgisi çok kurar. Bir yerde de hatta şöyle der: "Ömrün kısa ise, ebedî bir ömrün var, merak etme. Fikrin sönük ise, Kur’ân’ın güneşi altına gir, imanın nuruyla bak ki, yıldız böceği olan fikrin yerine herbir âyet-i Kur’ân birer yıldız misillü sana ışık verir."
Fikrim sönüktü Allahım. Kalbime isteği koymuştun ama ne hakkında yazacağımı bilmezdim. Düşünmek istiyordum ama neyi düşüneceğime karar veremezdim. Nihayetinde hepsi gidiyordu. Hiçbirisi yazmaya değer görünmüyordu. Ne zaman ki, Kur’an’ın şifalı yüzü bana açıldı, o zaman konuşmaya/yazmaya değer şeyler olduğunu anladım. İlk adımı atacak altıbinden fazla cümlem var artık. Müslümanca birşey bu söylediğim. Hak Tealanın kendisini ’kolayca tanımamızı’ murad ettiğini demeye çalışıyor. Hem zaten bizzat kendisi kelamında buyuruyor: "Allah, kolaylık diler, zorluk dilemez." İlk adımların bağışlanması da rahmetidir bize.
YORUMLAR
Hayatta yapılan her şey aslında aslına giden yolda bir adımdır. Adımlar kadar yürürüz zamanda. Belki de sonu olmayan bir yolculuk muydu dünya yoksa sonu var mıydı sonsuzlukta ? Kelimeleriniz düşündürdü gece gece... Çok ince yazmışsınız. Tebrikler...
belkibirharfimben
Koyukahvesair
belkibirharfimben
Koyukahvesair
"birbirleriyle savaşan peygamberler yoktur."
"Ya merak ile ona yönelirsiniz, yahut korku ile ondan çekinirsiniz."
"Zihinden zihine sözle ulaşmaktır."
1. ifadeyi bu çağa uygulasam , 2. ifade tam benlik olmuş hocam, yöneldik ve çekindik, 3. ifade sihir gibi.
kaleminize sağlık.
belkibirharfimben
Yinsani
2. sözde kendi hayatım olsa gerek.önce yönelim sonra çekinme gibi dinden.
3. sözde bahse konu "sihir".madde mekan zaman ve sebep ötesi.
hocam sizi okumayı seviyorum, okuma derseniz okumam veya oku yorum yazma dersen o da kabulüm..yanlış anlamayın yeter ki, en sevdiğinize emanet..saygılarımla..Y'den.