- 1057 Okunma
- 4 Yorum
- 7 Beğeni
'neon yazgı'
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Günler kağnı misali ama hiç geçmez sanılan şeylerin kolayca geçip gittiğini yaşayarak öğrendikçe insan için artık hiçbir mesafe dert sayılmıyor. Yaşayarak öğreniyor dedikleri şey bu olsa gerek. Birkaç ay evvel genç sayılabilecek bir kadınla Kadıköy’de buluştuğumuz günü anımsıyorum. Kadıköy’ün ara sokaklarını önce onsuz, sonra da onunla beraber birkaç saat içinde gezinip durmuştuk. O gelmeden önce onun varlığını da kendime yük edinmiştim. Sanırım bu gezinti çok uzak sayılabilir. Daha yakınlarda, birkaç gün öncesinde de iki sene evvel girdiğim depresyondan beni çıkarmak için uğraşan arkadaş ve kardeşiyle iyi bir sahil turu atmıştık. İnsan yürümeyi, hesapsızca dışarıda dolaşmayı özlüyor. Karantinanın en sıkıcı yanı da bu olsa gerek. İnsansızlığı dert etmiyorum çünkü kendiyle bile başa çıkamayan bir insanım. Yine de kokoreç seven biriyle balkonda birkaç saat oturup, çay sigara eşliğinde muhabbete mızıkamı verebilirdim.
İhtimaller ve gerçek arasında kalmak bile kimi zaman insanı şanslı kılar. Hayaller ise ihtimallerden daha renkli ve zevkli dursa da, onlar acımasızdır. Gençliğin baharında kurduğum hayallerin beni nasıl da güçlü biri kıldığını şimdi anımsıyorum. Şükür ki her şey olabildiğince yavaş gerçekleşiyor. Şımarmama lüzum görmeyen Tanrı’yı öyle seviyorum ki, bazı yanlış ve yalnız anlaşılmaları bile artık önemsemediğim söylenemez. Keşke içinden çıkmakta zorlandığım tek mesele göğüs ağrılarım olsaydı! Ona bile çareyi doktor vermişti de, evde günlerce yetecek dozda ilaç var. Ancak bazı meseleler vardır ki, değer verirsin, günlerini, gülüşünü harcarsın da, sonuçta kocaman bir sıfır ile karşılaştığında kırılırsın. Duvardaki yanları mavi cam bir çerçeve içerisindeki fotoğrafı hangi gün astığını anımsamak istersin. Bir süre sonra hatırlarsın. Heyecanlandığını, o gün kırtasiyeye giderken arabadaki tek maskenin ipinin kopması sonucu, ıslak mendille kopan ip yerine maskeye nasıl ek yaptığını düşünüp gülümsersin bile! Bunların hepsi nasıl da küçük şeyler! Sandalyede oturan kız çıkarmak istediğin fotoğrafları seç der ve sen seçersin. Kırtasiyeden çıktıktan sonra artık bir sürü parlak fotoğrafına sahipsindir. Ona sürpriz yapacaksındır, uzaktan uzağa gönlünü hoş edip, yanına gittiğinde gözlerindeki gülüşün izlerini ruhuna taşıyacağın özlemle yanıp durmaktasındır.
Kendimi kandırmış filan değilim. Ayşe ‘yapamazsın, sen yalnız bir adamsın, sana yalnızlık yakışıyor’ derken ona hak versem de, içten içe ‘bu sefer mutlu olmak için direneceğim’ demiştim. Fallar Ayşe, bir sana baktığım kahve falı sanırım doğru çıktı. Bilirsin, ben de öylesine, bir takım komiklikler içerisinde olmak için fal bakarım da, şimdi falın ne önemi var? ‘Bizim falımızda mutlu olmak yatıyor’ dediği günü hatırladım işte! Ne yaparsa insan, kendine yapıyor! Yine de işsiz kalmaman beni böyle mutlu ediyor ki, üniversiteden bir gün mezun olsam senin iş bulmana sevindiğim kadar sevinemem sanırım! Evet, yıllarca attığım dikişlerin sayısını ben unuttum! Bu devirde üniversite bitirmenin de pek önemi kalmadı ya! Şöyle takım elbiseli bir tanıdığın olacak ki, ne olursan ol seni ömrü billah rahat edeceğin bir işe yerleştirebilsin! Rahatlık demişken, yıllar evvel ettiğim dualardan birinin rahatlığını hiç aklımdan çıkarmadım. Bu ülkede ne zaman insan kayırmacılık biter, nasıl adil bir düzen gelir inan hiç kestiremiyorum. Zaten bana ait ve dışarıdan beni görenlerin protest olarak kafalarında oluşan imgeyi bile onun arzusu üzerine kesmiştim. Bıyık beni yaşlı gösteriyormuş! Gözlüğüm komik duruyormuş. Bir de adamakıllı kıyafet giymeyi bilmezmişim! Kiloya hiç uğramayalım bile; zamanında Ayşe’nin söylediği ne varsa, birer birer her birini yaşadım ve gördüm. Kaç yaşında olursa olsun, akla ve yüreğe ilgi duymayanın dış görünüşe takılıp kalacağını zaten öngörüyordum da, yaşayıp test etmek ayrı bir olaymış! Yine de elim bugünde gitmedi fotoğrafı duvardan indirmeye. Küçük, kırmızı kutuyu açmaya yeltendim fakat elim titredi. ‘Nasıl da güzel gülüyorsun’ dedim ve uzayan bıyığımı fotoğrafın camında görüp odadan çıktım.
Hazımsızlık için birçok ilaç bilirim de, kuru kayısının yeri bende ayrıdır. Peki, gönül için hazımsızlığı nasıl insan götürebilir? Her seferinde aslında aynı şeyleri yaşamaktan ötürü artık insanın çare aramaya bile takati kalmıyor. İyi biri miyim yoksa kötü mü; bunun ne önemi var? Sadece kötünün rolünü yapmak için çaba göstermem gerekirken, durgun su misali sessizleşiyorum. Sanırım bu daha acı! Saat kaç olursa olsun, duvarının üzerindeki mermeri titreyen balkonumda bir insan evladıyla oturup birkaç saat sohbet etmek için el yapımı Alman mızıkamı vermeye hazırdım da; bu yalnızca hayal. Tıpkı candan, tatlı bir söz beklemek gibi yalnızca hayalden ibaret şeyleri önemseyip duruyorum. İhtimaller arasında bir kedi olabilirdi. Teklif bile geldi ancak onu da kendim gibi depresif kılmaktan çekindiğim oluyor. Yoksa göbeğimin üzerinde bir sıcaklıkla oturup, tüylü gövdesine yüzümü sürüp kitap okumayı istemiyor değilim. Bu gidişle depresifliğimin bile cazibesi kalmayacak ve günü geldiğinde odaları bir kedinin miyavlamaları dolduracak.
Bir keresinde birine gözlüğünü nasıl temizlediğini sormuştum. Muzipliğim üzerimdeydi, ‘ben’ dedim, ‘gözlüğü aldığımda camına tükürüp bir güzel silerim tertemiz olur.’ ‘İğrençsin, gerçekten iğrençsin. Bunu nasıl söylersin’ demişti. Sonraları daha iğrenç olduğumu, iğrenç kelimesini dile getirmeden de söylemişti. Güvenilmez; belki de gözünde ruh hastasının tekiydim! Küçük bir zaman dilimi de olsa, bir zamanlar yazdıklarıma hayranlık besleyen birinin günü gelince nasıl da içinde kalan son sabrı tükettiğimi yaşayarak görmüştüm. Sahiden de 161 yıl önceki Oblomov olabilir miydim? Elbette o bir ‘oblomovculuk’ vurgusu yaparken miskinliğim için örnek veriyordu. Tarihim ve yazgım benden ‘Ştoltz’ çıkaramayacağı gibi, Oblomov kadar da tembel bir adamın uğrak noktası olamazdım. Miskin miyim, tembel miyim yoksa ciddi anlamda vurdumduymazın teki miyim? İnsanlar kimi zaman kendilerine soru sorup dururlar. Bir başkasından duysa yüreğini çokça acıtacak soruları insan kendi kendine nasıl da hırpani bir şekilde sorar da, yine de kendine bu soruları yük edip, sorun haline getirmez. Fakat bir başkası… İşte o bir başkaları yok mu; onlar insanların bamtellerine basmaya bayılırlar! Kimi ‘ben senin gerçek arkadaşınım, dostunum’ yalanıyla söylerler de, onlar da hiç mi utanma yoktur? Put gibi, taş gibi, hiç sesini çıkarmadan, her bir şeye sessizliğin fosilleşen buz gibi varlığını sunacak insanlar yanında dursa, bu sefer de sıkılmayacak mısın? Hayatımın unutulmaz renklerinden biri olarak onu hiç unutmayacağım. Bir renk olsaydı; elbette rengârenk gökkuşağı kadar hatırlı olabilirdi ama onu neon ışıklı tabelalar gibi anımsayacağım. Bazen birini anımsamak için bahaneye bile ihtiyaç yoktur. Bunu Ayşe’de iyi bilir! Ayşe bununla beraber çoğu şeyimi de bilir. Eskisi kadar olmasa da ara ara onunla telefonda görüşebildiğimiz kısıtlı zaman diliminde kurumuş ama henüz varlığını koruyan çiçekler misali hayatlarımızdaki varlıklarımızı anımsadığım oluyor. Hiçbir duygunun taze kalmayacağını bilenler için, kurumuş ya da bayatlamışta olsa varlığı topyekûn silmek nasıl da zor! Şimdi bana iğrenç diyeni haksız çıkarmamalıyım.
Sadece mutfakta çöpün değil, benim de kokum vardı. Daha birkaç gün önce her saat başı tişört değiştirip, günde iki defa duş alan biriyken, şimdi üstü üstüne kuruyan terin baskın kokusunu almamak için sigara içip duruyorum. Bu meledi de içmek için karantina nasıl da güzel bahane oldu! Göğsüm acıyor, nefes alamıyorum diyorum ama yine de içiyorum. İşte bir yıkığın asıl hikâyesi böylesine saçma zorlamalardan geçiyor! İğrenç biriyim öyle mi? Hangi saatte uyuduğumun ve uyandığımın ne önemi var? Hekimlikten ya da polisten gelecek bir telefon için ayakta mı durmalıyım? Yaşlanıyorum. Eskisi gibi uyurken telefona gelen çağrıları duymadan, horladığım günleri bile özler oldum. Asıl hiçbir şeyi önemsemeyip, takmadığım günler o günlermiş! Şimdileri ara ara yanımdan ayırmadığım bir litrelik kolonyadan avucuma döküp duruyorum. İstediğim limon kolonyası yine de bu olmamasına karşın markete gittiğimde arabaya koymuştum. İçindeki gliserin mi ellerimi böylesine yağlı hissettiriyor bilmiyorum ama kendilerini pek sevemedim. Ter koktuğum, yıkanmadığım için ara ara kolonya döküp durduğumu düşünüyorsa, fena yanıldığını birileri ona söylemeli. Bu ibne virüs ortalıklarda yokken de evimde birkaç kolonya birden vardı. En son incir kolonyasının son damlacıklarını test olma sırasında hastane önündeki çadırın içinde tüketmiştim. Yine de bu aldığım kolonyayı sevemedim. Koluma sürdüğümde bir süre kıpkırmızı oluyor. Sanırım alerjik reaksiyon için vücudum bahane arıyor.
Neyse, nasıl da sabahın ilk ışıklarına müzeyyen bir tesir ediyor şarkı… Kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına, ey ufaklar diyorum, yolculuk var yarına. Yar tutmuyor elimden, misafirim bugünde Bursa akşamlarına. Sonra insan dayanamıyor. İğrenç bir insan bile olsa tüm kirlerinden arındığına inandığı şeyi yapıyor ve göğsümün tütsüsünden gökyüzüne salıverdiğim pencereye yaklaşıyorum. Bu dünyada başka bir pencereyi açmayı böylesine hiç sevmedim. Perde bile biliyor gelip o pencereyi açacağımı. Sonra yaşlarını tutan bulutlar görüyorum uzaklarda. Gelecek diyorum. Ha bugün, ha yarın; yağacak yağmur. Kapı önünde kuş pisliğine en çok maruz kalan arabaya bakıyorum. Gideceğiz diyorum uzaklara. Hani durup diyecekler ‘nereye’ ve bir acı gülüş yetecek cevap için. Birkaç poşet kitap yetecek geri kalacak ömrümüz için. Sonrası Allah kerim, belli mi olur; en güzel geceleri böyle yitirip gideriz. Sabah olur, en afili cümleler masanın üzerinde yazılmış olur. Çok yakınlarda içinde kurumuş telvesiyle büyükçe porselen bir bardak. O da yeşil olsun koyusundan. Rastlantı üzerine sonra sabahlara çıktığımızın resmi olur. Ilgıt ılgıt eser rüzgâr; ılgına sarılır, toprağına yeniden gelen bahara merhaba denir. Belki Eylül gelmiştir, ayrı bir nazlı oynaşır artık dallar. O taş kesilmiş, kibirle özünü kurutmuş, gerçeklerden kaçan, asude bakması artık hayal gözlere ait bedenler gübre oluverir. Sihri bu yaşamanın; ölür tüm zalimliği insanlığın. Tekerrür bile etse, bir ömür bile sürse; zaman dermanıdır sabırdan şaşmayana. Yine de tek bir söz, cümle ile hatırlar, yad ederim camları, gülüşleri, sesleri ve yaşamları.
Nihayet pencereyi kapayıp, yürüyorum oda içerisinde. Yazgı düşüncelerden ibaret bir kahredici şu saat itibariyle ve bir tek yazısı güzeldi demek geliyor içimden.