- 807 Okunma
- 3 Yorum
- 3 Beğeni
Çizgilere Basmadan Yürüyenler 1. Bölüm
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Adının öneminin olmadığı bir şehrin asık suratlı sokaklarında bir adam umursamaz, üzgün ve boş bakışlarla yürümekteydi. Yüzünde müthiş bir karamsarlık vardı. Sol eli cebindeydi. Omuzları düşüktü ama sağ omuzu kuş kafesini taşıdığından olacak ki daha bir düşüktü. Kim bilir ruhunda nasıl bir acıyı yaşıyordu.
Dışarıdan o an bana bakan biri işte böyle bir profil görürdü. Üzgündüm, elimde kafesim ve içindeki kuşumla yürüyordum. Çizgilere basmadan. Hiçbir hevesim olmadan. Bir boşlukta asılıydım. Yaşayan bir ölü gibiydim.
Yürürken, istemsizce aklımda bazı anılar canlanıyordu. Bazen o canlanan anının içerisinde kaybolup gidiyordum.
Bir gün, işe giderken günlük ritüelim olan çizgilere, kaldırım taşlarının kesiştiği yerlere, gölgesi yere yansıyan her şeyin kestiği gölgelere basmadan yürüyordum. Bu halde yürürken kimse derin düşüncelere dalındığını düşünmesin. Bir çeşit kendinden kaçma halidir bu durum. Ben uzun kısa adımlarla yürürken (çizgiler eşit şekilde olmadığından mütevellit) bir ara önüme birinin geçtiğini gördüm. Bu delinin de benim gibi uzun kısa, kısa uzun adımlarla yürüdüğünü gördüm. Bir de şöyle bir takıntım daha vardı, yürüdüğüm sokakta ya da kaldırımda kimse benden hızlı yürüyemezdi. Ben hızımı artırıp bir yandan da onu süzerek yürümeyi sürdürdüm. Tabi önümdeki kişiyi geçme olayı bu defa bu kadar basit olmadı ki hızlı yürüme konusunda gerçekten iyimdir. Ben hızımı artırdıkça o da hızlanıyordu. Birkaç dakika sonra kesik bir bakışını yakaladım. Bana yan gözle bakıp kontrol ediyordu. Ben hızlandıkça hızlanıyor yavaşladıkça yavaşlıyordu. Şaşırmıştım. Çünkü aynı kaldırımda çizgilere basmadan yürüyen başka biriyle karşılaşmamıştım. İşin ilginci benim önüme geçmesiydi. Çünkü, o da benim gibi herkesi geçme takıntısına sahipti. Hafif hırslandım ve rakibimin yüzünü görmek istediğim için daha da hızlandım. İş yerine varmak üzereydim ama onu bir türlü geçemiyordum. Böyle bir şey söz konusu dahi olamazdı. Gerekirse işe geç gidilecekti ve rakibim geçilecekti. Ayaklarımın kaval kemiğini saran kasları imdat diye haykırıyordu. Ben bu haykırışlara kulağımı tıkayarak var gücümle yürüyüşümü hızlandırarak devam ettirdim.
Sonunda onu geçmiştim. Yan gözle ona baktım ve muzip bir kazanma gülümseyişi attım. Saçlarını arkaya attı. Çünkü benim onu geçmemem için olağan gücüyle, başı önde yürümüştü. Bir an durdu. İstemsiz ben de durdum. Birkaç saniye çizgilere basmadan yürüyen iki yabancı gibi bakıştık. O an bize bahşedilmiş cennetsi bir an olup çıkmıştı. Kulaklığımda George Michael Careles Whisper’i söylüyordu. Onun da kulaklığı takılıydı. Ne dinlediğini bilmeyi o kadar çok isterdimki. Heyecandan düşebilirdim. O an o aşık olduğumu hissettim. Biliyorum delice bir şey ama onun da aynı aşkı bana karşı hissettiğine yemin edebilirim. Evet o da bana aşıktı. Hayatımızın en anlamsız anlamlı anını yaşıyorduk. Ben o kısa anda onunla dans ediyordum. Sonsuza dek bu dansı yaşayabilirdik. Konuşmadık. Belki de konuşamadık. Tanışmadık. Belki de korkuyorduk. Sevgimizden korkuyorduk. Tüm benliğimle hissedebiliyordum bunu. Öylece bakıştık. Kocaman bakıştık. Doya doya bakıştık. Şarkının sonuna gelmiştim. Gözlerim dolmuştu. Ağlamak değildi bu. O da o haldeydi. Ve ben ne dinlediğini öğrenmek için ölebilirdim.
Delice bir üzüntüyle ayrı yönlere doğru salak çizgilerimize basmadan yürüdük. Ben geri dönüp baktım. O baktı mı bilmiyorum. Gözlerimizin bir daha buluşması felaketimiz olabilirdi. Birbirimizin felaketi olabilirdik. Bunu hissettim. Onun da bunu hissettiğini biliyorum.
Öylece bu anıya dalıp gitmiştim. Yürümeye devam ediyordum. Adımlarımın soğuk kaldırımlarda bıraktığı tak tak sesleri ilahi bir zamanın sona yaklaşması gibiydi. Kendi halindeki diğer herkes gibi kim bana dikkat edecekti ki? Birinin dikkat etmesi o ilahi anın belki son bulmamasını sağlayacaktı. Yirmibeş kilometre. Evet, aklımda bu rakam var. Tam yirmibeş kilometre yürüyeceğim ve herhangi birinin bana merhaba demesini umut edeceğim. O bir merhaba benim ölümle hayat arasındaki kararını etkileyecek.
Kim böyle bir yolculuğu tercih edebilirdi ki? Ama ben bu kararı vermiştim ve geri adım atmayacaktım. Cep telefonuna baktım ve neredeyse bir kilometre yürüdüğümü gördüm.
Biri gerçekten bana merhaba diyecek miydi? Hem de ben hiçbir şey yapmadan, tek kelime etmeden ve yardım istemeden. Kendimce kural koymuştum; hiç kimseye tek kelime etmeden yürüyecektim ve biri bana merhaba derse intihar etmekten vazgeçecektim. Kararım böyleydi. Tehlikeli bir karar aldığımın farkındayım ama yolum uzun. Biraz olsun umudum var. Belki biri bana yol soracaktı. Sanki ben tanımadığım kaç kişiye merhaba demiştim. Delilikti bu. Göre göre intihardı. Yorucu bir intihar.
Elimde kafesimle yürümeye devam ettim. Belli bir yönüm yok. İstediğim anda istediğim yöne gidiyordum. Akıllıca olan kalabalığın olduğu yerlerde dolaşmaktı. İhtimali artırmak istiyordum.
Kendime biçtiğim bu yolu dinlemeden yürüyeceğim. Sabah yediklerimle bu yürüyüşü bitireceğim. Belkide son yediğim şey simit ve peynir olacak.
O kadar bencil değilim kendim acıkabilirim bu yürüyüşte ama kuşum için yeteri kadar yem ve temiz suyum var. Kuşum için bir de planım var. Olurda yürüyüş boyunca merhaba diyen birisi çıkmazsa kuşumu o an güven veren herhangi birine hediye edeceğim. O biri bunu anlayabilir. İnsanların tek bir hareketinden karakter analizi yapabilirim. Aslında bu konuda yanılgılarım da olmuştu ama ölüme yürürken yalnız yürüyemem. Kuşumu işte bu yüzden yanıma almıştım. Bu ölüm yürüyüşüne onsuz çıkamazdım.
Güzel bir gündü. Ölmek için bile.
Okuduğum okulları, arkadaşlarımı, sevdiklerimi ve değer verdiğim diğer insanları düşünüyordum. Başım önde. Üzgün. Kulağımda kulaklığım. En sevdiğim süper kahramanlarımı dinliyorum.
Hayat umduklarımı vermedi. Aslında ölmeye karar vermem yaşadıklarımdan kaynaklanmıyordu. Asıl önemli sebep hayattan zevk alamamamdı. Her şey bana kuru ve yavan geliyor. İnsanları hayata bağlayan ve hayattan zevk almaya iten şeyler elbette vardı. Kimi ailesiyle güç bulabilirdi, kimi ise yaptığı bir resimle bu bağı koruyup güçlendirebilirdi. Yani, her insanın hayatın zorlukları karşısında sığındığı bir limanı vardı. Bu liman başka bir insan da olabilirdi. Ki çoğu insanın sığındığı limanı başka bir insandı. Sevdiği, aşık olduğu insan yaşam karmaşasında ona güç verirdi.
İntihar yürüyüşümü şu an düşününce hayatın kendisi gibi görmeye başladım. Doğduğumuz andan itibaren her an ölüme yaklaşıyoruz. Attığım adımlarımın beni ölüme yaklaştırdığı gibi.
Telefonum yirmi üç kilometrem kaldığını gösteriyor. Kabaca bir hesapla kırk bin civarı adım atacağım. Bunu süreye vurursam beş altı saatlik bir sürem var. Oksijen tüpü bitmek üzere olan bir dalgıç gibiyim. Şimdilik oksijenim var.
YORUMLAR
Çizgilere basmadan yürümek, telefon veya elektrik direklerine sayı veya süre koyup koşmak ...Arkadan gelen araba yada biri gelmeden önünde duran nesneye onlardan önce varmak. .bu vebenzeri çok takıntı yaşadık ..çok güzeldi tebrik ederim..
Aziz Remzi tarafından 9/4/2020 12:05:55 PM zamanında düzenlenmiştir.